Feza Tiryaki yazdı:"Pazarlanan Türk"

Bize her yönden saldırı var. Çoğumuzun belki fazla dikkatini çekmeyen, çekse de önemsemediği, görmezden geldiği bize karşı kurulan bir Türk pazarı var. Türk erkeklerinin pazarı. Soyumuzu yabancılaştırma, gelecek kuşaklarımızı Türksüzleştirme pazarı… Buna bazen kadınları da katıyorlar ama asıl hedefleri Türk erkekleri…
Bize saldıranlar öyle bir anlık öfkeyle, kinle saldırmıyor yüzlerce yılın süzgecinden geçmiş, üzerine yüzlerce yıl kafa yorulmuş , denenmiş, kaç kez geri püskürtülmüş ama yine denenmeye kalkışılmış plânlarla saldırıyorlar.
Sinemalarda yeni bir film var. Yabancılarla ortak yapımmış. Adını “İstanbul” diye tanıtıyorlar filmin. Devamında İstanbul isminden sonra “My Dream” yazmışlar gazetelere. “Rüyam”
Filmin konusunu okudum, hiç şaşırmadım. Yaşı geçkin bir kadın. Macar mı, İrlandalı mı tam anlayamadım. Kocası bir genç kız için onu terketmiş, kızı evliymiş, çocukları ve kocası dışında bir ilgisi yokmuş, yani annesine vakti yokmuş. Yetişkin oğlunun da öyle. Kadını sinirleri bozuk diye akıl hastanesine yatırıyorlar, kadın kaçıyor, otostopla ver elini İstanbul. İstanbul’da ne mi oluyor? Tamam bildiniz. Bir Türk erkeği ona kadınlığını, insanlığını yeniden hatırlatıyor. Kadın mutlu. Bir daha geri dönmüyor.
Aman ne heyecanlı! Aman ne büyük buluş! Biz neymişiz meğer!..
En yakındaki bir örnek buna, herkesin deli gibi izlediği “Muhteşem Yüzyıl.” Yabancı kadınların fettanlığını, Türk erkeğinin, sultan bile olsa onlar karşısındaki zayıflığını seyrediyorsunuz.
Bana siz seyrettiniz mi hiç bunu derseniz yalanım yok merak edip birkez bile açmadım. Ama gazetede her hafta ne oluyor ne bitiyor okuyorum. İstemesem de okuyorum çünkü manşet oluyor her hafta bir konusu. 24 askerimizi kaybettiğimiz o gece sadece neresi ne yapıyor bu televizyonların diye merak ettiğim için her televizyon kanalını tek tek açıp kapamıştım. O sırada, ilkokul müsameresindeki gibi giyimli, ve yine okul piyesindeki bir kaliteyle sahnelenmiş bir iki görüntü gözüme çarptı. Malkoçoğlu veya Karaoğlan kılıklı biri camdan bir yabancı kadının odasına tırmanıyor. Aman ne laflar, ne iç sızlatan aşk!
Bunları izleyenlere ve bu hapları yutanlara ne diyeyim? Yazıklar olsun! Siz kendinizi kullandırmasanız bunlar böyle cüretle sizin beyninizi ince ince işleyemezler….
Bir açıkhava manavının önündeki gölgelikte kadınlarla oturuyorum, sohbet ediyoruz. Bana soruyorlar, nerdesin, nerelisin… Ben de onlara ne yaptıklarını, ne işlediklerini… Biri diyor ki, İngilizle evli falanların Mehmet’i biliyor musun? Evet diyorum. Benim gelinim de o gelinin arkadaşı, memleketlisi. Laf önüme geliyor:
“Neden evlendiriyorsunuz oğullarınızı yabancılarla, hele hele İngilizlerle? Türk kızlarına kıran mı girdi? Allah bana nasip etmesin…”
Kadın birden köpürüyor : “Neden nesi var bunun? Ben gelinimi seviyorum!” Tamam sev ama şu soruma cevap ver: “Torunların müslüman mı? Türk mü? Adları ne?”
Bunlara cevap veremiyor ama sünnet ettirdilerdi, diyor. Yanındakinden destek istiyor: “Değil mi?” diyor.
Sünnet bir ölçüymüş gibi. Sünnet bir sağlık modası şimdi yabancı ülkelerde. Hem Yahudiler de sünnet ettiriyor doğar doğmaz hastanede üçüncü gün… Bu Yahudi modasını Mehmet Ali Erbil başta olmak üzere televizyonlarda nice ünlü yaygınlaştırmaya çalışıyor. Gerekli gereksiz bu üç günlük sünneti övüyor, bizim geleneğimizi sarsmak, değiştirmek istiyorlar…
Kendi köklerinin değişeceğinin, yabancı gelinlerle, oğlunun istemese de kendisiyle yabancılaşacağının ayırdında değil bu analar… Burada birini görüyoruz, falancanın sevgilisi bu Hollandalı kız, diyorlar. Bu Rus, şunun ikinci eşi. Bu, memleketten arkadaşını da getirtti, falancanın oğluyla dost yaptı, yakında nikahı var.
Siz Almanya’ya sadece işçi göçü mü oldu sanıyorsunuz? Türk soyu göçü de oldu. Orada biraz yaşarsanız hemen farkedersiniz. Azcık fazla para kazanan, bakkalı çakkalı olan yani oraların iş sahibi Türkleri, doktoru, mühendisi hiç eksiksiz Alman kadınlarla evlidirler. Bir şekilde seçilmişlerdir… Çocukları mı? Anne yabancıysa çocukları nasıl olacak? Dili anadili, örfü adeti anasının âdeti…
Böyle ne çok öğrencim olmuştu. Alman annesi veya Türk babası, çocuğum Türkçe de öğrensin diye okula getirirler, yani Türkçe dersimize kaydettirirler. Çocuk Türkçeye ilgisizdir evde Türk diliyle konuşulmadığı için. Zorla bir iki gelir, sonra kaytarır.
Bu çocuğumuzu bize kazandıralım, Türkçeyi sevdirelim, öğretelim, belki tarihimizi de öğrenir büyüyünce, kendisinin Türk tarafıyla gurur duyar dersiniz ama bu iş uzun soluklu olmaz… Yol bir şekilde tıkanır…
Diyeceksiniz ki, herkes böyle değil, benim bir tanıdığım var, böyle olmadı, ben de evlendim, böyle değilim…
Herkes böyle olacak , herkes değişecek diye bir kural yok zaten. Bu uzun soluklu bir devşirme oyunu. Sabırla, kuşaklar boyu bekleyerek yavaş yavaş amaca ulaşacaklar…
Böyle böyle adımlarla Türklüğümüzü ve müslümanlığımızı yavaş yavaş kaybedeceğiz…
Bu işte özellikle televizyonlardaki dizileri kullanıyorlar. Ege’de Kurtuluş Savaşı yıllarında geçen, üç kız kardeşin başından geçenleri anlatan bir dizi vardı:
Evin küçük kızı bir Rum askerine aşık. Ege’de Rumlar olmadık vahşeti yaşatıyorlar, ordumuz savaşıyor, bu Türk kızı da Rum askerin aşkından yataklara düşüyordu. Bu, işin insani boyutuymuş… İnsani boyut, yok bu aşk, bu insanlık ayağına, film millîyetçi Türklere tarihinden kesitler verirken, asıl mesajı bu Rum’a aşıklık, bu Rum’u yücelten bölümleriyle veriyordu. Sanırsınız biz Yunan’a saldırdık. Sanırsınız Ege’de Rumlar haksızlığa uğradılar, çok masumdular onlar çok… Kötü olan biz…
Kurşun Yarası’nın Cemal’i, Yunan komutanın kızına aşık… En kahraman asker bile bir şekilde bir Yunan sevgili buluyor. Asker başında kalpak, atının üstünde, cepheye gidiyor: Yunan kıza,”Hep seni düşünece’m, geceleri gözlerimi kapayınca bir tek seni… bir de hürriyeti… “ demişti bir sahnede. Hiç unutmadım. Böyle sahnelerle, milletimize savaşı böyle kazanmışız düşüncesi veriliyor, buralar bizim kadar Yunan’ın deniyor. Bu düşünce farkettirilmeden masum aşıklar eliyle beyine şırınga ediliyor.
İzmir’in işgalinde Yunan’ın ve yerli Rumların nasıl işbirliği yaptığı, halkın nasıl canına kastedildiği, köylerimizin nasıl yakılıp yıkıldığı, kadının kızın ırzına geçildiği gözden kaçırılıyor… Bunları söylemek yasak…
Yine temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan yabancı Damat dizisi.
Yunanistan’da izlenme rekorları kırmış. Yunan beğendiğine göre, onların milliyetçilik duyguları okşandığına göre bize karşı bir film olmalı bu, bile diyemedik, üzerinde düşünemedik…
Dizide bütün aşklar yabancılara karşıydı.
Türk kızı Yunan oğlana. Evden bir oğlan, Fransız kızına. Kurtuluş Savaşın’da savaşmış “Gazi Dede”, hem de Antepli dede, kendi yaşındaki bir Yunan madamına…

Bu kadar da olmaz demeden, kuzu kuzu seyretti millet sesizce bu mide bulandırıcı hikayeyi…
Sonra bu çocukların dini ne olacak, diye sorulmuştu dizideki anne babaya Yabancı Damat’ta. Türk tarafı cevap vermişti: “Büyüyünce çocuğumuz dinini kendi seçecek!”
Ben sana hayran, sen cama tırman…
Bu hikayelerle bizimkiler mest edilirken, Yunan’la Kardak krizi çıkıyor, Yunan, Kıbrıs benim diyor, deniz sınırlarımızı saymıyor, Ege benim diyor, Trakya sınırına hendek kazıyor, vakıf mallarını geri istiyor, devlet içinde devlet demek olan ekümeniklik için uğraşıyor, Bizans’ı canlandırmaya çabalıyor, boş meydanda at koşturuyordu. Kimsenin bunlara aldırdığı falan yoktu.
Yakın zamanda bir manken Yunan’la evlenip din değiştirmişti ve orada, kilisede evlenmişti. Bu olay, aylar boyu baş haber olmuştu. Kınayarak falan değil ha, imrendirerek, bal dökerek lâflara tatlı tatlı anlatarak…
Yine nice ünlümüz, ünlü derken şarkıcı artist takımı, yabancılarla evlenip evlenip boşanmışlardır. Magazincilerin gözdesi olmuşlardır bunlar her zaman…
YCHP lideri Kılıçdaroğlu yaz aylarında bir nikaha şahitlik etti, bir ünlü sosyetik ailenin kızıyla Japon evliliği.
Gazetelerde “Japon Damat” diye başlık atıldı kaç gün. Muhalefetin lideri, ifadesi anlaşılmayan o bildiğiniz bakışlarla baktı gözümüze gözümüze gazetelerden…
Bir taksici dizisine, geçen yıllarda bu Osmanlı dönemi hayranları ne yaptılar ettiler bir Rum kadını figürü sıkıştırıverdiler.
Yine ünlü artistlerimiz ve şarkıcılarımız birbirleriyle yarıştalar, çocuklarına yabancı, aykırı isimler koyma yarışındalar. Biri çocuğuna Leo adını vermiş. Kızın adına soyadına bakıyorsun: Türk. Çocuğu: Leo.
Mehmet Ali Erbil’in çocuğunun adı Yasmin. Yasemin değil. Merak ediyorsanız şöyle bir bakın çocuklarımızın adları nasıl değişiyor! Yunan madamının adı Ada’yı çocuğuna koyan koyana.
Kendilerini Türk saydığınız, öyle bildiğiniz pek çok kişinin böyle hâlleri var. Hepsinin bir rolü var…
Böyle böyle adımlarla kimliğimizi, Türklüğümüzü ve müslümanlığımızı yavaş yavaş kaybedeceğiz…

Feza Tiryaki
İLK KURŞUN

Ek: Tam yazıyı yazdım gönderdim ki Hakkari’de üç şehit haberi düştü bilgiağı gazetelerine. İki askerimiz mayından, bir astsubayımız çatışmada şehit edilmiş. Öğlen saatlerinde Van’da can kaybı olduğu söylenen büyük bir deprem olmuş…
Üzüntüden şaşkınlaştık… Şehit acımıza, depremde hayatını kaybeden insanlarımızın acısı karıştı… Enkaz altında yaralılarımız var.
Bu acılarla yeniden sarsılınca bu yazımı göndermek ne kadar uygundur bilemedim… Yine de hep gündemimizde olacak olan, bizim kimliğimizi hedef alan bu düzen üzerinde vakit bulup düşünmek isterseniz bu yazdığım konuyu küçümsemeyiniz…
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)