Açılımın yarattığı düşmanlık kendini gösterdi

Sevgili okurlar; bütün haftayı Van depreminin yarattığı acı ve yaşadığımız onca felâkete rağmen hâlâ yeterli dersi almadığımız ve gereğini yerine getiremediğimiz gerçeğinin hüznü ile geçirdik. Korkum yeni bir felâkete kadar yine her şeyi unutup hayatımıza devam edecek olmamız. Bu gerçeği artık değiştirmemiz gerekiyor.

Deprem gerçeği

Acı ve hüznü bir haftadır konuşuyoruz ama, bana göre Van depreminin iktidarın “açılım” adı altında başlattığı içi boş projenin toplumda yarattığı asıl depremi ortaya çıkarması ne yazık ki en büyük gerçeklik. Depremle birlikte toplumda biriken “kin ve nefret” enerjisinin kendini göstermesi hepimizi derinden sarsmalı ve kendimize getirmeli.
Nefret boşalması
Depremin Van’da üstelik 24 askerimizin şehit edilmesinden hemen sonra medyana gelmesi, toplumun bir kesiminde oluşmuş nefret duygularının da boşalmasına neden oldu. Potansiyel olarak Van’da yaşayan herkesi Kürt kabul eden bir kesim depremi ilahi bir uyarı olarak niteleyerek akıl almaz bir insanlık suçuna da imza atmaktan çekinmedi.
Haklı çıkmak üzücü
Toplumda hem üzüntü hem de tartışma yaratan bu durumun doğmasının tek suçlusu iktidarın başlattığı ama cesaret edip içini dolduramadığı Kürt açılımı projesidir. İlk günden beri sesimin çıktığı her yerde anlatmaya çalışıyorum bunu. Ne yazık ki bu konuda haklı çıkmış olmak beni ne sevindiriyor ne de onurlandırıyor. Sadece derin bir hüzne itiyor.
Durup dururken düşmanlık
Şurası bir gerçek ki, çok uzun yıllar boyunca Doğu ve Güneydoğu’da kötü ve acı olaylar yaşadık. Pek çok insan yitirdik. Yine çok uzun yıllar sorunu konuşamadık, tartışamadık, yüreklerimizde yaşattık. Ama hiçbir dönemde Türk ve Kürt halkları birbirine düşman olmadı. Sorun ya devletle ilgiliydi ya da son yıllardaki gibi terörle. Şimdi artık öyle değil.
Ayrımı hep bildik
Onca tatsız olaya rağmen Türk halkı da Kürt halkı da terör belasını ayrı tutmayı başarmıştı. Yitirdiğimiz 30 bini aşkın cana rağmen insanlar birbirlerine düşmanlık hissetmemişti. Ama açılım aşamasına gelindiğinde terör bir kenara bırakıldı ve toplumlar arasına serpilen düşmanlık tohumları filiz göstermeye başladı. Bundan sonrası çok daha zordur.
Tek taraflı değil
Depremle birlikte baş gösteren düşmanca tavırlar tek taraflı değil. Kendini “fazla Türk” hissetmeye başlayanların yürüttükleri kampanyaya kendini “fazla Kürt” hissedenler de aynı şiddetle katıldı. Nefret dolu duygular aynı nefret dolu duygularla karşılık buldu. Ne yazık ki bunun asıl sorumluları hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya devam ediyor.
Terör örgütü sahnede
Toplum içinde düşmanlık tohumları yeşerirken terör örgütü de belki çok uzun yıllardır beklediği fırsatı geri tepmiyor. İnsanlık suçunu “benim” dediği kendi halkına “Kürt” halkına da uyguluyor. Deprem yardımlarının engellenmesi, yağmalanması, tahrip edilmesi herhalde hiçbir insanlık anlayışına sığmaz. Ama PKK bunu yapmaktan bile çekinmedi.
Gerçeği görmeliyiz
Terörün 30 yıldır ulaşamadığı bir hedef depremle birlikte gerçekleşme yolunda. Eğer toplumdaki bu düşmanlık biraz daha körüklenirse, giderek kalıcı hale gelecek ve bırakın sorun çözmeyi bir arada yaşama şansımız bile olmayacak. Filizlenen düşmanlığı hemen önleyemezsek bunun bedeli büyük acılar, daha çok kan ve ölüm demektir. İstiyor muyuz bunu?
Şimdi kına yakın
Kürt sorununu bir tür Türk düşmanlığı Kürt hayranlığı boyutuna getirip, demokrasi ve insan hakları gibi süslü sözlerle istismar ederek kendi çıkarları için kullananlara “yarattığınız tablo karşısında şimdi kına yakın” demekten başka bir çare bulamıyorum. Sözde demokratlar kişisel hırsları için ülkemizi nasıl bir ateşe attıklarının farkında mı bilemiyorum.
Cumhuriyet Bayramı
Sevgili okurlar; bu yıl en büyük gururumuz Cumhuriyet’i ne yazık ki çok buruk kutladık. Hükümetin anlamsız bir şekilde resmi törenleri iptal etmesi anlaşılır gibi değildi. Gerçi 1999 yılındaki 30 Ağustos Zafer Bayramı ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları benzer gerekçeyle iptal edilmişti ama o günle bugün arasında büyük farklar var.

1999 gerçeği farklıydı
Marmara bölgesinde yaşadığımız korkunç depremde resmi rakamlara göre 16 bin kişi can vermişti. Gölcük Donanma Komutanlığı neredeyse tamamen yıkılmıştı. Buna rağmen iki önemli günümüzün kutlama törenlerinin yapılmaması bana yine yanlış geliyor. Cumhuriyetin temeli olan büyük zaferi ve kuruluş gününü hiçbir nedenle ihmal edemeyiz.
İptal kasıtlı mı?
Ecevit döneminde hiç kimsenin aklına gelmeyen “Cumhuriyeti mi istemiyorlar?” sorusu bugünkü iktidar döneminde açıkça soruldu. Neden? Çünkü bu konuda kamuoyunun önemli bir kesiminde oluşmuş şüphe var. Bugünkü iktidar zihniyetinin Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri ile tam barışık olmadığı kimsenin bilmediği bir sır değil.
İlan eder gibi
İktidar bu öngörüyü kanıtlarcasına, şatafatlı düğün törenlerinde boy göstermekten hiç çekinmedi. Bu tutum “asıl neden acı değil Cumhuriyet ve devrimlerine karşı yıllardır biriktirilen bir sevgisizliğin dışa vurumudur” yolundaki görüşlere ister istemez haklılık kazandırıyor. İtiraf etmeliyim ki düğün olayı gözü karalığın da bir kanıtı.

Medya artık şaşırtmıyor
Bu hafta son olarak kendimize de eleştiri getirmek istiyorum. Normal koşullarda bir bakanın oğlunun düğünü bütün medya için önemli haberdir. Ama belki dikkat etmişsinizdir, birkaç gazete ve televizyon dışında bu haber hiç yayınlanmadı. Neden acaba? Çünkü sanıyorum medya iktidarı zora sokacak bir haberi yayınlamaktan çekindi.

Otosansür budur
Cumhuriyet törenlerinin iptal edildiği aynı gün Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın şatafatlı bir düğüne katılmalarının toplumda da hoş karşılanmayacağı biliniyor. Galiba bu da otosansür mekanizmasını işletti ve pek çok yayın organı haberi hiç görmemeyi tercih etti. Peki haberleri görmeyerek kendimizi ve halkı kandırmayı daha ne kadar sürdürebiliriz?

Medya toplantısı
Başbakan terör olaylarının tırmanması üzerine medya sahip ve üst düzey yöneticilerini çağırmıştı. Bu toplantıda başbakan şaşırtıcı biçimde medyayı eleştirmek yerine övmüştü. Çünkü başbakan medyaya baskı yapmak yerine oto sansüre zorlamanın daha iyi bir yöntem olduğunu biliyor. Toplantının iktidar adına çok başarılı olduğu kesin.
En beteri otosansür
Bir gazeteci olarak yasakları ve baskıyı daha tercih ederim çünkü otosansür medyayı kontrol etmenin en beter yolu. Yasaklarda neyin yasak olduğunu bilir ve buna göre hareket edersiniz. Oysa otosansürde yasaklamanın da ötesinde bir başarı vardır iktidarlar adına. Otosansür iktidarların bile aklına gelmeyen “yağcılık” uygulamalarına yol açar.
Karakterler yok olur

Oto sansürden iktidarlar çok memnundur ama medya da karakterini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Yaşadıklarınız, kendi kendinize yapmak zorunda kaldıklarınız ruhunuzu karartır, kendinizden bile utanır hale gelirsiniz. Çaresiz olmanız sorunu çözmez, içinizdeki fırtına benliğinizi siler süpürür. Yine de elinizden bir şey gelmez. “Geçecek bunlar” diye avutursunuz kendinizi
Hepinize iyi haftalar dilerim…

Can Ataklı
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)