Arslan Tekin yazdı:"Ata’dan tarihi ders"

Kendi kurduğu Meclis’te anılacak Abdülmecit için “Batı’nın baskısına boyun eğdi” diyen Atatürk, BOP hayalcilerini de uyarmıştı!
1 - Devleti parçalatan ‘açılım’cı padişah
Atatürk, AKP’nin ’reformcu’ diye Meclis’te anacağı Osmanlı padişahı Abdülmecit için çok net tavır koymuştu: Batı’nın tazyikiyle gayrimüslim unsurları memnun etmeye çalıştı, ülkeyi ‘vesayet’ noktasına getirdi.

2 - BOP tipi projeleri 90 yıl önce gördü
Büyük önder Atatürk, İslâm şemsiyesi altında Yeni Osmanlı hayalleri kuranları da BOP ülkelerinin adlarını dahi tek tek vererek uyarıyor: Pan-İslamizm hayaldir. Akla, mantığa, bilime aykırıdır. Sonu hüsran olur.

Mustafa Kemal Atatürk “bugün”ün cevabını “dün”den vermişti
İki gün önceki yazımda Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamadan devleti yönetemezsiniz, demiştim.
“Atatürkçü” olmak zorunda değilsiniz ama “Atatürk”ü anlamak zorundasınız.
Mustafa Kemal İstiklâl Savaşının başkomutanıdır. Bu cumhuriyetin kurucusudur.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şimdi Mustafa Kemal’i anlama temrinleri yapıyor. 10 Kasım’da Ankara’da Millî Kütüphanedeki konuşmasında Atatürk’ten sözler almış ve onun millet tarifine tam olarak katıldığını söylemişti. Kısaca: Atatürk milleti “ırk” üzerine tarif etmiyordu. (Aklı olan “ırk” üzerine tarif etmez zaten!)
Ama her milletin, her cemaatin, her cemiyetin bir adı vardır... Atatürk bu adı vermiş, ama Recep Tayyip Erdoğan bundan imtina ederek sadece bir “cemiyet” demiştir.
Hükûmeti kuranlar eski MSP’liler...
R. T. Erdoğan, MSP’nin gençlik kolu başkanlığına ve Akıncılar Derneği’ne uzanıyor.
Bu partide ve bu dernekte faaliyet gösterenler Mustafa Kemal’i peşin mahkûm etmişlerdir.
Mustafa Kemal onların görüşünde;
Osmanlı’yı yıkmıştır,
Hilâfeti kaldırmıştır,
Müslümanlar arasına tefrika sokmuştur...
Ve
“Türk” demiştir.
Bir: Osmanlı’yı yıkan Mustafa Kemal değildir... (Ayrıntıya girmek çok ayıp! Herkesin bilmesi gereken bir husus çünkü.)
İki: Hilâfeti kaldırsa ne olur, kaldırmasa ne olur... Esbab-ı mucibesi Çehar Yar-i Güzin’den sonra tedricen yok olmuştur.
Üç: “Türk” demiştir, diyorlar
Şimdi Mustafa Kemal gibi konuşayım!
Efendiler! Ne diyecekti? Bu toprakların aslî unsuru ve hâkim unsuru Türk’tür ve Türk bayrağı altında bütün anâsır (unsurlar, etnik gruplar) toplanmıştır. Bütün anâsırın adıdır Türk!
“Türk” demenin “ırkçılık” demek olduğunu kim öğrettiyse bunlara onun asıl niyetini sorgulamak gerekir.
Asıl niyet belli.
Bütün bunların cevabını “dün” Mustafa Kemal Atatürk vermiştir.
Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, “bugün”ün cevabını arıyorsa “dün”e bakmalıdır.

***

R. T. Erdoğan ve arkadaşlarına kolaylık olması için Mustafa Kemal’in bugünü açıklayan sözlerini aşağıya alacak ve yer yer araya gireceğim.
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Mustafa Kemal’in konuşmalarını “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” başlığı altında üç cilt hâlinde bir araya getirmiştir (2006).
Başlığına bakarak metin üzerinde oynandığını sanmayın... Atatürk hangi kelimeleri kullanmışsa onu vermişler.
Mustafa Kemal, çok güzel konuşuyor. Natıkası güçlü... Muhâkemesi derin ve veciz.
Öyle metinler var ki, mekteplerde okuma parçaları olarak ama kelimeleri hiç değiştirilmeden okutulmalı, öğrencilerin veciz anlatımlarına yardımcı olunmalıdır.
Bir metni anlaşılmıyor diye değiştirirsen, o metin o şahsın olmaktan çıkar.

***

Mustafa Kemal Pan-İslâmizme dair bugünün İslâm dünyasındaki olaylarına ışık tutacak sözler söylüyor...
R. T. Erdoğan’dan önce ustası Necmettin Erbakan merhum, çok heveslenmişti Müslüman devletler ortak pazarına, Müslümanlar arası dayanışmaya... Hepsi sanki “ideal Müslümanlığı” idrak etmiş, geriye bir araya gelmeleri kalmış gibi. Recep Tayyip Erdoğan da ustasının izinde yürüdü...
Mustafa Kemal’i dinleyelim:

Pan-İslâmizm hayaldir ve sonu da hüsrandır...
ABD’nin kotardığı Büyük Ortadoğu Projesi’nde eşbaşkanlık görevi üstlenen ve “İslâm” şemsiyesi altında Yeni Osmanlı hayalleri kuran AKP’ye Mustafa Kemal, itiraza mahal bırakmayacak şekilde bir ders veriyor. Atatürk, bu maceranın sonunun hüsran olacağını şöyle anlatıyor:
“... Efendiler, münferiden malik olduğumuz akide-i siyasiyeyi ifade edebiliriz; bunun mahallî ifadesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin kanunları ve bu kanunların esbab-ı mucibe lâyihaları değildir! Efendiler, Panislâmizmi ben şöyle anlıyorum: Bizim milletimiz ve onu temsil eden Hükümetimiz bittabi dünya yüzünde mevcut bilcümle dindaşlarımızın mesut ve müreffeh olmasını isteriz. Dindaşlarımızın muhitat-ı muhtelifede vücuda getirmiş oldukları heyeti içtimaiyenin müstakilleri yaşamasını isteriz. Bununla âli bir zevk ve saadet duyarız. Bütün beşeriyet-i islâmiyenin, dünyayı İslâmiyetin refah ve saadeti kendi refah ve saadetimiz gibi kıymetlidir! Ve bununla çok alâkadarız. Ve bütün onların dahi aynı suretle bizim saadetimizle alâkadar olduklarına şahidiz. Ve bu her gün müncelidir. Fakat Efendiler! Bu heyet-i içtimaiyenin büyük bir imparatorluk, maddi bir imparatorluk halinde bir noktadan sevk ve idaresini düşünmek istiyorsak bu bir hayaldir! İlme, mantığa, fenne muhalif bir şeydir! Efendiler dikkat buyurunuz ve bir hakikat-i tarihiye, bir hakikat-i fenniye ve ilmiye olarak daima hatırda tutunuz ki bir cism-i siyasinin hududunu geçemiyeceği bir gaye-i kuvva vardır! Nasıl ki bir insanın hüsn-ü teşekkülü için birtakım mâkul ve tabii hatlar vardır. Eğer bu hatlarda gayri tabiîlik olursa, eğer teşekkülü beşeride bu hatların tecavüz edilmesi mevzuubahis olursa o zaman karşınızda ya sıfıra müncer olmuş bir cüce, veyahut dev gibi bir şey görürsünüz! Teşekkülü insanî için böyle olduğu gibi insanlardan mürekkep olan cemiyetlerde de bu kaide aynen baki ve caridir.
Efendiler! Birkaç asır evvelki vaziyetimize irca-ı nazar buyurunuz: Afrikalar, Suriyeler, Iraklar, Makedonyalar, Bulgaristan, Sırbistan ve ilâ-ahır... Bütün bu aksam-ı memaliki nazarı dikkate alınız. Ve ondan sonra bugünkü vaziyetimizi nazar-ı dikkate alınız. Efendiler, bütün bu muhit, bu vâsi daire içersinde iklimi muhtelif ve orada sakin olan akvamın tabayii muhtelif, her şey muhtelif olduktan sonra bunların heyeti umumiyesini bir imparatorluk altında bulundurmak ve yaşatmak mümkün müydü?
Tabiata, akla ve kanun-u tabiata mugayir olduğundan dolayı neticenin ne olduğunu görüyorsunuz! Herhalde Afrika’da başka, Suriye’de başka bir şey olacak, Irak’ta başka bir şey olacak, her yerde başka bir şey olacak, bizim muhitimizde başka bir şey olacak!.. Bunların birinin diğerine benzetilmesi, benzetilmeğe kalkışılması doğru değildir. Fakat islâm olan içtimai kütlelerin, dediğim tarz-ı tabiîde taazzuv ve teşekkülünü ve muhafaza-i istiklâlini temenni ederek imrar-ı hayat eylemesini ve mesut olmasını tekrar ediyorum- kendi saadetimiz gibi telâkki eden bir milletiz.”

***

Bazı kelimeleri ve terkipleri açıklayacağım:
muhitat-ı muhtelife: Değişik muhitler
Münceli: Tecelli eden
gaye-i kuvva (burada): Gücün sınırı.
Taazzuv: Şekillenme.
İmrar-ı hayat: Hayatını sürdürmesi.
Mustafa Kemal, Müslümanları kendisinden görmüş ve onların imrar-ı hayatını temeni etmiştir ve bundan mutluluk duyacağını belirtmiştir. Aması var, yukarıdaki izahında.. Herkes kendi hayatını kursun ve birbirimize karışmayalım!
Ve daha yukarıda neden bu kadar milletin bir arada yaşayamayacağını veciz olarak anlatıyor.
Pan-İslâmizm hayaldir
ve sonu da hüsrandır..

Abdülmecid açılımı ne getirdi?
“Büyük açılımcı” diye Abdülmecid’i anıyorlar. Abdülmecid Avrupalıların dayatmaları üzerine “açılım” yapmıştı.
Şimdiki hükümet de “Kopenhag Kriterleri” diyerek Avrupa Birliğinin dayatmalarını üçerine açılım yapıyor... Maksat “PKK açılımı”dır. “Açılım” başlıyla yaptıkları diğer açılımların hepsi “PKK açılımı”na destektir. Önceden de yazdığım gibi, milletin tepkisini azaltmaktır.
Abdülmecid’in açılımı adım adım Osmanlı’yı yıkmıştır. Osmanlı topraklarından kaç devlet çıktı biliyor musunuz? Tahmin edemezsiniz... Tam 50 devlet ve otonom bölge çıkmıştır.
Abdülmecid zamanı (1823-1861) Osmanlı toprağında başkalarının hükmünün geçmeye başladığı zamandır. Bu hükmü pekiştiren de birincisi Gülhane Hatt-ı Hümayunu (Tanzimat Fermanı) (3 Kasım 1839), bu yetersiz görülünce yine Batının bastırmasıyla Islahat Fermanı yürürlüğe konulmuştur (18 Şubat 1856).
Mustafa Kemal bu zorlama “açılımlar”ın ne manaya geldiğini şöyle açıklıyor:
“Bütün Avrupa hükümetlerini düşününüz. Müttehide-i Amerika’yı teşkil eden birçok hükümetlerden her birinin şekli kanunisi bile başka başka şeylerdir. Binaenaleyh kendimizi dünyada mevcut bulunan herhangi bir hükümete benzetmek kadar hata olamaz. Bunu tashih etmek muvafık olur zannederim. Biz kendi benliğimiz içinde ve kendi mizaç ve tabiatimizle terakki ediyoruz, ve edeceğiz inşallah!.. Şimdi devam edelim. Size bir tablo yapacağım. Sultan Mahmud-u Adlî devrinde ve ondan sonra Sultan Abdülmecit zamanında belki Reşit Paşaların teşvikiyle, daha doğrusu dâhil-i memlekette isyan ocağını körüklemekte olan anasır-ı gayrimüslimeyi memnun etmek zaruretinden, bunların memnuniyetini iltizam eden Avrupa’nın ve garbın karşısında bir şey yapmak lâzım geldi. Gülhane Hattı Hümâyunu meydana çıktı. Bu Gülhane Hattı Hümâyunu Devleti Aliye-i Osmaniye’ye cihet-i tatbikiyesi itibariyle ıslahat-ı hakikîye denecek derecede bir semere vermedi. İsyan-ı dahilî devam ediyordu. Haricin tazyikatı vesaire devam eyliyordu. Biliyorsunuz, Kırım’da Paris’te müsalâha neticesinde tekrar bir ıslahat fermanı vücude getirmek lâzım geldi. Bu fermanlar muhteviyatını bir an için hatırlayınız: Birincisinde emniyetten bahsolunuyordu, ikincisinde tebaa-i Osmaniye’nin hürriyet ve müsavatı mevzuubahis idi. Gerçi, Salâhattin Beyefendinin bilmünasebe, müsavata şu kadar bin sene evvel, mazhariyetimizi beyan buyurmuş olmalarına rağmen, devletin teşkilât-ı esasiyesinde kanun olarak veyahut ferman olarak ilk defa o zaman telâffuz edildi. Bu da arzuy-u ağyar-ı tatmin edemedi. Onu mütaakıp Sultan Aziz zamanında Âli ve Fuat Paşaların himmetiyle bazı ıslahat-ı adliye yapıldı. Fakat netice-i müsbite yok idi, görülemiyordu. Bunu temin gayesine matuf bir ferman-ı hümâyun daha çıktı, işte bu ferman-ı hümâyunda bir Meclis mevzuubahis oldu. Fakat bu Meclis mevzu ıslahatı takip ve teftişe hizmetle muvazzaf oldu. Avrupalılar, bu Meclisin islâm ve hıristiyan azadan mürekkep olmasını talebettiler. O dakika-i tarihiyeyi çok kuvvetli hatıratla düşününüz Efendiler! Dâhilden isyan, hariçten tazyik devam ediyordu. Makam-ı saltanatı işgal eden zat, israfat-ı bî-nihaye ile meşgul ve mecnundu. İşte o zaman bazı erbab-ı hamiyet, milletin selâmet-i hayatiyesini temin edecek bir kanun talebine kıyam cüretinde bulundular ve en nihayet saraya hücum ettiler. Sultan Aziz’in intiharı üzerine Sultan Murat geçti. O da iki üç günde tecennün etti. Ondan sonra Sultan Hamit tahta geçti. Sultan Hamit tahta geçtiği zaman Avrupalılar Bosna ve Hersek memleketini ellerine geçirmek, ıslahatın behemehal iki ay zarfında tatbikini temin etmek için tazyikatta bulundular. Artık Avrupalılar bu Devleti Osmaniye’nin başlıbaşına kendisini idareye gayri muktedir telâkki edilmesi lâzım geldiğini ve binaenaleyh tahtı vesayete almak icabettiğini katî bir surette beyan ettiler!.”

***

Avrupa Tanzimat ve Islahat fermanlarını yürürlüğe koydurdu. Gayrimüslimleri öne çıkardıktan sonra Osmanlı’nın artık yeteri kadar gevşediğini ve kendi kendini idare edemez hâle geldiğini görmüş, bir vâsi tayin etmek gerektiğini söyleme cür’etini göstermiştir.
Keşke Recep Tayyip Erdoğan, Mustafa Kemal’i yeteri kadar inceleseydi., Mustafa Kemal ne İslâm birliğine, ne hilâfete bir şey diyor. Kimseyi kötülemiyor sadece şartları belirtiyor.
Abdülmecid’in açılımlarının da Osmanlı’yı nereye sürüklediğini çok açık anlatmıştır.
Avrupa, Osmanlı zamanında Gayrimüslimleri ve uzaktaki Müslüman ülkeleri ana gövdeden ayırdı. Şimdi sıra “millet”in kendisine geldi; hükümet illâ “açılım” illâ “açılım” derken bunu görmeli ve boynundaki ABD, AB boyunduruğunu silkeleyip atmalıdır.

Arslan Tekin
Yeniçağ
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)