Ne anladık bu Predatörlerden?

Başbakan müjdeyi Amerika’daki Birleşmiş Milletler toplantıları sırasında vermişti. Kendisini her fırsatta kucaklayan Başkan Obama’ya sert çıkmıştı; “Terörle mücadelede bize yeteri desteği vermiyorsunuz” demişti ve eklemişti “Bizdeki insansız hava araçları terörist imha edemiyor, şu Predatörlerden verin artık.”
Başkan Obama da elini Başbakan’ın omzuna koyarak “Merak etme göndereceğim” demişti.
Predatör denilen şey, insansız hava aracı. Üzerinde türlü çeşitli kameralar var. Ama en önemlisi silah da yüklü. Kameraları bir kalabalığı tespit ettiğinde ateş açıp imha da edebiliyor.
Eğer “tespit edilen” kalabalık saldırı hazırlığındaki teröristlerse sorun yok da, kasabaya giden ya da tarlada çalıştıktan sonra ayran içmek için bir ağaç altında toplanan köylüler de olabilir. Predatör “makine” olduğundan iyiyi kötüyü ayıramıyor, gördüğünde vuruyor.
Bu cihazlar Afganistan’da kullanılmış. Orada fark etmiyor tabii, hareket eden her şey vurulabilir, nasıl olsa herkes düşman ya.
Neyse Başkan Obama sözünü tutmuş ve sessiz sedasız 4 Predatör Türkiye’ye gelmiş.
Ama nereye? Adana’daki İncirlik’e. Yani Amerikan üssüne. Türklerin giremediği, herhangi bir Türk generalinin bile içeri girme hakkının bulunmadığı ünlü üsse.
Predatörler hesapta Türkiye’ye verilmiş ama kullanacak olan bizim ordumuz değil. Amerikalılar “gerek görürse” uçuracaklar bunları. Asıl önemli olansa, bu insansız hava araçlarının algıladığı görüntüler önce Amerika’ya gönderilecek. Değerlendirmeyi onlar yapacak. Biz aynı anda bilgi alamayacağız.
Ne oluyor bu durumda, Predatörler Türkiye’ye mi verilmiş oluyor. Başbakan’ın müjdesi(!) gerçekleşmiş mi oluyor?
Yoksa “Predatörler Türkiye’ye geldi” bahanesiyle Amerika bölgede üstelik silahlı insansız hava taşıtlarıyla kendi istihbaratını mı toplayacak?
Anladığım kadarıyla asıl amaç bu. Son günlerde İran’a yönelik bir “yaptırım” sözünden geçilmez oldu. Bölge giderek ısınacak. Amerika’nın en küçük bir istihbarata bile ihtiyacı var.
Tamamen Amerikalıların kontrolünde olan bu Predatörlerin PKK terörüne karşı değil, Amerikan çıkarları doğrultusunda kullanılacağı ihtimali çok daha yüksek görünüyor.
İşe bakın ki “PKK terörüne karşı Amerika’dan büyük destek” sevinciyle kendi topraklarımızı Amerika’nın hizmetine açmış gibi oluyoruz.
1 Mart 2004’te Amerikan askerlerinin Anadolu toprakları üzerinde konuşlanmasına izin vermemiştik. Tezkere AKP’nin büyük desteğine rağmen yeterli sayıyı bulamadığı için “kabul edilmemiş” sayılmıştı.
Şimdi bu Predatörler Pentagon’un gözü gibi olacak. Tamam, bölgede belki hiç Amerikan askeri olmayacak ama tüm Pentagon hemen birkaç yüz metre tepemizden bizi izliyor olacak.
İyi mi oldu yani?
*****
Helal olsun(!) böyle polise
Deprem felaketi geçiren ve hâlâ da yaşamaya devam eden Van’da elbette devletin bir valisi var. Ancak ilk günden beri belli ki bu valimiz işinin ehli değil. Bu nedenle büyük tepki çekiyor.
Bölgeye giden gazetecilerden, sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden, parti yetkililerinden ve hatta kendini tutamayıp konuşan kimi iktidar mensuplarından edindiğimiz izlenim bu.
Hatta ilk gün, henüz ortalık toz dumanken bir TV kanalı canlı yayın yapıyordu. Bir anda çok galiz bir küfür sesi yükselmişti kalabalıktan. Valiye yönelik inanılmaz bir küfür savurmuştu bir vatandaş. TV kanalı ne yapacağını şaşırmıştı. Çok acı bir olayın tam ortasında yaşanan bu olayın şoku ile yayın bir dakika kadar “sessiz” olarak devam etti. Neyse ki bölgedeki sunucu da, TV yönetimi de şoku çabuk atlatıp “hiçbir şey olmamış gibi” yayına devam etmişlerdi sonra.
Yani Van’daki Vali, sadece deprem anında değil, demek ki genelde tepki çeken bir isim.
Daha ilk gün protestolara hedef olan Van Valisi’nin intikamını (!) sonunda aldılar.
“Vali istifa” diye bağıran; evet sadece bağıran, ne taş, ne molotof atan, ne de saldıran kalabalığa polis acımasızca müdahale etti, coplar havada uçuşurken, biber gazı yine devreye girdi.
Olay anından bir dakika önce orada Devlet Bakanı Beşir Atalay da var. Hemen yanında duran Vali’nin protesto edilmesi üzerine “Siz beni dinlemeyecekseniz ben de giderim” diyor ve gerçekten de valisini de yanına alıp gidiyor.
Polisin saldırısı işte ondan sonra başlıyor.
Aslında manzara bildiğimiz manzara. Her kim ki iktidarı veya ona bağlı kişileri ulu orta eleştirmeye, protesto etmeye yeltenirse dayağı yiyor, gözünün içine biber gazı sıkılıyor, itilip tekmeleniyor. Bir kısmı da yaka paça, ağzı kapatılıp bacak arasına tekmeler atılarak gözaltına alınıyor.
Türkiye’nin başka yerlerinde artık olağan hale gelen bu tür “anında cezalandırma” yöntemi acı içinde kıvranan ve Türkiye’nin dört bir yanından yapılan yardımlarla ayakta durmaya çalışanlara karşı olunca insanın içi bir garip oluyor.
Demek ki iktidarı eleştirmek veya protesto etmek öyle bir şey ki, “yetkililer!” depremmiş acıymış, ölüm kokusuymuş hiç aldırmadan “görevlerini!” yerine getiriyor.
Her olaydan sonra artık tekerleme haline gelen “İşte ileri demokrasi” sözü bile artık yetersiz kalıyor.
İstemiyorum bu kadar ileri giden demokrasiyi artık.
*****
Suriye “Kürt kartını”
açmış. Daha düne kadar “komşularla sıfır sorun” diyerek birbirimize “sevgi mesajı dolu kartlar” atarken kendimizi “kumar masasında” bulduk! (Gani Yıldız)
*****
Demokratik molotofkokteyli
Geçen hafta pazartesi sohbetimizin bir bölümünde KCK operasyonlarından sonra PKK’nın çeşitli kentlerdeki eylemlerinde azalma gözlemlediğimi yazmıştım.
Hemen ertesi gün bir okur mesajı geldi. Şöyle diyordu;
“Yanılıyorsunuz. KCK operasyonları Kürt halkının bilincini daha da yükseltiyor. Yazınızın çıktığı gün İstanbul’da 4 molotoflu saldırı oldu, 20 araç yakıldı. Sandığınız gibi bir azalma yok.”
Buraya kadarı iyi. Son cümle müthişti. “Bu demokratik eylemlerimiz hakkımızı alana kadar sürecektir.”
Mesajda bana yönelik bir tehdit de vardı ama onu geçelim.
Cevap yazdım. “Molotof atmak, araç yakmak demokratik eylem midir?”
Ertesi gün onun da cevabı geldi. “Tam demokratik olmasa da, hakkımızı başka türlü alamayız.”
*****
Bir dakika bile tahammül edemediler
Atatürk’ü kaybettiğimiz 10 Kasım saat 09.05’te Türkiye ona saygısını gösterdi. Milyonlarca insan saygı duruşunda bulundu ve sembolik olarak o büyük önderi andı.
Televizyonlar da bu anlamlı anı Türkiye ile paylaşmaktan çekinmedi. Bir ikisi hariç.
Elbette her TV kanalı kendi meşrebine göre yayın yapacaktır. Kimsenin bir TV kanalına “10 Kasım’da saat 9’u beş geçe Atatürk’ü an” deme hakkı yoktur.
Ama vatandaş olarak bunu beklemek hakkımızdır. Hepsi hepsi bir bilemedin iki dakika. Anıtkabir’den, Dolmabahçe’den veya Türkiye’nin herhangi bir yerinden canlı yayın yapılabilir ya da tam o sırada normal yayın akışı kesilip “o an” paylaşılabilir.
Örneğin Türkiye’nin ilk özel kanalı Star TV AKP yandaşı bir grubun eline geçince Atatürk’ü unuttu, o dakikalarda verdiği parayı kazanmak için reklama gitmişti. Yine en çok izlenen kanallardan Show TV de yoktu o anda. Flaş TV’de neyse ki o anda Cübbeli Ahmet Hoca’yı yayınlanmıyordu bari, mal pazarlanıyordu. Kanal 7 de zaten hiçbir zaman o anda Atatürk’ü anmamıştı.
Bir dakikaya tahammül etmek bu kadar mı zor?


Can Ataklı
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)