Mustafa Balbay yazdı: "Önce Cezaevi… Sonra Kültür…"

Mustafa Sönmez 22 Ekim Cumartesi günkü “AKP Rejimi Bütçeyi Kimlere Harcıyor” başlıklı yazısında, 2011 bütçesinin Ocak-Eylül ayları arasındaki dökümünü yapmış. Salt istatistik olarak sıralandığında fazla bir anlam ifade etmeyen rakamları her zamanki gibi ete kemiğe büründürmüş, gerçek görünümü ortaya koymuş.
Algıda seçicilikten olsa gerek benim dikkatimi cezaevlerine yapılan harcama çekti. Buna göre cezaevlerine 1 milyar 147 milyon TL harcanmış. Kültüre 1 milyar 50 milyon, spora 648 milyon TL harcanmış. Cezaevlerine harcanan para; kültür, demiryolu yapımı ve spora verilen paradan daha fazla.
Bu veriler beni bir süredir aklımda olan bir konuyu yazmaya yöneltti. Cezaevlerinin içeriden ve dışarıdan görünümünü bir başka açıdan sütuna yatıralım.
***

Zaman zaman gazetelere de yansıyor; cezaevlerinde doluluk oranı yüzde 100’ün üzerinde. Koğuşlarda, konmaması gereken yerlere de ranza konduğu halde yatak yetmiyor. Buna karşın kimi tutuklular da tek tutuluyor, o ayrı konu.

Mahpus sayısının çokluğu ne kadar harcama yapılırsa yapılsın, hizmeti ister istemez yetersiz kılıyor. Bu durum sağlık sorunlarının daha da artmasına neden oluyor. Bu artış cezaevi içinde bir reviri kaçınılmaz kılıyor. Her revire bir doktor da düşmüyor. Çoğunlukla çevredeki sağlık ocaklarından gelen doktorlar 1-2 aylık nöbetler halinde görev yapıyorlar.
Heraklit’in diyalektiği, değişimi anlatan sözü var ya; “aynı ırmakta iki defa yıkanılmaz”… Bu sözü cezaevi sağlık hizmetlerine şöyle uyarlayabiliriz:
“Aynı doktorda iki defa muayene olunmaz.”
İkinci gidişinizde mutlaka doktor değişmiştir.
Mahpusların meslek sahibi olmaları, isterlerse çalışmaları için iş atölyeleri de düşünülmüş. Düşünülmüş ama, bina yetersiz kalınca ilk feda edilen de buraları olmuş. Örneğin Silivri’de mahpuslar “bilgisayar isteriz” deyince koğuşlara vermek istemediler. Mevzuat uygun değil, dediler. Çareyi iş atölyelerine bilgisayar koyup herkese haftada 2 saat “bilgisayara çıkma” vermekte buldular.
***
Yayın organları, özellikle birinin canına kastetmiş kişiler hüküm giydiğinde genellikle şu tür başlıklar kullanıyorlar:
“10 yıl sonra aramıza karışacak.”
“35 yaşında dışarı çıkacak.”
“Canavar 8 yıl sonra serbest.”
Mahkeme hükmü vermiş, medya da kaç yıl yatarsa yatsın o kişinin aynı ruhla cezaevinden çıkacağını öngörerek haberi veriyor.
Özünde medya haksız sayılmaz. Hapisten çıkan kişi sıklıkla yeniden suç işlediğine göre başlık da yerine oturuyor!
Oysa hapisteki kişiye; öncelikle hayata kazandırılması gereken bir insan gözüyle bakan ülkelerde durum daha farklı. Hapishanelerdeki izleme komiteleri hüküm giymiş bir kişinin cezasını çekme süreci içinde tutum ve davranışlarını sürekli dikkatte tutuyor. Eğer gerçekten toplum içinde yer alabilecek durumda ise daha erken serbest bırakıyor. Tersi de olası.
Son 2.5 yılda çok değişik suçlardan hüküm giymiş insanlar tanıdım. Katil tanıdıklarım da oldu. İçlerinde, aldığı cezadan daha uzun süre hapis yatanlar vardı. Çünkü içeride de suç işlemeye devam etmişler!
Bir de mahpusların 24 saatinden sorumlu olan, bilinen adıyla gardiyan, yasal tanımlamayla infaz koruma memurları var.
Devletin “üniformalı memurlarına” verdiği hakların çoğunu alamayan infaz koruma memurları da kendilerini fiilen “cezaevinde cezalandırılmış” olarak tanımlıyorlar.
Bir zincirin gücü en zayıf halkası kadardır. Cezaevleri toplum ve devlet kurumları zincirinde en hassas halkalardan biri.
Haksızlığın ölçüsünden devlete ve topluma olan güven zaafına, eşitsizlikten uygarlık düzeyine kadar pek çok şeyi cezaevlerinin demir kantarında tartabilirsiniz.


Mustafa Balbay
Cumhuriyet
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)