Hasan Pulur yazdı:"Bayramlık…"

Bu işe ilk başladığımız yıllardan kulağımızda kalan bir nasihat…
“Bayram günlerinde hoş şeyler yazmalı!”
Emekli valilerden biriydi, Ahmet Emin Bey’in akıncılarından…
Ne demek “akıncılardan” olmak?
Ahmet Emin Bey’in “akıncılar”ı vardı, ekonomik ve sosyal akıncılar, Türkiye’yi kalkındıracaklardı, işte o vali de bunlardan biriydi, darbeyle filan değil, zaten ilk darbeyle karşılaşmamıza on yıldan az kalmıştı! “27 Mayıs 1960” darbesi.
Neyse şimdi darbelerden söz etmenin gereği yok, biz emekli valimizin nasihatini tutalım, bayram günü “hoş” bir şeyler yazalım.
* * *
“Bektaşi”ler ne güne duruyor.
O gün kasaba halkı, nefesi kuvvetli hocanın peşine takılmış yağmur duasına çıkıyor, Bektaşi de peşlerine takılmış, kendi tarlasından geçerken bir dal parçasını toprağa daldırarak başını yukarı kaldırmış:
“Burası benim tarlam, rahmeti eksik etme!”
Gece bir yağmur başlamış, adeta afet!
Sabah yağmur kesilince, herkes gibi Bektaşi de tarlasına koşmuş, göl olmuş göl, ekin filan kalmamış…
Başını kaldırmış:
“Kabahat sende değil, tarlasını gösteren bende!”
* * *
Bektaşi babasının garip bir huyu varmış, her cenazenin arkasından “Yuh olsun, gidene!” dermiş…
Bir gün kendisi hastalanmış, gitmek üzere, münasebetsizin biri laf sokuşturmuş:
“Her gidene yuh olsun, derdin, şimdi sıra sende!”
Bektaşi gözlerini aralamış, fısıldamış:
“Yuh olsun kalanlara!”
* * *
Bayram sabah namazından sonra herkes evine kurban kesmeye giderken, Bektaşi’nin elinde bir torik balığı…
Merak etmişler:
“Hayrola baba erenler torik mi kurban edeceksin?”
“Herkes kestiği koçun sırtında sırat köprüsünü geçerken, ben de derya kuzusunun sırtında öyle geçeceğim!”
* * *
Herkes kaç yıllık evli olduğunu söylüyormuş; sıra Bektaşi’ye gelmiş:
“Seksen!”
“Aman baba erenler sen daha elli yaşında değilsin… Nasıl seksen yıllık evli olursun?”
Bektaşi başını sallamış:
“Sen bizim eve gel de, günlerin nasıl geçtiğini ya da geçmediğini gör!”
* * *
Bir de “Kurban Bayramı” fıkrası…
Bayram aynı bayramsa fıkrası da aynı fıkra…
* * *
Çok bilen ukala adamlar vardır, bilir bilmez her şeye, her lafa karışır, anlatırlar…
Bunlardan biri bayram sabahı kahvede anlatıyormuş, sanki ona soran varmış gibi, Kurban Bayramı, neyin bayramı?
“Çocuğu olmayan Hazreti Davut, Allah’a yalvarmış:
- Allah’ım bana bir kız çocuğu ver, onu sana kurban edeceğim.
Zamanı gelince Hazreti Davut, Ayşe’yi yatırmış kurban edecek, Azrail gökten bir keçiyle gelmiş:
- Ayşe’yi bırak gel bu keçiyi kurban et!
Herkes suskun, biri dayanamamış:
‘Ulan söylediklerinin neresini düzelteyim? Hazreti Davut değil, Hazreti İbrahim! Kurban edilecek kız değil, erkek… Azrail değil Cebrail, keçi değil koç! Neresini düzelteyim!”
Televizyonlarda bazılarını dinledikçe…

Hasan Pulur
Milliyet
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)