Günaydıııııın, şimdi kıvırtın bakalım

Kaç gündür önümde duran notlar var. Ana fikri şu: İktidar kime kafayı takarsa özel yetkili savcıları görevlendiriyor ve bu savcılar da gereğini hemen yerine getiriyor.

Gereği dediğim, önce onurları kıracak biçimde ev baskınları, gözaltılar, arama adı altında evlerin altını üstüne getirmeler, sonra her nedense 4 tam günü dolduran güya polis sorguları, oradan loş koridorlarda saatlerce oturtularak adeta işkenceye dönen çok uzun savcılık ifadeleri, aynı yöntemin bu kez mahkeme kapısı önünde yaşatılması ve en sonunda tutukluluk.
Bunları anlatacak başlık bulamıyordum, iki üç kelime ile konuyu özetleyemiyordum.
Cumhuriyet’in dünkü manşeti kıskandıracak kadar güzeldi. Tüm oyunun temelini çok güzel ifade etmişler. Demişler ki “Terörist üreten yasa.” Kastedilen Terörle Mücadele Yasası. Bu yasa öyle bir yasa ki, özel yetkili savcıların da hakkını yememek gerek, Türkiye’de kimi istiyorsanız bulun, seçin, bu yasanın maddelerine göre hapse atabilirsiniz. Yani her türlü hukuksuzluk, kılıfına uydurulabiliyor bu yasayla.

Yanisi şu ki yasa ile olmasa bile bir kişiyi terörist ilan etmek mümkün.
Bu başlıkta değil ama neredeyse 4 yıla yakındır bunları yazıyoruz, ekranlarda nefesimizin yettiği kadarıyla söylüyoruz. Ama karşımızda iktidardan nemalanan ve bunu Türkiye sevgisizliği ile bütünleştirerek güç kazanan öyle bir güruh var ki, sonuçta elbette ezilmiyoruz ama ağır hasarlar alıyoruz.
Bu güruhun azgın çığlıkları nedeniyle kaç aydın, gazeteci, akademisyen; emeklisiyle muvazzafıyla kaç subay hapse girdi, hesabını tutmak zor.
Şimdi bu güruh korku ve panik içinde.
Çünkü aynı yasa dönüp dolaşıp kendilerini arkadan vurmaya başladı. Haykırıyorlar “Ne oluyor böyle?” diye.
Bir şey olduğu yok. Düne kadar o şehvet kokan çığlıklarınız iktidarın işine geliyordu. Çıkardığınız gürültü ile halkın duyarlı olmayan kesimlerinin beyni uyuşturuluyordu, iktidar hem içte hem de bölgesel olarak global dünyanın taleplerini yerine getiriyordu. Şimdi durum farklı galiba. Belli ki global güçler hedef değiştirdi, düne kadar “kullanılabilir” olanların “son kullanma tarihine” yaklaşıldı, iktidar da makas değiştirdi.
Kürt sorununu “söylemde” bıraktı, terörü hedef seçti. Terörle mücadelenin yıkıcı ve yakıcı kurallarını uygulamayla yöneldi.
“Biz elimizdeki palalarla herkesi keser biçeriz, canımızın istediği gibi at oynatırız” diyenler şimdi şaşkın.
Zamanında “hukuka saygı gösterin, hukuk bir gün herkesin ihtiyacı olacaktır, sizin bile” diyor, yapılan hukuk dışı uygulamalara dikkat çekerek “Demokrasiden söz ediyorsunuz ama demokrasi ile zerre ilginiz yok, bunun adı faşizm” diye uyarıyorduk. Ülkenin “tek parti diktatörlüğüne doğru hızla yol aldığını” belirterek “Şimdi canhıraş destek veriyorsunuz ama bu iş bumerang gibidir, sonunda size dönecek” tahmininde bulunuyorduk.
O bumerang şimdi geri geldi, atanı vuruyor.
Bugüne kadar hiçbir konuda, samimi, namuslu, ahlaklı, ilkeli olmayanlar feryat ediyor.
Yine de uyarayım, tavrınızın demokrasi ve hukukla yine ilgisi yok, sadece arkadaş dayanışması yapıyorsunuz, ama dikkat edin, Başbakan’ın eleştiriden hiç hoşlanmadığını biliyorsunuz. Üstelik ilkeli olanları sevdiğini ama döneklere asla tahammül edemediğini biliyor olmanız gerek. Ayağınızı denk atın. Sizin sandığınız “fazla demokrasi” sonunda “Başbakan usandırır” ona göre.
****
Nihat Behram’dan dörtlükler
Nihat Behram taa 1976-77’de birlikte çalıştığım, ilkelerine, dürüstlüğüne, insan sıcaklığına hayran olduğum müthiş bir devrimciydi. 12 Mart’ın çilelerini çekmişti ben tanıdığımda, sonra 12 Eylül de canından bezdirdi. Türkiye’ye gidip geliyor ama artık dışarıda yaşıyor. Dün son kitabı geldi Nihat Behram’ın. 1980 ile 2010 arasında yazdığı çoğu hiç yayınlanmamış 250 dörtlüğü var kitapta. Bir solukta okunan, hepsi zihinde iz bırakan dörtlükler bunlar.
Sadece birini sizlerle de paylaşmak istedim bugün;
Dediler ki “Dikkat et düşman binbir maskesiyle ürüdü
Döneklik ardı sıra ihaneti sürüdü”
Dedim ki “Dikkat ettim en karanlık günde bile
Direnenler ön saflarda mavzer gibi yürüdü”
****
Bedelli bekleyen AKP’liler arttı galiba
Askerlikten sıyırmak isteyenler aylardır bir kampanya sürdürüyor. Sanki bugüne kadar hiç kimse işini gücünü, karısını çocuğunu, sevgilisini bırakıp da askere gitmemiş gibi “Bu yaşa geldik, işimizi kurduk, evlenip çoluk çocuğa karıştık, parası neyse verelim askerlik yapmayalım” diyenler “bedelli” askerlik için lobi oluşturmuştu.

Türkiye sevgisizi güya demokrat bir kesim ise fırsat bu fırsat diyerek bu kampanyalara destek vermişti.
Oysa Başbakan bu konuya hep uzak durdu. Gerçi seçimden önce “üç beş oy da oradan gelir” umuduyla bir havuç göstermeyi ihmal etmemişti ama, hemen seçimden sonra bedelli konusunda net bir tavır göstererek “olmayacak” demişti.
İki gün önce Başbakan bu konuda yeniden yeşil ışık yaktı. Artık gerçekten bedelli çıkacak mı bu sefer, yoksa terördü, depremdi, ekonomik sıkıtılardı gibi konuları biraz arka plana itmenin bir başlangıcı mı onu bilmiyorum.
Ama aklıma şu da takılıyor. Başbakan bu konuya soğuktu. “Acaba” diyorum, parti örgütünden “Efendim bizim arkadaşlardan bu yasayı bekleyen çok kişi var” mesajları mı geldi? Malum iktidar hemen her konuya “Bize yarar mı?” diye bakıyor. Eğer bedelli bekleyen AKP’li sayısı hayli fazlaysa, neden bedelli yasası çıkmasın ki?
****

Müteahhit Ali Ağaoğlu, “Eskiden inşaatlarda deniz kumu kullanılırdı” demiş. Bu denizi daha yararlı kullanmanın bir yolu yok mu? Ya kumuyla vatandaşın canını alıyor ya feneriyle parasını! (Gani Yıldız)
****

Oturmayın o zaman makamda
YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan Akşam Gazetesi’ne konuşmuş. Yetkilerinin fazlalığından yakınmış. YÖK’ün 12 Eylül yönetimi tarafından “Üniversiteleri zapturapt altına almak” için kurulduğunu söylemiş.
En güzeli de “Makul davranayım bunları kullanmayayım deseniz bile olmuyor” diyor.
İşe bakın ki, YÖK Başkanı “yasal” yetkilerinden şikâyet ediyor, ama yasal olmayan bir biçimde üniversitelerde türban sorununu çözmüş kahraman edasını hiç elinden bırakmıyor. Üstelik “türbanlıyı alın ama isteyen hocalar rapor tutsun” diyecek kadar da herkesi zor durumda bırakacak biçimde yapıyor bunu.
Tabii kimse Yusuf Ziya Özcan’ı silah zoruyla orada oturtmuyor. 12 Eylül üniversiteleri zapturapt altında tutmak istiyorduysa, bu görevi şimdi fevkalade yapıyor kendisi. Bu şikâyetleri ancak istifa edip “Ben böyle onur kırıcı bir görevi kabul edemem” derse samimi ve gerçekçi olur. Gerisi halkı kandırıp kafasını bulandırmaktan başka bir şey değildir.

Can Ataklı
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)