İlhan Cihaner: ‘İleri demokrasi’den ‘gizli demokrasi’ye!

Yakın zamanda kurulması beklenen ve Başbakanlık müsteşarı ile 4 Bakanlığın müsteşarlarından oluşacak Devlet Sırrı Kurulu’nu CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner ile konuştuk.

Artık neyin devlet sırrı olup olmadıkına karar verecek ve bu kararlara göre mahkemelere bile belge teslim etmeme hakkına sahip olacak kurulun AKP’nin derinleşmesi anlamına geldiği belirten Cihaner, “İktidarın suçlarına kılıf olacak” diyor.

Eski Başsavcı Cihaner, yüksek lisans bitirme tezi olarak da uzun süre araştırdığı ‘devlet sırrı’ kavramını ve ‘devlet sırrı’ kavramının ortadan kalkmak bir yana dursun, artık AKP’nin tekeline girişinin yol açacaklarını BirGün’e anlattı.

DİNK VE SUSURLUK DAVALARI DA SIR KURBANI

Öncelikle, devlet neden sır tutar? Yurttaşından neden bir şeyler saklama ihtiyacı duyar?

Her şeyden önce şu tespiti yapalım ; gizli kapaklı iş yapmak ‘iktidarın’ devletin doğasında vardır. Devletler ‘hikmet-i hükümet’ anlayışı, iktidarı güçlendirme amacı, bürokratik kültür gibi birçok nedenle ‘sır’ tutar. Bu nedenlerin çoğu yasa dışı/kötü yönetim uygulamalarını gizlemek, denetimden kaçma gibi olumsuz gerekçelerdir.

Ama özel hayatın korunması gibi yurttaş yararına olan sır alanları olduğu gibi uluslararası konjonktürün gereği olarak diplomatik gerekçelerle de sır alanları yaratırlar. Otoriter/despotik yönetimlerde katılım ve bilgi almanın dışlandığı tek yönlü bir ilişki vardır ve gizlilik alanı alabildiğine geniştir. Demokratik rejimlerde ise yurttaşla devlet arasındaki ilişki iki taraflı etkileşimlidir.

Kolaylıkla şu tespiti yapabiliriz demokrasi ve özgürlük ile şeffaflık arasında doğru orantılı ilişki vardır. Özellikle iç politika ve güvenlik konularındaki gizlilik/sır alanları insan hakları ihlallerinin, yolsuzlukların kaynağıdır. Bu alanların genişletilmek istenmesi de yurttaşlardan saklanmak istenen ihlallerin yolsuzlukların arttığının göstergesidir. Çünkü özgürleşme ve demokratikleşme ile gündeme gelmesi gereken, şeffaflık, günışığında yönetim, bilgi alma hakkı gibi kavramlardır. Bizim gibi, hükümetler kaynaklı gizlilik alanlarının (hemen cinayetleri devlet sırrı sayan susurluk raporunu, bazı katliamlara dair hâlâ açıklanmayan devlet arşivlerini hatırlayın) geniş olmasından kaynaklanır.

Siz devlet sırrı’ kavramı üzerine araştırma yapmış bir hukukçu olarak, devlet sırlarının adliyelere yansımasını nasıl yorumluyorsunuz?

Aslında; yargılama kültürümüze ağırlıkla hikmet-i hükümet anlayışı egemen olduğu, temyiz mahkemelerinde olanlar dahil, hakim/savcıların, kendilerini yargılama faaliyeti yürüten, adaleti arayan kişiler değil de ‘devletin hakimi/savcısı’ olarak gördükleri için ‘devlet sırrı’ kavramı ile ‘hesaplaşılmadı’ pek.

Devlet sırrının tartışıldığı ve basın özgürlüğünü de ilgilendirdiği için önemli gördüğüm bir dava ABD başkanı Johnson’un İnönü’ye yazdığı mektubun Hürriyet gazetesinde yayınlanması üzerine açılan davadır. Bu davada Yargıtay, Dışişleri Bakanının açıklamaları ve Genelkurmay Başkanlığının yazılarından hareketle mektuba devlet sırrı vasfı vererek suç oluştuğu sonucuna varmıştır. Bu suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ortadan kaldırılması anlamına geldiği gibi şeffaflık hesap verilebilirlik gibi yönetimsel ilkelerin de dikkate alınmadığının göstergesidir. Aynı tarihlerde Amerikan yüksek mahkemesi ise ‘Pentagon belgelerinin’ yayınlanmasına karar verirken özünde ‘çocuklarını ölüme gönderen yurttaşların gerçekleri bilmeye haklarının olduğuna’ karar veriyordu.

Kuşkusuz 1970′lerden bu güne devlet sırrının ele alınışı değişti ama bu değişim olumlu değil olumsuz yönde olmuştur. Gelinen noktada mahkemeler ‘kurumlara’ sorarak bir bilgi ya da belgenin devlet sırrı olup olmadığına ve suç olup olmadığına karar vermekte ama sanırım bu yetmiyor iktidara doğrudan ‘ben’ belirleyeyim diyor.

Tabii iktidar doğası gereği bu alanı yani sır alanını alabildiğine genişletmek isteyecektir.

DEVLET SIRRI, SUÇLARIN KILIFIDIR

Yani yargı da bu sırlara iktidar kadar meraklı?

Evet zaten tehlikeli olan yargının bu olaya ‘dünden gönüllü ‘ olmasıdır. Üstelik bu sakat sır anlayışının artık devlet aklını bir tarafa bırakıp doğrudan hükümetler ya da başka ‘yapılanmalar’ lehine kullanılması söz konusu. Dink davası bu sır perdesinin arkasına saklandı. Susurluk bu sır perdesinin arkasında kaldı. Ne demişti Çiller ‘ Devlet sırları devlet adamları ile mezara gitmeli’… Tabi bu arada mezara giden başkalarını hesabı da kapatılmış olacak. Yargı da bunu izleyecek. Ergenekon davasını alın ; ‘gizli devletle’ hesaplaştığını iddia eden bir süreç ama ne hikmetse belli yerlere gelince hemen devlet sırrı… Bir örgüt düşünün tüm kötülüklerin anası! ama bir numarası devlet sırrı! Askeri casusluk davasında belki de şüpheliler lehine olabilecek binlerce belge devlet sırrı ama yargılananların nerede ise ayakkabı numarası serviste…Ama dikkat çekici bir şekilde bazı durumlarda sır değildir de deniliyor Mesela Kozmik oda soruşturması ile ilgili yayınların kısıtlanması kararı reddedilmişti hatırlayın…Ne bu . şimdi? Kendi içinde tutarsızlığı açık yani eğer bir sırdan söz edilecekse tamda sır işte: Ama bizim özgürlükçü yargımız bu sır değildir diyor. Bu soruşturmadaki suçlayan/suçlananlara ve diğer örneklerle olan çelişkilerine bakınca devlet sırrının kimler lehine işletildiği anlaşılacaktır. Uzattım biliyorum ama devlet sırrının yargımıza yansıması ya da yargımızın ele alışı tutarsızdır, muğlak ve keyfidir ve iktidarların suçlarını keyfiliklerini hukuk kılıfı ile kapatan bir perdeden başka bir şey değildir.

HÜKÜMET BİLİRKİŞİ CÜPPESİ GİYDİ

Söz konusu kurulu AKP’li müsteşarlar oluşturacak. Kurulun şikâyet edilebileceği tek adres ise yine müsteşarların bağlı olduğu aynı bakanlıkların oluşturduğu bir üst kurul. Bu mantıklı ve adil mi?

Hep sevimsiz şeyler söyledim. Şimdi bu konuyu mutlaka onlarca bakandan biri olan içişleri bakanına da sormak gerekli!. Ama şöyle bir ülkedeyiz bir basın toplantısı yapılıyor ama dikkat edin ‘basına kapalı’! Başbakanın, Genelkurmay Başkanı’nın, yargıçların, savcıların, siyasilerin en özel konuşmaları ve görüntüleri internete düşüyor! Hatta bu işte en kritik konumda olan MİT mensupları ile ‘özel temsilcinin’ görüşmeleri. Hükümetin önce bu işleri yapanlarla anlaşması gerekir! Bunu dert edinmeyen bir iktidarın mantık ya adillik gibi kaygısı olabilir mi? Mantık değil ‘oksimorondan’ söz edebiliriz adalet değil adaletten kaçmadan söz edebiliriz. Biraz ciddiyete gelelim; ülkenin özgül koşulları ve şimdiye kadar yaşadıklarımız, bu kavramın kötüye kullanılma potansiyeli en iyi çözümün mutlak şeffaflık olduğunu gösteriyor. Muhtemelen uluslararası ilişkiler bahane edilecektir. Wikileaks ve Libya saldırısı, Irak saldırısı sonrası ortaya çıkan gerçekler, Oliver North vakası, Pentagon belgeleri vs. asıl şeffaflığa ihtiyacın uluslararası ilişkilerde olduğunu ispatlamış durumda. Hele ‘big brother’ın dünyayı BBG evine çevirdiği (aklınıza başka bir şey gelmesin!) günümüzde kapalı alanlar ezilen ulusların zararına işleyecektir. İç güvenlik terörle mücadele diyecekler ama o alanın da delik deşik olduğu açık ve daha çok ‘devlet adına suç’ işleyenleri koruduğu spekülasyonlarla iktidarları tahkimden başka bir işe yaramadığı açıktır. Örnek mi; PKK’nın Reşadiye saldırısı sonrası iktidar sanki bu saldırıyı TSK kendisi yapmış gibi bir hava vererek seçimler öncesi milliyetçi bir ivmeye yol açtı. Ama Oslo görüşmeleri gösterdi ki saldıranlarla devlet pek samimi bir ortamda bu olayı konuşuyorlarken bizler komplolardan komplo beğeniyorduk. Tekrar edeyim, ideali sıfır devlet sırrıdır. Sorunuzun somut yanıtına gelince böyle bir kurula devlet sırrını belirleme yetkisinin ceza hukukundaki sakıncaları her şeyden önce neyin suç neyin suç olmadığına bürokratlar karar verecektir.

Bürokrasi ise -üniformalısı üniformasızı- gelinen noktada hükümettir, hükümet ise Başbakandır. Anlaşılan savcı ve hakim cüppesi yetmemiştir bilirkişilik de istenmektedir. Ama asıl gerekçenin ‘ekonomik ve ticari’ gizlilik olduğunu bilmemiz gerekir. Her ne kadar sızlansa da iktidar ceza yargısını ‘kendileştirmiştir’. Örneklere gerek yok.

AVRUPA ÜLKELERİNDE DE BÖYLE DEĞİL!

AKP’Iiler bu kurul benzeri yapıların Avrupa ülkelerinde de olduğu savunması var…

Asıl gözlerden kaçırılmak istenen ekonomik ve ticari faaliyetlerdir. Üstelik müteahhit (bak şimdi de aklıma tevekkül, içinde gülümseyerek yaptığı binaların yıkılmasını bekleyen bakanlardan bir bakan geldi), ticaretle içli dışlı, oligarklarla hısım bir iktidarda yetkinin söz konusu kurula verilmesi ‘hırsıza anahtar teslim etmeye’ benzer. Bazı AB ülkelerinde şeffaflık, katılım ve bilgi edinme hakkı güçlü güvencelere alındığı halde benzer kurullar ya doğrudan yargı/ yasama mensuplarından oluşur ya da güçlü güvenceler getirilmiştir. Örneğin Fransa da, açıklığın güvencesi olan Mediateur uygulaması, bilgi işlem fişler ve özgürlükler yasası, idari bilgiler giriş serbestisi gibi güvencelerin yanın da CADA komisyonu vardır.

Ancak bu komisyon Danıştay, Yargıtay, Sayıştay üyeleri, milletvekilleri, yerel yönetim temsilcileri ve akademisyenlerden oluşur. Yargı yolu açıktır. Yine İtalya’daki komisyon parlamenterler, akademisyenler ve yöneticilerden oluşur. Geleneği gizleme değil şeffaflık üzerine kurulu ülkeler gizlilik alanını bu kadar dar yorumlamış ve güvenceler getirmişken tersi bir geleneğin egemen olduğu ülkemizde yeni faili meçhul(!) cinayetlerin, terörle mücadele adı alanda manipülasyonların ve özellikle yolsuzlukların perdesi olacaktır bu kurul. Yolsuzluklara özellikle dikkat çekiyorum çünkü muhalifler aydınlar temel hak ihlallerine odaklanırken iktidar TİKA, TOKİ gibi kurumlarla hedefine yaklaşmakta.

KURUL YETKİLERİNİN CMK İLE ÇELİŞKİSİ

Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ‘suç olan fiiller devlet sırrı olamaz’ şeklinde bir hüküm var. Söz konusu kurulun işleyişi bununla çelişmeyecek mi?

Çelişki bir yana suç taktirini yargıdan alıp iktidara vermek olacaktır. Teknik açıdan önceki kanun/sonraki kanun ve özel kanun önceliği nedeniyle fiili olarak CMK’nın ilgili maddesinin yürürlükten kalktığı yorumu yapılabilecektir. Ama bu tarz yorumlar yargının aldığı hal itibariyle pek naif kalmakta. Hoşa gitmeyen savcıların/yargıçların başına gelenlerden sonra çelişse ne çelişmese ne? Hiç kuşkunuz olmasın ‘milli savcı/milli hakim/milli bilirkişi’nin dediği olacaktır.

Peki bu ‘bilirkişi cüppesi giymiş kurul’un işleyişi, bilgi edinme hakkı ve yasalar önünde eşit olma ilkesine de ters düşmüyor mu?

Gene benzer şeyler söyleceğim; başbakanın bir kısım medya tüccarı ile yaptığı toplantı sonrası ajansların yayınladığı bildiriyi bir hatırlayalım ‘terör ve şiddet olaylarında yetkililerin yayın yasağına uyacaklarını, haberlerini yetkililere dayandıracağını’ deklare ettiler. Konumuza dönelim kullanılan kavramların benzerliğine dikkat; ulusal güvenlik, kamu düzeni, terör vs. Zamanlamaya da dikkat!

İktidarın sadece Kürt sorununda değil depremde çuvallaması, hem de alasından ekonomik sır kapsamına girebilecek ‘ne oldu bu deprem vergileri?’ Ve tamda doğal afetlerde kapasitemizi test ederken onlarca yurttaşımızı bu teste kurban veren iktidarın yıpratılmaması için Başbakanın medyaya çağrı yapması sonrası, gündeme getirilmesi her halde rastlantı ile açıklanamaz. Zaten yerlerde sürünen bilgi edinme hakkı üzerine bir bardak soğuk su daha içebiliriz. Halen savunma istediği kamu görevlisinden, soruşturma evrakını vermek için para isteyen bir iktidar bu kurulun faalivetleri ile ile ileri demokrasiden ‘gizli demokrasiye’ geçecektir. Alın demokrasi tarihine yeni bir katkı!

SORUŞTURULACAKLAR KONTROLÜ ELE ALDI

Örneğin; Deniz Feneri davası gibi ucunun bakanlıklara hükümete gittiği iddia edilen bir yargılama olsa ve ‘devlet sırrı’ burada devreye girse ne olacak?

‘Devlet sırrı mahkemeye verilmediği için sanığın aleyhine bir durum oluşturamayacak’ ifadesi burada kritik bir rol oynuyor mu? Devlet sırrı o kadar belirsiz bir kavram ve söz konusu tasarıda o kadar tehlikeli formüle edilmiştir ki, özellikle adil yargılama ilkesinin zorunlu unsurlarından olan etkin soruşturmanın ve masumiyet karinesinin daha da keyfileşmesi sonucunu doğuracaktır. Zaten fiili olarak imkansız hale gelmiş olan hükümetin ya da koruduklarının etkin soruşturulması ‘yasal kılıfa’ büründürülecektir. Soruşturmaların; soruşturulacaklar ile soruşturulma ihtimali olanlar tarafından yönlendirilmesi nasıl adil olabilir. Hele ‘bizde adam satmak olmaz’ ve bana başka bir olayı hatırlatan rüşvet belgesine ‘kağıt parçası’ diyen bir Başbakanın unutmadan Kamer Genç’ i Diyojene çeviren muhbirlerin olduğu bir hükümetin yargılanması mümkün olmayacaktır.

‘Devlet sırrı mahkemeye verilmediği için sanığın aleyhine bir durum oluşturamayacak’ ifadesi şüpheli aleyhine oluşabilecek durumları telafi edemez. Çünkü neyin lehe neyin aleyhe olduğu ancak içeriği bilmekle mümkün olur ve bunu savunma taktir etmelidir. Pratikte savunma hakkının ortadan kaldırabilir.

DEMOKRASİ TABUTUNA BİR ÇİVİ DAHA!

Başbakan’a kurula direkt öneri yapabilmek, kendi müsteşarının kordinatörlüğünde çalıştırmak, kurulun işleyişine dair yapılan itirazları direkt reddedebilmek gibi haklar verilmiş. Burada tek adam’ modeline göre uyarlanmış bir düzenek söz konusu diyebilir miyiz?

Kesinlikle diyebiliriz. Amaç açık değil mi? Despo-tik yönetime yeni bir yasal kılıf uydurmak., .eleştirip sorgulamayan, haber vermeyen medya, devlet sırrı arkasında saklanan ekonomik ticari alan, toplumu manipüle etmekte kullanılan sansasyonel soruşturmalar. İş bilmezliklerinin toplumdan saklanması hatta giderek emperyalizmin çıkarlarının taşıyıcılığının sorgulanamaması ve sonuçta otoriter yönetimden despotik/totaliter yönetime geçiş demokrasi ve özgürlüklerin tabutuna bir çivi daha.

Devlet sırrı kavramını gerekli bulan ama parle-mentodakî tüm öğelerin neyin sır olması gerektiğine karar vereceği ortak bir mekanizmayı isteyenler var. Kimileriyse ‘devlet sım’nın bu çağda olmaması gerektiğini vurguluyor. Sizce hangisi?

Bazı ülkelerdeki uygulamalara değindim. Hiç birinde hükümete bu boyutta verilmiş bir açık çek yok. Çünkü zaten ihlaller ve sakıncalar zaten iktidarı kullananlardan gelir. Sizin benim bankaları hortumlayıp yolsuzluk yapacak, ‘akbil yolsuzlu-ğu’na bulaşacak, yoksul müslümanlardan toplanan paralarla parti, TV, gemi satın alacak, İsviçre’de hesap açacak, ABD elçisine brifing verecek, Dolmabahçe’de sözleşme yapacak, füze kalkanı ile ilgli gizli sözleşme imzalayacak, bir parti liderinin ölümü ile ilgili bilgileri gizleyecek, vergilerin akıbetini saklayacak, faili meçhullerin soruşturulmasına engel olacak halimiz, yok.

İlk tezi ileri sürenler hep yaptıkları gibi tam bir dolandırıcı mantığı ile hareket ediyorlar. Bir kere Avrupa ülkelerinde söz konusu kurullar şeffaflığın garantisi olarak kurulmuşlardır. Yani esas olan açıklık ilkesi devlet sırrı diye ihlal edilmesin diye kurulmuşlardır.

Hem oluşumlarında ki parlementer, akademisyen, yurttaş ağırlığı, hem getirilen yasal düzenlemeler (idari usul yasaları, bilgi edinme yasaları gibi), hem de ülkelerin gelenekleri bu yöndedir. Ama tasarı tam tersi bir ruh içermekte yani sır alanını genişletici. Komik tarafı ise bunun her tarafı gizlilik anlamında delik/deşik olmuş bir hükümet tarafından istenmesi. Tam da burada gerçek niyet açığa çıkmakta bence ‘var olan özgürlük’ alanlarını rastlantıya bırakmamak. Doğal afette bile eleş-tirisiz bir ortam Bu arada Cüneyt Özdemir hâlâ çalışıyor mu? Ben son tahlil de kamunun hiçbir alanında devlet sırrı kavramının kullanılmaması gerektiği düşüncesindeyim. İstisnası çocukların korunması.özel hayat, kişisel veriler ve iletişimle ilgili olan konulardır.

Bu kanun tasarısı önünüze geldiğinde CHP olarak tutumunuz ne olacak?

Denizli Milletvekilimiz sayın Adnan Keskin bu konudaki olası yaklaşımımızı soru ile ortaya koydu. Partimiz henüz açıklıkla bu konuda görüş oluşturmadı ama CHP özgürlük, demokrasi ve insan haklarından yana bir parti olarak böylesi bir yasaya karşı direnecektir.

İlk kurşun
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)