Enkaz Altında İki Taşra Muhabiri

SEVGİLİ okuyucularım, şimdi yazacaklarımı siz gazeteci olmayanlar, doğal olarak hiç bilemezsiniz. Bizim medya, sömürü sektörünün en yoğun olduğu alanlardan biridir.

Van’daki son depremden sonra iki otel çöktü. Enkaz altında şimdi iki gazeteci arkadaşımız da yatıyor. Bu yazıyı dün akşam saatlerinde yazıyorum.

Her ikisinden de henüz haber yoktu.

Ya bir mucize gerçekleşecek ve kurtulacaklar, ya da kısa süre sonra cesetleri enkaz altından çıkarılacak.

Kurtulmalarını dilerim.

Bu iki gazeteciyi de tanımıyorum. İsimlerini olaydan sonra duydum.

Cem Emir, Doğan Haber Ajansı (DHA) muhabiri. Diyarbakır’da görevliydi. Depremden hemen sonra Van’a geldi ve haber geçmeye başladı. Bekâr, 26 yaşında, Tuncelili.

Sebahattin Yılmaz, aynı ajansın Van bürosu şefi. İlk depremi orada yaşadı. 52 yaşında, çocukları okuyor. Bölgeden artık bıkmıştı, emekli olup ayrılmak istiyordu.

***

Gazete okuyan ve televizyon haberlerini izleyenler, bu isimsiz çilekeşlerin yaşamını bilmez. Bunların adı bizim medyada taşra muhabirleri olarak geçer. Her biri korkunç bir sömürü çarkı altında inim inim inler.

DHA dışında, isimlerini sık sık duyduğunuz başka ajanslar da vardır. Bunların en belli başlıları devletin Anadolu Ajansı (AA) Fethullah yayın organlarının Cihan Haber Ajansı (CHA) ve Türkiye gazetesi ile TGRT’nin ajansı İhlas Haber Ajansı (İHA)’dır.

Ayrıca çeşitli gazete ve televizyonların Türkiye düzeyine yayılmış belki binlerce taşra muhabirleri vardır.

Bunlar varlıklı insanlar değildir. Her biri bir çilekeştir!

Bazısı bir kamu kurumunda görevlidir. Bir ajansta görevli olmak onlar için önemli bir olaydır. Bulunduğu ilçede popüler olur, sözü geçer, eğer bir haberi yayınlanırsa ismi öğrenilir.

Bazısı gazeteciliği sever, o nedenle bu yolu seçmiştir.

Hemen hiçbiri tam gün gazetecilik yapmaz, başka işleri vardır. Bazıları esnaf, kendi çapında küçük işadamı, yerel gazete ve TV sahibi, öğrenci, bazıları da işsiz!..

Yaşadıkları ve haber geçtikleri il ve ilçelerde sözleri belki biraz olsun geçer ama çok tehlikeli bir işin içindedirler. Bulundukları yerin valisi, kaymakamı, belediye başkanı, hâkim ve savcısı, emniyet müdürü, hatta tapu müdürü, onları kendi istekleri doğrultusunda kullanmaya kalkışır.

Hoşlarına gitmeyen bir haber yazdıkları takdirde yerel yöneticilerden azar işitirler, fırça yerler, aforoz edilirler.

Sık sık tehdit edildikleri, dayak yedikleri de olur.

Bu insanların gecesi gündüzü yoktur. Oradan oraya koşturulurlar.

Bazılarına, özellikle dinci kesim gazete ve televizyonları tarafından ek görev verilir:

“Hem gazetecilik yapacaksın, hem de bizim tencere tavaları da satacaksın… Bizim gazeteye abone kaydedeceksin… Her sabah abonelere bizim gazeteyi tek tek dağıtacaksın… İlan toplayacaksın…”

Bir muhabir düşünün, haber almaya gittiği yerde arabanın bagajını açıp tencere tava satıyor!.. Gittiği yerde para isteyip abone kaydı yapıyor…

***

Bu muhabirlere kuruluşları tarafından küçücük paralar verilir. Örneğin ilk girişte pazarlık şöyledir:

“Yayınlanan haberin başına 10 veya 20 lira alacaksın. Fotoğraf makinesini veya küçük el kamerasını kendin bulacaksın. Satın alırsan yarı yarıya veririz, seni borçlandırırız.”

Böyle bir sömürü çarkı çalışır.

Bu taşra muhabirlerinin gecesi gündüzü, belli bir maaşı yoktur. Pek çoğu sigortalı değildir. Akitli çalışırlar. Bir yere görevli gönderildiklerinde çoğuna otel ve yemek paraları ya ödenmez, ya da binbir güçlükle ödenir.

Çoğu kadrolu olmadığı için sarı basın kartı almaları mümkün olmaz.

Maaşlı olan azınlık dışında çoğunun muhabirlikten elde ettiği aylık gelir bilemediniz 200-300 liradır. Eğer kamera nedeniyle ajansa borcu varsa, bu paranın ancak yarısını alabilir. Çoğu zaman da adına çalıştığı kuruluşa borçlandırılır!

Türkiye’de basın sendikası vardır, gazeteciler cemiyetleri vardır. Bu kuruluşların taşra muhabirleriyle ilgilendiğine, bu çilekeş insanlarının acınası durumunun belli kurumlarda, örneğin Meclis’te gündeme geldiğine ben bugüne kadar hiç tanık olmadım.

***

Madalyonun bir de öteki yüzünü görmek gerekir ki, tablo gözümüzde daha iyi canlansın.

Taşra muhabirleri bu çileyi çekerken, yayınlanan haber başına 10-20 lira alırken, basın kuruluşlarında çok farklı bir yaşamı da unutmamak gerekir!

Özellikle İstanbul’da bu ajansların genel müdürleri vardır.

Maaşları 20 bin liradan aşağı değildir.

Onları çalıştıran patronların, merkezdeki gazete ve televizyon kanallarında ise bambaşka bir yaşam sürüp gider.

Onların özellikle amirleri ve üst düzey yetkilileri bir eli yağda, bir eli balda yaşar. Medya kuruluşlarının barları vardır, konuklar orada ağırlanır.

Genel yayın yönetmenlerinin ve öteki üst düzeylerin odalarına bakan beyaz ceketli özel garsonlar, VIP salonları, her türlü lüks ve konfor, medyanın vazgeçilmez unsurlarıdır! Altlarında özel şoförler, son model arabalar!..

Özel sekreterler!..

Özel çıkan seçkin yemekler!..

Hizmetlerine sunulan, patrona ait özel uçaklar!..

Hele yurtdışı gezilerinde beş yıldızlı dünya çapında oteller, akıl dışı günlük yaşam!..

Tamamı para babası medya patronlarının cebinden ve tamamı vergiden düşülen harcamalar!..

***

Medya kuruluşları, kendi görkemli binalarına plaza adını vermiştir.

Bazı isimler İngilizcedir. Örneğin Doğan grubunun matbaasının resmi adı DPC’dir. (Doğan printing center.) Plaza’nın adı ise DMC olarak geçer. (Doğan medya Center.)

Bir tarafta merkezlerde görevli, her türlü olanağa sahip, patron çıkarlarını korumakla görevli seçkin (!) gazeteciler, öte yanda ise sayıca çok daha fazla olan, çoğunun aylık geliri 200-300 lira arasında değişen çilekeş taşra muhabirleri!..

Kesimler arasında tam bir uçurum.

Van’da otel enkazı altında kalan iki gazeteci arkadaşımızı düşünürken, aklıma bunlar geldi. Biri Diyarbakır, öteki Van’da görevli idi. Canları pahasına görev yapan iki muhabir.

Umarım kurtulurlar ama onlardan –çok büyük olasılıkla- öldükleri için haberimiz oldu. Ama hiç tanımadığım bu iki arkadaş gibi nice taşra muhabiri her gün ne zorluklarla boğuşuyor, nasıl bir sömürü çarkının altında inim inim inliyor.

Biz gazeteciyiz, bu acıları bilsek bile gündeme taşımayı ihmal ediyoruz.

Ama öbür tarafta onların patronları, genel müdürleri, genel yayın yönetmenleri var. Onlar krallar gibi yaşıyor, patronun kazancı daha da artsın diye taşra muhabirleri sömürülüyor.

Meslek kuruluşlarımız var, onların durumunu ve sorunlarını dile getirmiyor.

Hükümet var, partiler var, kimse bu köle ticaretinin farkında değil.

Bugün yazdım, yarın ben de unutacağım!

İki muhabir arkadaşımıza –eğer öldülerse- Allah rahmet eylesin.

Emin Çölaşan
Sözcü

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)