Doç.Dr.Hüner Tuncer yazdı:"Kıbrıs Sorununa Niçin Bir Çözüm Bulunulamıyor?.."

30 Ekim 2011 tarihinde New York’ta başlayan “Üçlü Kıbrıs Doruğu”nda, BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile GKRY Başkanı Dimitris Hristofyas’a “pratik çözüm önerileri” konusunda 2 aylık bir süre vermiştir.
Bu 2 aylık süre sonunda, acaba yıllardır uzlaştırılamayan Kıbrıs Türk ile Kıbrıs Rum toplumları arasındaki görüş ayrılıklarını gidermek mümkün olabilecek midir?.. Hiç sanmıyorum. Kıbrıs sorununun iki doğrudan tarafı olan Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar, öncelikle “egemenlik” kavramının tanımında birbirleriyle anlaşamamaktadır.
Kıbrıs Rum tarafı, Türk tarafının siyasal eşitliğini kabul ettiğini öne sürmekte; ancak, Türk halkının self-determinasyon ve egemenlik hakkını reddetmektedir. Bu tutum, Rum tarafınca Türk tarafının eşitliğinin kabul edilmemesi anlamına gelir, çünkü eşitliğin ölçütü egemenlik haklarının kabulüdür.1 Egemenlik ve self-determinasyon hakkını içermeyen eşitlik, sözde, yapay bir eşitliktir.
Kıbrıs Türk tarafı, mutlaka iki egemen devlete dayalı bir anlaşmanın yapılmasından yanadır. Egemenliğe dayanmayan, self-determinasyon hakkını içermeyen bir anlaşma kalıcı olamaz. Self-determinasyon hakkına sahip olmayan, bu hakta diretmeyen bir halk, egemen bir halk olduğunu ileri süremez. Egemenliğe dayanmayan bir eşitlik ise, kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur.
Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıs sorununa kalıcı ve barışçı bir çözümü cidden bulmak istiyorsa; “siyasal eşitlik”, “egemenlik” ve “federasyon” kavramlarının içeriklerini açıklığa kavuşturmalı ve bu kavramların içeriği konusunda Kıbrıs Türk tarafıyla bir uzlaşmaya varmaya çalışmalıdır. Başka bir deyimle, bu kavramların içeriği konusunda Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum taraflarının varacağı bir uzlaşma sonucunda ancak Kıbrıs sorununa geçerli bir çözüm yolu bulunulabilecektir.
Bugüne değin Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs Türk halkının self-determinasyon hakkını ve bunun sonucu olarak da, Türk halkının egemenliğinin tanınması istemini kabul etmek istememiştir. Kıbrıs Türk halkı, halen var olan yasa dışı Kıbrıs Rum Devleti’ne yamanmak istenmiştir. Dünya devletleri de, işgalci Rum yönetimini Kıbrıs’ın yasal hükümeti olarak tanımış ve Türklere, Rum devleti içinde azınlık haklarıyla yaşamayı dayatmıştır. Dünya devletlerinin, BM’nin ve AB’nin, Kıbrıs sorununun çözülmesini isterken, bu görüşlerini kesinlikle değiştirmeleri gerekir. Aksi takdirde, ne denli çaba harcanırsa harcansın, Kıbrıs sorunu çözülemez.
KKTC ile GKRY’nin, ortak bir çatı altında ortak bir devlet oluşturarak bir arada varlıklarını sürdürmesi isteniyorsa, o zaman her şeyden önce dinleri, dilleri, kültürleri ve gelenekleri birbirinden çok farklı olan Ada’nın bu iki halkının, çözüm yolunu bizzat bulması; çözümün, dış güçler tarafından iki halka baskı yoluyla dayattırılmaması ve öncelikle, her iki halkın temel gereksinmelerine eşit düzeyde cevap verebilecek bir çözümün oluşturulması gerekir diye düşünüyorum.
Görüşüme göre, Ada’da, görülebilir bir gelecekte, Kuzey’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti; Güney’de de, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi varlıklarını sürdürmeli; Türkiye, KKTC’nin dünya devletleri tarafından tanınması yolunda yoğun çaba harcamalı; Türkiye ile KKTC arasındaki ekonomik ve kültürel ilişkilerin yoğunlaştırılmasına çalışılmalı ve KKTC ile ABD ve AB arasındaki siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi sağlanılmalıdır. Öte yandan, Kıbrıs Türk halkı ile Kıbrıs Rum halkı arasında bugüne değin yaratılamayan bir güven ortamının yaratılması yolunda somut adımların atılması da kesinlikle göz ardı edilmemelidir.
Öte yandan, KKTC’nin varlığının koruyuculuğunu üstlenmiş olan Türkiye’nin, zaman baskısı altında olmadan ve onurunu koruyarak, soruna bir çözüm bulmasını diliyorum. İktidarda bulunan hükümetler, Atatürkçü dış politika çizgisinden ayrılmadan ve yabancı güçlerin dayatmalarına boyun eğmeden, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yakışır biçimde, bir çözüm üretme yolunda ciddî çaba harcamalıdır. Aksi takdirde, uğrunda çok “kan ve ter dökülen” ve 1571 yılından itibaren üzerinde Anadolu halkının bir parçasının yaşadığı bu Ada’nın tümüyle elimizden çıkması bir an meselesidir.
Unutulmamalıdır ki, Kıbrıs adası, Anadolu’nun doğal bir uzantısıdır ve güney kıyılarımızdan ancak 40 mil ötededir. Bu Ada topraklarının, yüzyıllardan beri Türk halkına düşmanlık duyguları beslemiş olan bir devletin eline geçmesi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki etkinliğinin tümüyle yitirilmesine ve bu bölgedeki Türk-Yunan dengesinin aleyhimize dönmesine neden olacaktır.
Yukarıda belirtmeye çalıştığım nedenlerden ötürü, BM Genel Sekreteri’nin iyi niyetine karşın, 2 ay sonra da Kıbrıs sorununa barışçı ve kalıcı bir çözüm bulunabilmesini pek mümkün göremiyorum. Ancak Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların, Ada’da birarada yaşayabilmenin gerektirdiği karşılıklı ve makul ödünler vermelerinin sonucunda, belki Kıbrıs sorununa bir çözüm yolu bulunması mümkün olabilecektir.

Doç. Dr.Hüner Tuncer
İLK KURŞUN
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)