Parasını verip tatile kaçınca kurban kesmiş mi oluyoruz?

Sevgili okurlar; üst üste yaşadığımız acı ve felâket dolu günlerden sonra bayram sevincinin hepimize umut vermesi diliyorum öncelikle. Ne gariptir ki kan ve acıyla yoğrulduğumuz 15 günden sonra sevinç ve huzuru da bu sefer başka tür bir kanla bulmaya çalışıyoruz. İronik bir durum bu değil mi? Bu sohbetimde sizlerle Kurban Bayramı’nı dini olduğu kadar geleneklerimiz ve yaşam biçimiz açısından da paylaşmak istiyorum.

Cumhuriyet nesli

Bugün dini siyasete alet edenler ve sözde demokrasi adına onlara destek verenler, bu zihniyetlerini Cumhuriyet’e ve Atatürk devrimlerine saldırarak açığa çıkarıyorlar. Cumhuriyet ve devrimlerinin dini bir kenara ittiği, inananların sürekli baskı altında tutulduğu yalanına sarılıyorlar. Oysa Cumhuriyet’in yetiştirdiği ve ona bağlı olan nesil dini de İslamiyeti de bugün egemen olanlardan çok daha iyi anlıyor ve yaşıyor.

Halk barışıktı

Türkler Anadolu’ya ilk girdikleri 1071 yılında da Müslümandı, Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923’te de, bugün de. Neredeyse bin yılı bulan bu tarih kesitinde Anadolu coğrafyası İslam dininin en iyi anlaşıldığı ve yaşatıldığı yerdir. Cumhuriyet’in ilanıyla bu inanç yaşatılmaya devam etti. Müslüman olan halkın çok büyük kesimi Cumhuriyet ve devrimleriyle barışık olarak, dini inançlarını dilediği gibi yaşamayı sürdürdü.

Üzülenler oldu

Elbette bu süreçte Cumhuriyet devrimleriyle çıkarları gereği barışık olamayan bir kesim de vardı. Atatürk dinin bir baskı aracı olarak kullanıldığı tekke ve zaviyeleri kapatmış, dine gerçek özgürlüğünü veren laikliği ilke edinmiş, eğitimin pozitif bilimler ışığında yapılmasına karar vermişti. Halk bunun güzelliğini elbette anlamıştı ama din üzerinden egemenlik kuran küçük bir kesim bundan hiç hoşlanmamıştı, hoşlanamazdı da.

Kırılgan nokta

Din, eğitim seviyesinin yükseldiği, bilimsel sorgulamanın yapılabildiği toplumlarda akla, mantığa daha uygun yaşanır. Eğitim ve kültür seviyesi düştükçe hurafelere inanmak, yalanlara kanmak, din üzerinden egemenlik kurmak isteyenlerin amaçlarına bilmeden hizmet etme duygusu ağır basar. Toplumların inanç sistemlerindeki kırılgan nokta budur. Bu noktanın kurcalanması eğitimsiz kitlelerde şiddetli bir ters etki yaratır.

Siyasetçinin keşfi

1950’li yıllara kadar binbir türlü yokluğa ve sıkıntıya rağmen Türk halkının inanç sisteminde bir sarsılma olmamıştı. Ne zaman ki çok partili döneme geçtik, siyasi rekabet eskisine oranla keskinleşti, işte o zaman siyasetçi, toplumların en kırılgan noktası dini keşfetti. Bilimi, aklı, mantığı kullanmak, sormak, sorgulamak, kıyaslamak yerine en kolay yol olan “din üzerinden siyaset primi yapma” politikaları geliştirildi.

Oy çokluğu orada

Esasında Cumhuriyet devrimleriyle barışık olan ve dinini de dilediği gibi yaşayan ama dinin çok kurcalanması nedeniyle çabuk kırılabilen eğitimsiz kitlelerin büyük nüfusa sahip olduğunu gören kimi siyasetçiler geleceği hiç düşünmeden istismar kapılarını açtılar. Bunun başarılı olmaması mümkün değildi. Saatlerce anlatılacak doğrular sadece “Bunlar Müslüman değil” sloganıyla yerle bir edilebilir. Zaten bu yapıldı.

Çağdaş dinden softalığa

Bizden bir önceki nesil ve bizim neslimiz İslam dininin esaslarını, ibadet şekillerini, geleneklerini doğru öğrenerek ve yaşayarak yetişti. Hem çağın gereklerine uygun yaşayarak hem de dinimizin kurallarını elimizen geldiğince uygulayarak büyüdük. Belki tüm ibadetleri yerine getirmedik ama inancımız hiç eksik olmadı. Oysa şimdi yaratılan ortamda modernlik ve değişim adı altında ülkeyi geriye götüren bir “softalık” dönemine girildi.

Farkında bile değiller

Gelişen dünya ve komünizmin çökmesinden sonra yaratılan küresel dünya gerçeği Türkiye’de de yepyeni bir neslin doğmasına yol açtı. 12 Eylül faşizminin bunda çok katkısı vardır. Yeni neslin, özellikle biraz parası olan, fazla sıkıntı çekmeyen kesimi inançlı olmayı değil inançlı gözükmeyi tercih eder hale geldi. Hiç bilmediği din kurallarını “softaca” uyguluyor görünen, böylelikle dertten kurtulduğunu sanan bir kesim çıktı ortaya.

Modernlik diyorlar ama

Kimileri, zihnen ve yaşam biçimi olarak Türkiye’yi sıradanlaştıran, çizgisini aşağı düşüren güya İslama uygun yaşam biçimini, aslında yaşamadığı halde savunur durumda ve bunu “modernite” olarak satmaya çalışıyor. Yükselen binalar, alışveriş merkezleri, çılgın eğlencelerin yaşandığı mekânlar ve buralara da giden “dindar” insanlar “İşte gelişen, değişen ve normalleşen Türkiye” diye yutturulmaya çalışılıyor. Bu sanal bir gerçekliktir.

Bizim bayramlarımız

Sevgili okurlar; bu konuda yüzlerce örnek verebilirim, ama yaşadığımız bayramdan söz etmek istiyorum, sadece tek konu, “kurban” üzerinde duracağım. Kurban sadece bizim dinimizde değil, pek çok dinde var. Kurban, sevdiğimiz, bağlılık duyduğumuz, ayrılamayacağımızı düşündüğümüz bir varlığımızı, inancımız gereği Allah’a sunmaktır. Bizim çocukluğumuzdaki kurban bayramları işte bu anlayışla kutlanırdı. Anlatayım.

Kurban önceden alınırdı

Şimdi özellikle kent yaşamında kurbanı bayramdan birkaç gün önce alıp beslemek pratik olarak mümkün değil. Ama bizim çocukluğumuzda kurban birkaç gün önce alınır, eve getirilir ve beslenirdi. Böylelikle o kurbana karşı bir bağlılık, bir sevgi çemberi oluşurdu. Ve bayram sabahı, bayram namazından sonra o koyun kurban edilirdi, göz yaşlarımızı tutamazdık, bizden bir parça giderdi. Ama dinen doğrusu budur.

Kurban üçe bölünür

Her dinde olan kurbanın bizdeki yeri ve önemi farklıdır. Kurban kesildikten sonra üçe bölünür. Bir parçası fakirlere gider, diğer parçası kurban kesmeye gücü yetmeyen, ama fakir de olmayan komşulara, yakınlara dağıtılılır. Geri kalan bölüm ise evde kalır ve herkes o kurban etinden mutlaka yer. Eğer kurban kestiyseniz tamamının fakirlere dağıtılmasında elbette sakınca yoktur ama doğrusu anlattığım gibidir.

Kurban kesen görmeli

Kurban kesen eğer sağlıkla ilgili bir sorunu yoksa kesilirken kurbanın başında olmalıdır. Kurban kesen “tekbir” getirecek, kesimin ardından iki rekât namazını kılacaktır. Sonra da eğer mümkün olursa kurbandan ilk tadan olacaktır. Kimi yerlerde kurbanın tadılan ilk parçası sağ böbreğidir, bazıları bayram namazından sonra ilk lomayı tadana kadar hiçbir şey yemez, adeta kısa süreli bir oruç da tutar. Bunlar ritüellerdir elbette.

Günümüzde kurban

Dinin siyasete alet edilmesiyle, gerçek inancını aslında yaşamayan ama davranış biçimi “softalaşan” yeni tür dindarlar kurban konusunu da doğru uygulamıyor. Din adamları da tartışıyor gerçi, ama ben aldığım ilk bilgi ve deneyimlerime dayanarak söylüyorum ki, bugün milyonlarca kişi aslında kurban kesmiyor, bu dini vecibeyi yerine getirmiyor. Yapılan kurban kesmek değil, basit bir hayır işidir, yardımlaşmadır.

Vekâletle kurban olmaz

Kurban için için elbette vekalet verilir. Örneğin yatağından kalkamayanlar, hastalar, uzak yerde seyahatte olanlar, Hacca gidenler vekâlet verebilirler. Ama kesebilecek durumda olanlar “parasını verip” tatile çıkarlarsa bunun adı kurban olmaz. Koyun parasını bir hayır kurumuna verip “bu yıl da kurbanımızı kestik Allah’a şükür” diyenler sadece kendilerini kandırır. Yine de yapılan bir hayır işidir, bu nedenle karşı da çıkmam.

Dini cemaatler

Bu konuda beni en şaşırtan, bazı dini cemaatler. Aslına bakarsanız şaşırmıyorum, çünkü kurban işinde çok büyük rant var. Ama dini kuralları bildikleri halde halktan kurban başına belli bir para alan cemaatler, aslında “inançlı görünmeye çalışan” ama “dini bilmeyen” milyonlarca kişiyi kandırıyor. Elbette o insanlar günaha girmiyor, dini bir kuralı yerine getirdiklerini sanıyorlar. Demek ki günahı o cemaatlerin boynuna.

Hepinize iyi haftalar, iyi bayramlar...

Can Ataklı
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)