Oktay Ekşi, Hürriyet'ten neden ayrıldı?

Oktay Ekşi 28 Ekim'de yayınladığı yazısına eklediği son cümle ile siyasi iktidarı rencide etmiş ve iç-dış güçlerin baskısına maruz kalarak yıllardır Başyazar olarak yazdığı Hürriyet gazetesini bırakmak zorunda kalmıştır, belki de kalması gerekiyordur.

Oktay Ekşi'nin istifasına neden olan o yazı
Düzeltilmiş son hali

Az demişiz

GEÇENLERDE bir tepkimizi dile getirirken Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu'nun “neyin bakanı?” olduğunu sormuştuk. Meğer bu laf tam yerine oturuyormuş. Onu da Çevre Bakanı'nın, “cennet” güzelliğindeki İkizdere Vadisi'nde 22 adet hidroelektrik baraj yapılmasını engelleyen sit kararına gösterdiği tepkiyle anladık.

Konunun bir “hukuki” tarafı da var ama, ona gelmeden değinelim:

Veysel Eroğlu'nun aslında Çevre Bakanı anlayışıyla değil “Çevre Düşmanlığı Bakanı” gibi görev yaptığını gösteren son haberi, arkadaşımız Nuray Babacan dün bildirdi:

İkizdere Vadisi'nde Hidroeldektrik Santrallar (HES) kurmak için baraj inşa edilmesine biliyorsunuz önce yöredeki bilinçli insanlar karşı çıktı.

Çünkü her barajın yöredeki tabiatı mahvedeceği aşikârdı. İkizdereliler belki de Veysel Eroğlu'nun sıfatına bakıp kendilerini destekleyeceğini sanmışlardı.
Oysa Eroğlu kendisini hâlâ Devlet Su İşleri Genel Müdürü koltuğunda oturuyor sandığı için tam tersini yaptı:

Tam bir çevre düşmanı gibi HES yapımında ısrar etti. Ama Trabzon'daki Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu geçen gün İkizdere Vadisi'ni “sit alanı” ilan edip de baraj yapımını durdurunca aynen Başbakan Tayyip Erdoğan gibi o da küplere bindi.

“HES'lere karşı çıkanlar Avrupa'dan finanse ediliyor” diyen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız gibi (3 Eylül 2010 gazeteler) o da tuttu, “ülkesini seven, enerjide dışa bağımlılığın azalmasını isteyen vatansever çevrecilerin de olduğunu” söyleyerek kendisini eleştirenlerin hareketini “vatan hainliği” ile açıkladı.

Meğer o da yetmemişmiş.

Nuray Babacan'ın haberi işte onu ortaya koyuyor. Çünkü haberde “İkizdere Vadisi”nin “sit alanı” olduğuna karar veren Kurulun elindeki yetkinin oradan alınıp Çevre Bakanlığı'na verilmesini öngören bir yasal değişikliğin Meclis'e sunulduğu bildiriliyor.

Şimdi görürsünüz Türkiye'nin güzelliklerinin ırzına nasıl geçildiğini...

Yukarıda Veysel Eroğlu'nun sıfatı ile yaptığının birbirine zıt olduğundan söz etmiştik. Bunun “hukuki” zeminini de söyleyelim:

Biliyorsunuz devletin her kurumunun varlığı, onunla ilgili yasa hükmüne dayanır. Açın Çevre ve Orman Bakanlığı'nın kuruluş yasasını okuyun. Burada Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, “baraj” yapmasına izin veren tek kelimelik bir hüküm yok.

Tam tersine yasa, Çevre Bakanı'na, bu sıfatıyla ilgili tam 13 adet görev vermiş. Onlardan biri olarak da “Çevreye olumsuz etkileri olan her türlü faaliyeti ülke bütününde izlemesini ve denetlemesini” emretmiş.

Ama anlaşılan bir kararla Devlet Su İşleri'ni Çevre Bakanı'na bağlamışlar yani “kümesi tilkiye teslim edip” meseleyi çözmüşler.

Biliyorsunuz “ileri demokrasi” ve yeni “hukuk devleti” anlayışıyla yönetiliyoruz ya...

Bu anlayış, Anadolu'daki 2000'den fazla akarsuyu, o yörenin tabiatına ne zarar vereceğini hesaba katmadan tuttu “Baraj yapıp elektrik üreteceğim, bunu da devlete satacağım” diyen şirketlere 49 yıl için peşkeş çekti.

Şimdi, her şeyi satan işte o zihniyetin marifetlerini görüyoruz.


Oktay Ekşi

Ayarı kaçırmışız

OKUYUCUDAN tepki gelmese belki unutup gidecektik. Ama “Bu düpedüz hakaret anlamına geliyor” türü uyarılar üzerine dönüp bakınca, itiraf edelim, “Lafın hem ayarını kaçırmışız, hem de seviyesini çok düşürmüşüz” diye çok rahatsız olduk. Önce kimi rencide etmişsek tüm içtenliğimizle özür diliyoruz.

Gelelim şimdi hikâyenin kendisine:
Bize yani Hürriyet'in köşe yazarlarına kendi yazılarını, “eğer ifade düşüklüğü, bilgi yanlışı, eksik anlatım gibi bir kusur varsa düzeltmesi için” bir fırsat verilir yani ya evine gazetenin erken baskıları gönderilir veya yazısı fakslanır.
Bu profesyonel mükemmeliyetçiliğin gereğidir ve yıllardır yapılır.
Biz yazarlar -en azından ben öyleyimdir- geç vakit de olsa, o metni bir kere daha gözden geçiririz. Zaman olur yazıya ilave yaparız. Zaman olur yazının bütününü değiştiririz. Zaman olur içindeki bir ifadeyi yeterince açık yahut çarpıcı bulmaz, onun yerine başka bir cümle yazarız.
Şimdi bu yazıyı yazmamıza sebep olan makalenin başından aynen öyle bir şey geçti.
Geçen gece, yani 27 Ekim günü saat 23.30 sularıydı. “Okuyucunun önüne çıkacak metinde hata olmasın” diye, eve fakslanmış yazıyı gözden geçirdim. Gerçekten metinde ufak tefek hatalar vardı. Onları düzelttim.
Yazı, Rize'nin İkizdere vadisinde 22 adet Hidroelektrik Santral yapılmasını engelleyen Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun kararına destek veriyor ve “Elektrik üretimi için ülkedeki tüm akarsuların kullanma hakkının 49 yıllığına özel şirketlere verilmesini” bir “peşkeş çekme” olarak nitelendiriyordu.
Konuşmacılar gibi yazarlar da son cümlenin “vurucu” olmasını isterler. Çünkü dinlediğiniz konuşmanın yahut okuduğunuz yazının deyim yerindeyse tadı o son cümlededir.
Ben de, akarsuların kullanma hakkının 49 yıllığına verilmesiyle ilgili hususu, “Şimdi, her şeyi satan işte o zihniyetin marifetini görüyoruz” diyerek ifade etmiştim.
Aklıma bir önceki Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın meşhur “Babalar gibi satacağız” sözü geldi. Ondan esinlenerek “her şeyi satan zihniyet” ifadesini değiştirip “analarını bile satan” yaptım ve o metni gazeteye faksladım.
Bu değişiklik sadece saat 24'ten sonra basılan gazetelere yani şehir içlerinde dağıtılan Hürriyet'lere girdi.
Ertesi sabah gazetede kendi yaptığım değişikliği görünce “Galiba kantarın topunuzu kaçırmışız” dedim ama iş işten geçmişti.
Gerçekten ifade hem “maksadımı” aşmıştı, hem de bu sütunu izleyenlerin yadırgayacağı kadar ağır kaçmıştı.
Nitekim okuyucu hiçbir faturayı ödetmeden bırakmaz:
Protestolar yağınca, başa döndük ve “vurucu ifade” şehvetine kapılıp birilerini -özellikle siyasi iktidarı- rencide ettiğimizi gördük.
Konuyu bir de gazetede kendi aramızda tarttık. Sonunda “hatayı kabul etmenin de bir görev ve bir borç olduğu” gerçeğini dikkate alıp “üzdüklerimizden özür dilediğimizi” tüm içtenliğimizle duyurmaya karar verdik.


Oktay Ekşi yazısına Ahmet Hakan yorumu, eleştirisi

Oktay Ekşi yakışanı yaptı

OKTAY Ekşi, bu gazetede...

“Şimdi anasını bile satan işte o zihniyetin marifetlerini görüyorsunuz” diye bir cümle yazdı.
Cümlenin hedefi...
Bu memleketin seçilmiş hükümeti, başbakanı ve bakanları idi...
Oktay Ekşi, “anasını satan zihniyet” diyerek, hükümete, Başbakan’a ve bakanlara çok çirkin bir şekilde hakaret etti.
Ve ardından da dünkü yazısında...
“Ayarı kaçırmışız”, “Kantarın topuzunu kaçırmışız”, “Vurucu ifadenin şehvetine kapılmışız” türü ifadelerle özür diledi.
¡¡¡
Dün öğle saatleriydi.
Oturdum bir yazı yazdım.
Lafı hiç eğip bükmeden...
“Oktay Ekşi istifa etmelidir” dedim yazıda.
Çünkü...
Oktay Ekşi, “kantarın topuzu”nu değil, kantarın kendisini kaçırmıştı.
Yaptığı ayıp, “Biraz ağır kaçtı galiba, özür dileriz” tonunda ifadelerle geçiştirilebilecek türden bir ayıp değildi.
Çünkü...
Mesele bir “ağır kaçma” meselesi değildi...
Mesele çok çirkin bir yakıştırmanın ve çok çirkin bir hakaretin alenen kullanılabilmesi meselesiydi.
Oktay Ekşi’nin yazısında ölçü, “geriye dönülmez” şekilde kaçmıştı.
Özürle telin etme sınırı aşılmıştı.
Bu nedenle...
“Basının beyefendi yazarı” olarak bilinen Oktay Ekşi’nin, bu vahim hatasını “Biraz ağır kaçmış” diyerek geçiştirmeye çalışmakla yetinmemesi gerektiğini yazdım.
İstifa etmesini, emekliye ayrılmasını talep eden yazımı yazdım ve gazeteye gönderdim.
¡¡¡
Dün akşamüzeri haber verdiler:
Oktay Ekşi gereğini yapmış.
Yani istifa etmiş.
“Basın Konseyi Başkanı” sıfatıyla, “anasını satanlar” cümlesinden çok daha hafif şeyler yazan gazeteciler hakkında bile kınama kararları alan deneyimli bir gazeteciden de böyle bir tutum beklenirdi.
Oktay Ekşi’nin istifa etmesi çok yerinde olmuştur.
Yol açtığı sorun, başka türlü telafi edilemezdi.
¡¡¡
Bir noktaya daha işaret etmek istiyorum:
Hürriyet’te kural ihlallerinin ve hakaretlerin önüne geçmek, evrensel yayın ilkelerine ve Hürriyet’in yayın politikasına bağlı kalmak amacıyla son dönemde bir “denetim mekanizması” oluşturuldu.
Bu mekanizmanın temel amacı, “İstediğin kadar muhalefet yap, istediğin kadar eleştir ama hakaret etme, aşağılama, rencide etme” diye özetleyebileceğim anlayışın geçerlilik kazanmasıdır.
Yani maksat, telafi edilemez olası hatalardan hem köşe yazarını, hem de gazeteyi korumaktı.
Ama ne yazık ki...
Oktay Ekşi, bu denetim mekanizmasının da arkasından dolaşmış ve gece vakti yazısında değişiklik yaparak o kabul edilemez ifadeyi yazısına koymuş.
Böylece o ifade, gazetenin muhtemel denetiminden de kaçmış.
İşin bu kısmına da dikkat çekmek gerektiğini düşünüyorum.
¡¡¡
Şunu da belirtmeliyim:
Bir gazetede herhangi bir köşe yazarının yaptığı çok ağır bir ölçüsüzlük...
Sadece o köşe yazarını bağlamıyor.
Hakarete maruz kalanlar, o köşe yazarının yaptığı ölçüsüzlükten yola çıkarak... Gazetede yazan diğer yazarları da işin içine katarak, hatta topyekûn gazeteyi hedef alarak, “Bunlar işte böyledir” türünden genellemelerde bulunuyorlar.
Böylece...
Eleştirilerimiz, yazıp çizdiklerimiz, yaptığımız yayıncılık, bu türden bir genellemenin kurbanı oluyor.
Oktay Ekşi gereğini yaparak...
Bu türden ağır bir zararı da telafi etmiştir.
¡¡¡
Son nokta:
Ben bir Hürriyet yazarı olarak... Özürle geçiştirilemeyecek türden bir çirkinlik gördüğümde...
Çirkinliği yapan kim olursa olsun...
Hemen üstüne atlıyor ve en ağır şekilde vuruyorum.
Ona vur, buna vur, ona yüklen, buna yüklen...
Ama iş Oktay Ekşi’ye gelince suspus ol...
Bunu kendime yediremez ve yakıştıramazdım.
Oktay Ekşi istifa ederek...
Benim bu yönde bir çaba sarf etmeme de gerek bırakmadı.

Doğan Gazetecilik
Yayın İlkeleri 7. MADDE

Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan veya iftira niteliği taşıyan lakap ve
ifadeler
kullanılamaz.


Sözcü Haber tarafından derlenmiştir

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)