Erol Manisalı yazdı:"Küresel Kavganın Ortadoğu’ya Yansımaları"

- Ortadoğu 1980’li yıllardan beri allak bullak; önce İran-Irak Savaşı, arkasından Kuveyt ve Irak savaşları.
- 2003’te büyük darbenin başlangıcı; Irak’ın işgali ve Kürdistan’ın ilk ayağının kuruluşu.
- 2010 ve 2011’de Afrika ve Akdeniz’in baştan sona çalkalanması; Sudan’ın bölünmesi; Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de eski diktatörlerin yerine yenilerinin aranması.
- Ve büyük lokma İran’a müdahalenin altyapısının hazırlanması.
Türkiye bütün bu gelişmelerin göbeğinde yer alıyor;
1) 1991’de Çekiç Güç anlaşması ile hukuken ve fiilen gelişmelerin bir parçası haline geliyor.
2) 1 Mart 2003 tezkeresinde Meclis’in oyunbozanlık etmesine karşın, “sistem” isteklerini, bir bir yaptırtıyor.
3) Afganistan ve Lübnan olaylarında Ankara asker göndererek sadık bir NATO üyesi olduğunu fiilen ispat ediyor.
4) Tunus, Mısır, Libya ve Suriye olaylarında Ankara daha da öne çıkıyor.
- NATO üyesi olarak Libya’da inisiyatif alıyor ve Kaddafi’nin ortadan kaldırılmasında önde saf tutuyor.
- Suriye işinde ani bir dönüşle, Libya’da Kaddafi’ye yaptığını burada Esad’a yapıyor.
Ankara değişimli ve dönüşümlü politikalarına karşı, “saffını, tarafını, cephesini net bir şekilde gösteriyor”. Yanlış veya doğru, ancak bulunduğu yer ve tuttuğu taraf belli.
İşler Güneydoğu’da karışıyor
Ankara belirli bir tarafta yer almasına karşın PKK ve Kürdistan meselelerinde,

- Hem iki tarafta da bulunan,
- Aynı zamanda hiçbir taraftan destek alamayan bir konuma düşüyor.
Art arda yapılan Kürt açılımlarına karşın PKK ve bağlı örgütleri Ankara’ya (ve Türkiye’ye) karşı çıtayı yükselterek silahlı saldırıları adeta topyekûn bir savaşı andıran zemine sürüklüyorlar.
Dün içli dışlı dost olduğu Kaddafi ve Esad ile bugün karşı karşıya gelen Ankara, PKK, Kuzey Irak ve Kürdistan konusunda da benzer bir ikilem yaşamaya başlıyor. Yandaşlıklar ve karşıtlıklar birlikte görülüyor. Hem Kürt açılımı hem de TSK operasyonları beraber yürüyor.
Bu, uluslararası ilişkilerde hiç görülmeyen bir olay değil, pek çok örneği var. Ama bizimkinde inisiyatif bizde değil; “kim itti beni” dercesine bir sürüklenme söz konusu.
Çin, ABD ve AB
Bölgesel gibi görülen Ortadoğu ve Akdeniz savaşlarında esas çatışma özünde, Çin, ABD ve AB arasında yaşanmaktadır. Bizim çevremizdeki bölgesel olaylar, küresel rekabet ve çatışmanın yansımalarıdır.
- Çin dev adımlarla dünya pastasındaki payını arttırmaktadır. ABD ve AB oransal olarak küçülmektedirler. 20 yıl içinde Çin ve Hindistan’ın toplamı, iktisadi olarak ABD ve AB toplamını geçecek.
- Çin’in Ortadoğu ve Kafkaslar’dan enerji gereksinimi vardı.
- Çin ve Hindistan’ın İran, Türkiye, Ortadoğu ve Afrika pazarlarına hızla girmeleri Batı’yı ürkütüyor.
- Bölgedeki siyasal etkilerini de engellemek gerekiyor.
Bütün bunların sağlanabilmesi için Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ABD ve AB denetimi tamamen ellerine geçirmek zorundalar. Bölgede bütün domino taşları tek tek indirilirken, ortada sadece İran kalmıştır.
İşte bu nedenle İran’a operasyon öne çıkıyor. Benzer karşıt gerekçe ile Çin, Rusya ve Hindistan “Suriye’nin Libyalaştırılmasına” karşı bir cephe oluşturdular. Bu aynı zamanda, İran’a ilerde planlanan operasyonu engellemek için bir “kalkan” haline getirilebilir. İran’a Rusya, Çin ve Hindistan’ın desteği daha da artabilir.
Bütün bu değerlendirmeler çerçevesinde Ankara’nın Kuzey Irak’a, “sınırlı, sınır ötesi müdahalesinin ne anlam taşıdığını düşünelim”. Bazı sorular soralım;
- PKK’yi ortadan kaldırmak için mi?
- Kürdistan’ın oluşumunu engellemek için mi?
- Yoksa mecburen, istemeye istemeye yapılan bir operasyon mu?
PKK’nin 27 yıldır yürütmekte olduğu askeri ve siyasal hareketler göz önüne alındığında, esas sorunun Ankara ile PKK arasında olmadığını; Türkiye’nin, küresel güçlerin bölgesel planlarına ne oranda evet diyeceği noktasına dayandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu konuyu büyük çoğunluk biliyor; ancak kimse açık açık tartışmak istemiyor.
Kral çıplak demeye herkes çekiniyor.

Erol MANİSALI
CUMHURİYET
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)