Dersim yalanlarına kanmamak gerek

Dersim konusunda tartışmalar pek bitmeyecek gibi. Tartışmayı sürdürmeye çalışan birkaç kesim var çünkü. Bunların en baskın çıkanı “Türkiye Cumhuriyeti, devrimler ve Atatürk’le” ilgili düşmanlıklarını her fırsatta dolaylı yollardan da olsa ortaya koyanlar.

Siyasi iklim nedeniyle bu değerlere saldırmak artık daha kolay. Dersim olayı da bu kesim için can simidi gibi. Yıllardır kulağı tersten gösteren yöntemler kullanarak yaptıkları propagandaları şimdi açıktan yapabilme yeteneğine ulaştılar.

Bu kesimin hiçbir ilkesi olmadığı için Aleviliği bugüne kadar ezmiş, insan yerine koymamış, din dışı olduklarını iddia ederek Aleviliğe buldukları her fırsatta saldırmış olmalarına rağmen bir anda “Dersim hayranı” kesilmelerine de şaşırmamak gerek.

Dersim’i tartışan ikinci kesim “hangi konu Türkiye aleyhine kullanılır, Türkiye’ye nasıl zarar veririz” diye düşünmekten başka işleri olmayan maskeliler. Onlar için konu fark etmiyor. Yeter ki sonuçta iktidardan nemalanma alanı bulunsun.

Dersim konusunda söylenen iki temel yalan var:

Birincisi, “Dersim bir tabuydu konuşulamıyordu, nihayet konuşabiliyoruz” söylemi.

Türkiye’de bilmesi gereken herkes Dersim’i bilir. Dersim olayları bir tabu değildir. Ders kitaplarında da bile vardır. Üzerinde yazılan araştırmaların sayısı 100’den fazladır.

Dersim olaylarını yazdı ya da üzerinde konuştu diye baskıya uğrayan, hapse giren, sürülen, öldürülen kimse de olmamıştır.

En somut kanıtlarından biri de Necip Fazıl Kısakürek’tir. Daha 1950’lerde Dersim’i yazmıştır. Cahil olduğu için Dersim’i yeni öğrenenler “Bir tabu yıkılıyor” diye çığlıklar atıyor ama çocuk zekâsı bile “Madem bu konu tabuydu Necip Fazıl bu kitabı nasıl yazmış?” diye sormaz mı önce?

İkinci yalan ise Dersim’de bir isyan olmadığı söylemi.

Kısa bir dönem uygulanan yöntem ve sonuçları can acıtıcıdır, ama Dersim’de çok ciddi bir kalkışmanın yaşandığı bilinen bir gerçektir.

Yani konuyu sömürmek isteyenlerin söylediği gibi “Devlet ortada hiçbir şey yokken, Dersim’e saldırmış” değildir.

Bölgedeki toprak ağaları, Osmanlı’dan kalma alışkanlıklarını sürdürerek, yeni devletin hiçbir kanun ve kuralını kabul etmemişlerdi. Vergi vermiyor, mahkemeleri kendileri kuruyor, okul istemeyip kendi okullarında eğitim yapmak istiyorlardı.

Bunun da ötesinde eşkıyalık çok yaygındı. Askere yapılan saldırıların ötesinde bölgede yaşayan halka da büyük zulüm yapılıyor, köyler basılıyor, mallar çalınıyor, karşı çıkanlar da öldürülüyordu.

Bu durumda “Devlet bu kadar sert olmalı mıydı?” sorusu elbette sorulabilir. Ama ona da cevabı bugün ulaştığımız demokrasi, hukuk, insan hakları duyarlılığı ile veremeyiz.

Bütün bunların sonunda asıl merak ettiğim konu şu; ısrarla bir Dersim yarası açılmak isteniyor. Gerçeklerin ortaya çıkmasından, yüzleşmeden söz ediliyor.

O halde asıl yapılması gereken dürüst tarihçilerden oluşan bir bilimsel heyetin, devlette ve diğer kesimlerdeki tüm arşivleri toplayıp bir rapor hazırlaması değil midir? Aklına esen, yarası olan ya da siyasi pozisyonu nedeniyle konuyu sadece bir açıdan ele alan tutumlarla sonuca varabilir miyiz? Yoksa bu “yüzleşme” adı altında yepyeni düşmanlıkların filizlenmesine mi yol açar? Aklıselim sahibi herkesin bunu iyi düşünmesi gerekir.

*****


Başımız iyice dertte

İktidarın Suriye politikasında bir değişiklik var mı? Bana göre var artık. Çünkü belli ki öne geçme, bölgede itibar kazanma amacıyla Suriye’ye yönelik başlatılan sert demeç politikası, gerçek hayatla yüz yüze geldi.

İlk andaki “Bir gireriz, öte taraftan çıkarız” mantığının geçerli olmadığı artık anlaşılıyor.

Batı’nın ve şimdi de Arapların desteği ile Suriye’ye karşı yapılacak bir eylemin ters tepeceği görülüyor.

Nitekim iktidara yakın medya organlarında son birkaç gündür “Suriye bataklığından” söz edilmeye başlandı.

Ve sanıyorum İran’da dünkü İngiltere Büyükelçiliği baskını da olayı beklenmedik bir aşamaya çekecektir.

Bu nedenle çok yakın bir gelecekte Abdullah Gül - Ahmet Davutoğlu ikilisi ile Başbakan Erdoğan arasında bir gerilim yaşanabilir.

*****


Hıncal Bey’e küçük bir katkı

Sabah yazarı Hıncal Uluç Bey dün Galatasaray maçlarına seyirci gitmemesini “yönetimin yanlışlarına” bağlamış. Kendi evindeki herkes Galatasaraylı olduğu halde Galatasaray’ın maçlarının televizyondan bile izlenmediklerini anlatmış.

Galatasaray’da bir yönetim sorunu var mı, bunu bilemem ayrıca karışmam da. Ancak taraftarın maçlara ilgisizliğinin sadece yönetimsel sorundan kaynaklanmadığına inanıyorum.

Şike davası adı altında Türkiye’de futbol sevgisi öldürüldü, heyecan bitirildi.

Açık söyleyeyim, bir Fenerbahçeli olarak, lig başından bu yana hiçbir maçı izlemedim. İzlemek içimden gelmiyor. Çoğu kez ertesi gün sonucu öğreniyorum ve içimden sadece “Bu da mı şike” demek geliyor.

Birçok kişinin de eskisi kadar maçlarla ilgilenmediğini gözlemliyorum. Galatasaraylısı da Fenerbahçelisi de, Beşiktaşlısı da, diğer Anadolu kulüplerini tutanlar da bu ligden keyif almıyorlar. Hıncal Uluç Bey’in yazısında eksik kalan bu.

NOT: Hıncal Bey’in trafik magandaları için yazdığı “O çocukları” yazısını çok kıskandığımı da söyleyeyim bu arada.

***


CHP milletvekili Mustafa Balbay, bugün Silivri’deki bininci gününü dolduruyor. Yargı uzun süre “tutukluk” yapınca tutukluluk süreleri de uzun oluyor haliyle! (Gani Yıldız)

*****


Hüseyin Aygün

Dersim tartışmalarının tetiğini çeken CHP’li Milletvekili Hüseyin Aygün’ü izledim önceki gece CNN’de, Ahmet Hakan’ın programında.

Nasıl sakin, nasıl mülayim. Elinde belge, bilgi yok; “tanıklar var” diyor. Dersim’de isyan olmadığını, devletin durup dururken gelip insanları katlettiğini söylüyor.

15-20 cümlede bir Başbakan Tayyip Erdoğan’a teşekkür ediyor. Dersim olaylarında Celal Bayar’ın adının anılmasına ne kadar üzüldüğünü belirtip adeta CHP ve Atatürk’ün hedef yapılması gerektiğini ima edip “Bunu bile sağa yıktılar” diyor.

Bugün 70 yaşında olan birinin “soykırımdan rol yaparak nasıl kurtulduğunu” hüzünlü bir yüzle dile getiriyor. Ama aklına gelmiyor ki, bugün 70 yaşında olan biri 1938’de üç yaşındaydı.

Bütün bunları söyledikten sonra Atatürk’e olan hayranlığını, cumhuriyetin devrimlerine bağlılığını söylemek zorunda hissediyor kendini. Bir de üstüne devrimci olduğunu altını çizerek söylüyor.

CHP ve özellikle Kılıçdaroğlu, çok mu aradı bu adamı?

*****


Geçmiş olsun

Başbakan Erdoğan beklenmedik bir ameliyat geçirdi. Kendisine geçmiş olsun demek isterim. Hafta sonuna kadar hastanede kalacağının söylenmesine rağmen dün taburcu olması durumunun beklenenden daha iyi olduğunu gösteriyor.

Ancak sürekli şeffaflıktan söz eden Başbakan’ın ameliyatını saklaması bence doğru olmadı. Keşke hastaneye yattığı an durumu kamuoyunun bilgisine sunsaydı. Açıklama yapılmayınca dedikodu gazetesi çalışmaya başlıyor çünkü. Bu, kısa süreli olsa bile hoş bir hava yaratmıyor.

Can Ataklı
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)