Altan Öymen yazdı:"1937, 1938 ve bugün..."

Dersim'de devletin 'teh-likeli' gördüğü sanıklar, o zamanki en ağır cezaya çarptırıldı. Bugün de birçok 'tehlikeli sanık' için, 'bugünün en ağır cezası' isteniyor.

Devletler, kendileri için tehlikeli gördükleri gelişmeler karşısında önlemler alıyorlar. O tehlikeli gelişmelere neden olduklarını düşündükleri kişiler veya gruplar hakkında yaptırımlar uyguluyorlar.
O yaptırımlar haklı mıdır, haksız mı, gerekli mi, gereksiz mi? Gerekli sayılsa bile orantılı mı, orantısız mı?
Bu önlemler ve yaptırımlar, eğer devletin yapısı müsaitse, daha karar aşamasındayken tartışılabiliyor. Yasama organında, kamuoyunda, basında, ilgili tüm kurum ve örgütlerde, her yerde...
Devletin yapısı müsait değilse veya dönemin konjonktürü içindeki başka etkenler önleyici rol oynuyorsa, o tartışma, o sırada yapılamıyor. Ama bu, daha sonraları mutlaka yapılıyor.
Tabii, o günün gelmesi geciktikçe, bu güçleşiyor. Olayların tanıkları ölüyor. Belgelerle söylentiler birbirine karışıyor. Gerçeklerin tümüne ulaşıp objektif değerlendirmeler yapabilmek için, ciddi tarih araştırmalarına ihtiyaç duyuluyor.
Örnekleri, otoriter rejimlerde de vardır, ihtilal zamanlarında da, demokratik rejimlerde de... Tartışılıp değerlendirilmeleri geç kalmıştır ama, bazı devletlerin ‘tehlikeye karşı önlem alıyorum’ diye uyguladıkları bazı önlemlerin gereksiz veya orantısız olduğu ve büyük haksızlıklara, acılara yol açtığı sonradan anlaşılmıştır.
Bir kısmı üzerindeki tartışmalar hâlâ devam etse bile, bir kısmı üzerinde o konuda genel bir kanı oluşmuştur.
Dersim’de Osmanlı Devleti zamanında başlayıp Cumhuriyet döneminde devam eden ve bugün sadece bir kısmı tartışılmakta olan olayların niteliği budur.
1937 ve 1938 yıllarında devletin Tunceli’de aldığı önlemlerin ne kadar acı sonuçlar verdiği, kamuoyuna yansımamıştı. Bunlar üzerinde herhangi bir açık tartışma yapılamamıştı. Cumhuriyet’in ‘tek partili dönemi’nde bu mümkün değildi. Ama bu, 1945’te çok partili demokratik süreç başladıktan sonra da mümkün olmadı. 1946-1950 Meclisi’nde, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün başkanlığındaki –iktidar partisi- CHP’nin yanında, iki parti daha vardı: Celal Bayar’ın başkanlığındaki Demokrat Parti ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın başkanlığındaki Millet Partisi. Tek parti dönemiyle ilgili birçok eleştiri konusu Meclis gündemine getirildiği halde, o konu üzerinde tartışma açan olmadı.
O tartışma, Bayar’ın cumhurbaşkanı olduğu ve Demokrat Parti’nin iktidarda bulunduğu 1950-1960 döneminde de yapılmadı.

***

Konu üzerinde tartışmalar ve araştırmalar daha sonraları başladı. Yapılan araştırmalardan şimdiye kadar çıkan sonuçlar, Tunceli’de o yıllarda fevkâlâde acı olaylar yaşandığını doğruluyor.
Tabii, şu günlerde Başbakan Erdoğan’ın bunları, Kemal Kılıçdaroğlu ile siyasi mücadelesinin malzemesi haline getirmesindeki haksızlık da, her konuşmasında kendini gösteriyor.
Şu ihtiyaç ortada: Konunun tüm unsurlarıyla ortaya çıkması ve objektif olarak değerlendirilmesi için Genelkurmay arşivlerinin konuyla ilgili bölümlerinin açılması ve tarihçilerin bunlar üzerinde çalışabilir hale gelmesi gerekli...
Başbakan’ın devlet adına özür dilemesinin de, bir polemik konusu olarak değil, ciddi ve tarafsız bir araştırma sonucunda yapılacak değerlendirmelerle somut bir içeriğe kavuşturulması ve pratik sonuçlar vermesi gerekli.
Ve bence Başbakan’ın bu olaydan şöyle bir ders almasında da fayda var:
Dersim’de devlet kendisi için ‘tehlikeli gördüğü’ bir gelişmeye karşı önlem aldığını düşünüyordu. Devletin askerlerinin operasyonlarıyla eş zamanlı olarak devletin savcıları da, ‘tehlikeli’ olduklarını düşündükleri sanıklar hakkında dava açtılar ve onlara en ağır cezanın uygulanmasını istediler.
O zamanın en ağır cezası idamdı. Bugünün, Türkiyesi’nde çok şükür artık, idam cezası yok. En ağır cezaların üst sınırı, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası...
Başbakan hesabını ezbere biliyor mu, bugün ülkemizde, gene devlet için tehlikeli faaliyetlerde bulundukları iddiasıyla, haklarında o ‘en ağır ceza’ların (yani TCK’nın 311, 312, 313’ncü vb. maddelerindeki cezaların) istendiği sanıkların sayısı kaç?.. Silivri’deki davalarda, Diyarbakır’daki ve yurdun diğer yerlerindeki benzer davalarda?..
Bugün onların üzerinde –çeşitli nedenlerle- fazla konuşulmuyor. Ama hiç olmazsa biraz olsun ‘düşünülmeli’dir. Hele birer ‘yargısız infaz’ haline dönüşmüş olan ‘tutukluluk cezaları’nın, ‘gerekli mi, gereksiz mi’, ‘haklı mı, haksız mı’ olduğunun, bir gün mutlaka gündeme gelip, gereği gibi tartışılacağından hiç şüphe edilmemelidir.

Altan Öymen
Radikal
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)