Reha Muhtar yazdı:"Depremlere çok hazırlıklıymışız bravo bize!''

Türkiye’de artık ülkenin hangi büyük sorununa baksanız, hangi önemli konuda sorular sorsanız “pespembe” tablolarla karşılaşıyorsunuz. Durum pembe tablo çizecek kadar kurtarmıyorsa o zaman da “o sorun mevcut değilmiş, ileri tarihlere ertelenebilirmiş gibi” davranılıyor. Adeta Türkiye; her gün onlarca can alan terörden trafiğe, kadın cinayetlerinden depreme kadar her sorununu halletmiş, medeniyette tavan yapmış da kala kala sadece diğer ülkelerin sorunlarını halletmek kalmış gibi aylar boyu onlara yoğunlaşıyoruz..

Bugün “TEM’de 9 kişinin ölümüyle sonuçlanan trafik felaketini” yazacaktım ki Van’daki büyük deprem haberi geldi. Otoyollarda bile bu kadar büyük kazaların olması ihmale, kontrolsüzlüğe bağlı.. Biz gazeteye o kazanın olduğu yoldan gidip geliyoruz. Hava biraz karardıktan sonra tek bir polis kontrolü yok. Gündüz ve akşam bütün açıkgözler en sağdaki servis yolundan hızla gidiyorlar. Bu kazayı yapan TIR gibi ağır araçlar ise en sol şeritte, 80 km hızla giden arabalardan yol istiyor, onları sıkıştırarak geçmeye çalışıyor. 9-10 kişinin öldüğü kazalar olursa bakıyorsunuz bir süre ortada trafik ekipleri..

AMBULANS YOK, KURTARMA EKİBİ YOK!

Bunları söylediğinizde sorumlular bozuluyor (geçmişten bugüne hiç değişmedi, 21’inci yüzyıl bile lafta kaldı), söylemezseniz her alanda görülen ihmaller yüzünden “ülke büyük savaşların içindeymiş gibi” yüzlerce can kaybını içiniz kan ağlayarak izliyorsunuz. Bu ülkenin vatandaşı olarak içinizin bir şekilde ağlamadığı tek gün geçmiyor.

Eğer 24 şehitten, hala dün Hakkari’de verdiğimiz 3 şehit ve Şemdinli’de mayın patlamasındaki 2 şehitten kalan göz yaşlarımız varsa onları da Van depreminde kaybettiğimiz yüzlerce insanımız için dökeceğiz.. Dün 9 yaşında bir kız çocuğun cesedini çıkardılar. Kim bilir daha kaç çocuk, kaç genç çıkacak enkazların altından..

Kandilli Rasathanesi önce depremin “6.6 şiddetinde” olduğunu açıkladı, bir süre sonra “7.2”de karar kıldı. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi’nin verdiği 7.6’dan mı etkilenip değiştirdiler bilinmez ama bunu da “deprem merkezinden uzaklaştıkça etkinin daha iyi anlaşıldığı” benzeri bir nedene bağladılar. Nasıl yani, aynı Kandilli bulmuyor mu iki rakamı da? Bundan önceki depremlerde nasıl anında doğru ölçü veriliyordu? Rasathane’nin bile bu kadar farklı değer bulduğu görülmüş şey midir?

Depremden saatler sonra bile TV haberleri “can kaybı sayısını” veremedi, ancak akşam saatlerinde Kandilli’nin Müdürü “Ölü sayısını 700 ile 1000 arasında tahmin ettiklerini” açıkladı. Rasathane akşama doğru bunu açıklarken Erciş Belediye Başkanı da, depremzedeler de çok sayıda ölü olduğunu ama kurtarma ekibi olmadığını, ambulans bile bulunmadığını açıklıyordu.

OTEL, HASTANE, YURT YIKILIR MI?

Gün boyu ekranlardan kurtarma çalışmalarını izleyenler, bu çalışmaların can havliyle yardıma koşan vatandaşlar tarafından yapıldığını, ortada askeri veya sivil kurtarma ekipleri olmadığını, sağlık ekiplerinin de çok geç geldiğini gördüler. Nitekim depremin en yoğun hissedildiği Erciş’in Belediye Başkanı durumun çok korkunç olduğunu bildirdikten sonra “çok acil yardım istediğini, sağlık ve kurtarma ekibi gönderilmesi gerektiğini” haykırıyordu.

Oysa bundan 6 ay, bir yıl önce “deprem konusunda ne gibi çalışmalar yapıldığı, kaç binanın güçlendirildiği, acil yardım organizasyonlarının en çabuk devreye girecek şekilde hazırlanıp hazırlanmadığını” sorsanız gelecek cevap “her şeyin kontrol altında olduğunu, ülke çapında binaların çoğunun depreme dayanıklı hale getirildiğini” anlatır. Doğru cevabı ise maalesef ancak büyük bir deprem ve büyük can kaybı veriyor. Tuzla buz olan, yere yapışan binaların arasında 2 otel, 1 hastane, 1 öğrenci yurdu da yıkılıyor.

Bu gün Van’da karşılaştığımız hazırlıksız görüntünün benzeriyle “beklenen büyük İstanbul depremi”nde karşılaşılmayacağını artık kim garanti edebilir? Edilse bile kim inanabilir?

Hükümetlerin bir numaralı görevi “vatandaşın güvenliğini sağlamak” olduğuna göre bunu başarsınlar artık!

*****


Soyadı ‘namus’ olursa, kadın istediği adı kullanır!

Sevgili okurlar, bildiğiniz gibi Anayasa Mahkemesi kadınların ‘evlendikten sonra yalnız kızlık soyadını kullanması’ için açılan davaları reddetti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye’yi bu konuda mahkum ettiği için karar, AİHM kararına da aykırı oluyor.

Ve bu da Avrupa ülkelerinin hiçbirinde geçerli değil, tamamında kadın; kızlık soyadını alabiliyor. Sadece “Avrupa Birliği’ne bizi de alın” diye yıllardır dil döken Türkiye kadın vatandaşlarını “erkeğin adı altında” tutmakta kesin kararlı.. O neden? Çünkü başta Parlamento’su olmak üzere her alanda olduğu gibi Anayasa Mahkemesi’nde de erkekler “egemen” durumda ve onların dediği oluyor. Buna rağmen karar 8’e karşı dokuz oyla alınmış. Yani erkeklerin çoğu “Burası yüksek mahkeme, tarafsız gözle bakmazsak ayıp olur” diyerek vicdanlarının sesini dinlemiş.

Buna “Türkiye’deki olayları doğru izlemiş, doğru okumuş” da diyebilirsiniz. Bakın şimdi; AYM’nin gerekçeli kararında “Kadının evlenmekle kocasının soyadını almasının cinsiyet ayırımına dayanan bir farklılaşma yarattığı savı doğru değildir. Durum ve konumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Belirtilen gerekçelerle yasa koyucunun takdir yetkisi kapsamında aile soyadı olarak kocanın soyadına öncelik vermesi eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmamaktadır” deniyor.

CİNAYETLERİ GÖRMÜYOR MUSUNUZ SİZ?

Açalım, diyor ki :

“Mesele sadece kadın-erkek arasındaki cinsiyet ayırımcılığıdır ve soyadı konusu da bir ayırımcılık içermemektedir. Ayrıca farklı toplumlarda soyadı veya bir başka konu farklı değerlendirilebilir. Türkiye’de de bu eşitlik ilkesine aykırı değildir”.. Haydi diyelim ki bu yasa koyucular (yani Meclis) kadının evlenme durumunda istemese bile “baba isminden koca ismine geçmesini ve başka bir seçeneğinin de olmamasını” 21’inci yüzyılda da sürdürmek istiyor çünkü Türk erkeğinin egosu bunu ister.. Peki bu ülkeyi yönetenlerin de içinde olduğu Meclis “Benim adımı taşıyorsun, öyleyse benim namusumsun” diyerek, hiçbir hatası-günahı olmayan eşlerini ya da boşanmak isteyen eşlerini kıskançlık nedeniyle öldüren erkekleri, namus cinayeti adı altında işlenen cinayetleri görmüyor mu?

DEMOKRASİ VAR MI, YOK MU KARAR VERİN!

Bugüne kadar görmemiş mi? Ya Anayasa Mahkemesi’nin 9 üyesi, onlar da mı görmemiş? Nasıl olur da tek meselenin “cinsiyet ayırımcılığı” olduğunu söyleyebilmişler? Erkek egoları bu cinayetlerden bile baskın mıdır?

Bu yasa “özellikle de Türkiye’de” mutlaka değişmeli, isim-namus ilişkisi ortadan kalkmalı, erkekler de “herkesin kendi namusundan sorumlu olduğunu” kafalarına sokmalıdır. İsteyen kocasının adını alsın, istemeyen almasın, demokrasi dediğiniz şey sadece “canınız istediğinde” teşrif buyuracak, istemediğinizde çekip gidecek mi yani?

AYM, kendisine olan güveni sarsmaktan kaçınmalıdır.

Ruhat Mengi
Vatan
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)