Reha Muhtar yazdı:"Bedelli yaşı 28 olmalı!.."

Tahmin ediyorum ki, hükümet 25’in üstünü, Genelkurmay ise 35’i düşündüğünden, dün ağırlık kazanan 30 yaş formülü bedelli askerlik için uygun görülecek...

30 yaşın üstündekiler bedelliden yararlanacak, altındakiler tıpış tıpış askere gidecek...

Bu arada “vicdani ret”çiler için de 30 ay kamu hizmeti getirilerek, ödleklerle fırsatçıların bu yolu denemelerinin önü kesilecek...

Hayırlı olsun...

***


Yine de sivil irade pozisyonunu resmen açıklamadan...

Başbakan kamuoyuna “bedellinin kaç yaşından itibaren olacağını duyurmadan”, geçmişten kopup gelen bir anıyı tecrübe niyetine anlatmamda yarar var...

Askere 28 yaşında gitmeye karar verdim...

Bedelli yapacaktım...

O zamanki uygulamaya göre, 12 bin beşyüz dolarlık bedelin yanı sıra 60 günlük askerlik hizmeti de yapmam gerekiyordu...

Vatan görevi yaptığım o 60 gün, askere gittiğim 28 yaşının bana tam da “sınır yaş” olduğunu hissettirmişti...

20-21 yaşlarında çocuklar vardı erler arasında...

“İyi ki şimdi gittim askere...” demiştim; “28 yaşını geçirmedim... 30’a gelmiş olsam bu çocuklarla ne yapardım, nasıl frekans tuttururdum...”

Çavuş dedikleri küçücük çocuklardı...

Kıdemli erlerdi sonuçta onlar...

O çocukların karşısında Amerika’dan 30 yaşlarında gelen Nazar’ın, “hayatı ve yaşadıklarını sindirmekte ne kadar zorlandığını fark eder” sessiz sedasız, içine kapanık haline üzülürdüm...

Sanki “bu da geçecek” der gibi bir tavır içinde olurdu...

***


Ermeni kökenliydi Nazar...

Fakat bu duygusunun Ermeni kökenli olmasıyla bir ilgisi yoktu...

Amerika’lara kadar gitmiş, oturma ve çalışma müsadeleri almış, halı işini yapmaya başlamış, bedelini ödeyerek Türkiye’ye askerlik yapmak için dönmüştü...

Yaşını başını almışlığın verdiği bir durgunluk, para kazanmanın, aile kurmanın yarattığı bir oturmuşluk vardı üzerinde...

21-22 yaşlarındaki genç çocukların “çavuş” olarak emirlerini, eğil kalk komutlarını, dur otur talimatlarını kolay çekecek yaşta değildi...

Elbette görev vatan görevidir ve bu tür değerlendirmeler “esas” değildir...

Ne ki şimdilerde bedelli askerlik yasası çıkıyor ve bedelli yaşı belirleniyor...

1987 sonbaharında Burdur’un tozlu topraklı silah altı günlerinden arta kalan bir buket anıdır gözümün önüne gelen şimdi...

“İyi ki 28 yaşını geçmemişim askerlik yapmak için...” dediğimi hatırlıyorum bir gece vakti, sigaramdan derin bir nefes çeker, yıldızlara bakarken...

Oysa çoluğum çocuğum yoktu...

Yeni boşanmıştım, bir başınaydım...

Annemi babamı saymazsak, arkamda beni bekleyen bir ailem yoktu...

Buna rağmen, iş, güç, sosyal çevrede oluşan ağ, uzun müddet askerlik yapmamaya beni psikolojik olarak zorluyordu...

Bunu hissediyor, “İyi ki daha fazla yük bindirmeden bitiriyoruz bu işi” demiştim...

***


Bedelli beklentisinde olan 30 yaş altı çok kişinin olduğu söyleniyor...

30’un üstünde bedelliden yararlanacak kişi sayısı sadece 400 bin...

Benim beklentiyle, beklenti duyanlarla bir bağım yok...

Ne 28 yaşında bir tanıdığım var, ne de 28 olmasının bana yaratacağı bir avantaj...

Oğlum henüz 2.5 yaşında...

Tek bir konu var içimi huzursuz eden, onun için yazıyorum bu satırları...

Gözümün önünden 28 yaşında Burdur’da gece yatakhanenin önünde sigarasını içen bir genç gitmiyor günlerdir...

Yıldızlara bakıyor o genç adam...

Etrafı kendinden genç erlerle dolmuş taşmış...

Çavuşlar kendisinden hayli küçükler...

“Kimseyle papaz olmadan, hücre cezalarına maruz kalmadan, otoriteye karşı çıkıp rezilleşmeden bitirsek hayırlısıyla şu işi...” diyor...

Kendi kendine “çocukla çocuk olma sakın...” diye öğütler veriyor, telkinlerde bulunuyor...

Kimseler duymuyor o sesi gecenin yıldızlı karanlığında...

O gencin, üzerinden yirmi yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra, Burdur’dan yankılanan o sesini sanki söylemek gerekiyor şimdi...

Belki duyan olur diye...

Geçmişin derinliklerinden gelen o ses, belki de birkaç gencin duygularına nispi bir şifa olur...

Belki de olmaz...

Boşlukta sadece bir hoş sada olarak kalacaktır...

*****


AZİZ YILDIRIM VE DİĞER YÖNETİCİLERİN “TAHLİYELERİNE...”

Erkin Koray’ın yıllar önce söylediği “Kendim ettim kendim buldum” şarkısı gibiydi Aziz Yıldırım ve arkadaşlarının durumu...

Futbolda şiddet yasasını çıkarmak için, ortalığı ayağa kaldırmışlardı...

Şiddet yasası çıkarken, şike cezasına da 5 ila 12 yıl gibi astronomik bir cezaya hükmedildi yeni yasada...

“Neye niyet neye kısmet” derler, fazla deşmeyelim, fakat bu haliyle iki defa şike yaptığı tespit edilen bir yönetici, bir cinayet suçlusuna eşit oranda cezaya çarptırılabiliyordu...

Yasadan sonra açılan şike soruşturmasında Aziz Yıldırım için 5 şike iddiası ortaya çıktı...

Bunların doğru olması halinde Aziz Yıldırım üst sınırdan 60 yıl ceza alabilirdi...

Bir de “bu suçu futbol kulübü yöneticisi işlerse ceza yüzde 50 oranında artırılır...” maddesi işlediğinde Aziz Yıldırım’a verilebilecek ceza 90 yılı bulabiliyordu...

***


Cezaların uygulanabilir olması gerekir...

Kamu vicdanını yaralamaması, adalet duygusunu rencide etmemesi düşünülür...

Katilin 10 yıl cezayla çıkabildiği bir hukuk sisteminde, şike yaptığı saptanan bir kulüp yöneticisine tek bir şike suçu için 18 yıl hapis cezası veren yasa, adalet duygusunu zedeler...

***


Şike futbolun, sporun ruhunu yok eden, rezil bir suçtur...

Hiçbir özür şikenin “kabul edilebilir” olduğunu göstermez...

Fakat şike suçuna 18 yıl ceza veren bir yasal düzenlemenin, hırsızlığa dolandırıcılığa en az 18 yıl, cinayet suçuna ise birkaç defa müebbet vermesi gerekirdi...

Şimdi bizzat Aziz Yıldırım ve arkadaşlarının ön ayak olmasıyla hazırlanan futbolda şiddet yasasında bazı değişikliklere gidiliyor...

Şike suçuna 1-3 yıl arası ceza getiriliyor...

Futbol kulübü yöneticisinde yüzde 50, aynı suçtan birkaç kez yapılmasında yüzde 30 ceza artırımı getiriliyor...

Buna karşın gelen ilk bilgilere göre, cezanın paraya çevrilmesinin ve tecilinin önüne geçiliyor...

Şike suçu hapsi gerektirmelidir...

Eğer hapsi gerektirmez para cezasına çevrilirse, şike suçunun suç olarak bir anlamı da kalmaz...

Şike için para veren, hapse girmemek için haydi haydi para verir...

Eğer şikeye karşı bir müeyyide olması arzulanıyorsa, şike suçu mutlaka paraya çevrilmeyecek hapis cezasını öngörmeli...

Buna karşın bu hapis cezası, “bir cinayet suçuyla karıştırılacak büyüklükte bir ceza da olmamalı...”

***


Şike iddiasıyla tutuklu Aziz Yıldırım ve diğer yöneticiler, Meclis’teki tüm partilerin hazırladıkları ortak teklifle, “tahliye” şansını yakalıyorlar bu formülle...

Biliyorum ki, futbolda şike soruşturması başlayıp, Aziz Yıldırım ve diğer yönetciler tutuklanınca, yeni yasa çıkması için büyük bir baskı grubu oluşturuldu, lobi faaliyeti yürütüldü...

Tüm siyasi partiler üzerinde...

Meclis’in genelini kapsayacak biçimde...

Hükümet bu konuda “yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için” tek başına bir tutum alamayacağını belirtti...

Sonunda “makul bir orta yolda” uzlaşma arandı...

Tüm partilerin ortak teklifiyle şike ve teşvik suçlarına 1 ila 3 yıl hapis formülü böyle ortaya çıkartıldı...

Parayla çevrilmeyecek bu ceza, o zaman hiçbir anlamı kalmaz...

Tecil edilmeyecek şekilde düzenlenmeli; çünkü o zaman bu ceza yine bir sonuca ulaşmaz...

Sonuçta mesele, hiçbir yöneticinin şike olayına tevessül etmeyi aklından bile geçiremeyeceği bir düzen sağlamaksa, amaç hasıl olmuştur...

Aziz Yıldırım ve diğer yöneticilerin, tahliyeleri; ve hüküm giyerlerse ömür boyu yöneticilikten men edilmeleri aklın gereğidir...

Şike cezasının alt sınırı biraz az bulunabilir ve tartışılabilir...

Ancak ilkesel olarak, yaraları sarmalayıcı ve yaptırımı sağlayıcı önlemler, toplumları ileri götürürler...

Huzur içinde...

Bu huzura ihtiyaç var Türkiye’de...

Reha Muhtar
Vatan
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)