Reha Muhtar yazdı:"Vicdani ret ile ödlek arasındaki farklar!.."

Devlet Bahçeli karşı çıksa da, bellidir ki, “vicdani ret” ilkesi uyarınca askerlikten muaf olunabilecek artık Türkiye’de...

Şimdi “nereden çıktı şimdi bu vicdani ret” diyorsunuz biliyorum..

“Vicdani ret” ile ödlek arasında ne fark var diye de içten içe düşünüyorsunuz...

Özgür Uğur arkadaş, dün Habertürk internet sitesinde çok güzel bir “vicdani ret” dosyası hazırlıyor...

O dosyaya bakarak vicdani ret ile ödlek arasındaki farklar kabak gibi açığa çıkıyor...

***


Vicdani ret yasası önümüzdeki günlerde çıktığında, biz de Avrupa Birliği ülkeleri gibi olacağız...

“Vicdani ret” hakkı Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu tarafından temel insani hak olarak kabul edildi...

***


Bireyin politik görüşleri, ahlaki değerleri veya dinsel inançları doğrultusunda “zorunlu askerliği” reddetmesi durumuna deniyor “vicdani ret”...

“Bizde uyanıktan ve ödlekten bol ne var?.. Çıkarlar ‘askerlik benim politik görüşüme aykırıdır’ der, askerden yırtarlar...” diyebilirsiniz.

En çok karşılaşılan ret nedenleri zaten şunlar:

“1) Düşman olsa bile bir insanı öldürmeyi ahlaki bulmamak...

2) Hiyerarşik ve statüsel yapılandırmalarda bulunmayı ahlaki bulmamak...

3) Güncel sorunlardan dolayı o ülkenin silahlı birliğinde bulunmayı ideolojik ve dini inancına aykırı bulmak...”

***


Vicdani retçiler bunlardan yola çıkarak kendilerini antimilitarist ve pasifist olarak nitelendirebiliyorlar...

Aslında “vicdani ret”çilik okkalı bir kavram...

Ödleklerin, kaçakların, askerden sıyırmak için dalak aldırıp, düztaban çıkmaya çalışanların, iyice şişkolaşıp yırtmaya uğraşanların kavramı değil “vicdani ret...”

1960’ların başında Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu olan Muhammed Ali Clay, Amerikan askeri olarak ülkesinin savaş ilan ettiği Vietnam’a gitmeyi reddedince hapse girmiş, Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu unvanı elinden alınmıştı...

Clay yılmamış, hapiste yatmış, çıkmış, sonra da maç yapa yapa, 1971 yılında yeniden unvan maçına çıkarak Joe Fraizer’ı yenip bir kez daha Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu olmuştu...

Vicdani ret öyle boru değil!..

Çağdaş dünyada bir insani hak olarak kabul edilene kadar, nice insan içeri girdi, hapisler yattı, acılar çekti, işkencelere uğradı...

Şimdi, kelimeler hoş, gerekçeler romantik olduğundan her türden fırsatçı ödlek “vicdani ret”çi kesilebilir...

Vicdani retçi olunca, askere gitmiyorsunuz, fakat tıpış tıpış gidip sosyal hizmette bulunuyor, kamu görevinde çalışıp insanlara yardımcı oluyorsunuz...

Farz-u mahal deprem bölgelerinde gönüllü çalışmak falan söz konusu...

Öyle Nişantaşı kafelerinde oturup etrafa ahkâm kesip, ahaliye ayar vermek değil “vicdani ret”çilik...

Ödleklikle karıştırmamak lazım...

Ne yapıyorlar vicdani retçiler?..

Sosyal bir projede, kamuda aylarca bazen yıllarca çalıştırıyor...

***


Örneğin bizim durumumuza benzeyen Yunanistan’da “vicdani ret”çi bir arkadaş “tam 23 ay alternatif bir görevde çalışmak” zorunda...

Alman vicdani retçileri 9 ay;

Avusturya’dakiler 12 ay sosyal hizmette bulunuyorlar...

Finlandiya’da 13 ay, İsveç’te 7.5 ay alternatif hizmette çalışıyorlar...

Çiçeği burnundaki AB üyesi Kıbrıs Rum Kesimi de mecburen kabul etmek zorunda kaldı vicdani ret olayını...

Ödlekle ile retçileri birbirinden ayırmak için de tam tamına 42 aylık alternatif hizmet koydu...

Kıbrıs Rum Kesimi’nde “Ben askerliğe karşıyım... Türklere karşı savaşamam” diyorsan, “Peki” diyorlar, “Burdan yak ve 42 ay kamu hizmetinde çalış...”

Pek bir para ödemeyecekleri de aşikâr...

Bellidir ki askerde ne kadar alıyorsan, vicdani retçi olarak alternatif hizmet de aynısına talim ediyorsun...

Baştan güzel görünüyor...

Fakat içine girdin mi, rahat fırsatçılık yapacağın bir yer olmadığı anlaşılıyor...

Bizde “vicdani ret yasası” kabul edildiğinde, sanırım “makul” bir miktar süreyi koyarlar ki, ödlekler askerden yırtmak için “vicdani olarak savaşa karşıyım” gibi felsefi gerekçeler ileri sürmesinler...

Durum böyle...

Anlaşılıyor ki bizde de tıpış tıpış çıkacaktır askerliğe karşı “vicdani ret” yasası...

Mesele vicdani retçi ile ödlek arasındaki farkı belirleyip, vicdani ret görüntüsündeki ödlekleri ayıklayabilmekte...

Yoksa çevredeki potansiyel ödleklerden yakinen bilmekteyim ki;

Askerden sıyırmak için, değil “ideolojik olarak askerliğe karşı olmak veya ast üst ilişkisine doğuştan karşı çıkmak gibi felsefi yaklaşımlar”ı...

Düztaban olmaya razıdır onlar, düztaban...

*****


ESİN AFŞAR’A “SENİ ÇOK SEVMİŞTİM”...


Müzik onun için çocukluk tutkusuydu...

Pek çok sanatçı ‘Ben küçükken’ diye başlayan cümleler kurar...

Küçücük bir çocukken piyanosuna tutkuyla bağlıydı... Hayalinde hep konserler veriyordu ve büyüyünce sahnede siyahtan şaşmayan bir sanatçı olduğu halde, küçükken kurduğu hayal dünyasındaki konserlerinde beyaz tuvaletler giyiyordu...

Hayaller hep aynı bitiyordu...

Piyano çalıyor, konseri sona eriyor, seyirci onu alkış tufanına tutuyordu...

O sırada Ankara Koleji’nde okuyordu...

Annesi koleji bitirmesini, sonra konservatuvara girmesini istiyordu fakat, yaş sınırını kaçırmamak için annesinden gizli konservatuvar sınava girdi ve kazandı...

Ankara Devlet Konservatuvarı’ndaki günleri böylece başladı.

Tüm hocalarının dikkatini çeken, çok parlak bir öğrenci oldu daima...

Muhsin Ertuğrul bir gün ona “Sahnenin çukurunda piyanist olacağına sahnede ol” sözlerini dinledi ve 12 yıl Devlet Tiyatrosu’nda sahnede oldu...

Fakat sesi o kadar güzeldi ki, şarkı söylemesi için ısrarlar dinmiyordu...

İlk menajeri Erkan Özerman oldu, Ankara’da Bulvar Palas’ta şarkı söylemeye başladı...

***


Esin Afşar’ı anlatan bu bölümü, ölümünden hemen önce Milliyet gazetesine verdiği röportajdan aldım...

Ben onu tanıdığımda çocuktum...

Muhteşem sesi, yorumu, “Dedi ki; Yoh yoh” diye klasikleşen şarkısıyla, çocukluğumuzun starıydı Esin Afşar...

Türkiye Komünist Partisi dün Esin Afşar’ın “sol dünyalara yaptığı katkılar ve üretimlerden dolayı” teşekkür etmiş yayımladığı bildiride...

Hayrettir; Esin Afşar’ın solda olduğunu bilirdim de Komünist Partisi’nin sahipleneceği kadar o dünyalarda yankılandığını bilmezdim...

***


O son röportajda;

“Hiç olmazsa haftada bir klasik Batı müziği ver, hepsi kaldırıldı...” diye sitem ediyor...

TRT 3 klasik müzik çalardı ve caz çalardı o da giderek azaldı...

TRT 3’te Serhan Bali’nin klasik konser programı vardı cumartesi ve pazar günleri...

Onu dinlerdim, onu da kaldırdılar...

Bundan 2500 yıl önce Konfüçyus demiş ki “Bir ülkeyi yok etmek istiyorsan önce dilini, sonra müziğini yozlaştır...”

Dilimiz yozlaştı, müziğimiz de yozlaştı. Allah selamet versin ne diyeyim...

“Çocuklarınıza ne bırakıyorsunuz Esin Hanım bunca yaşanmışlıktan sonra?..” diye sormuşlar;

“Ödüllerimi ve onurumu bırakıyorum çocuklarıma... Başka bir şey bırakamıyorum maalesef...”

Kerim Afşar da aynı şeyi kızına demişti... Benim ilk eşimdir o... O da öyle demişti “Evladım benim sana onurumdan başka bırakabileceğim bir şeyim yok...”

“Ben sahnede ölmek isterim, ölene dek sahnede olmak isterim...” demişti o son röportajda...

Bu son röportajı yayımlamak istedim...

Çünkü biliyorum ki, hayattayken söylediklerini fazla dikkate almıyor kimsecikler...

Esin Afşar’ın ölümü belki söylediklerini kulaklara küpe yapar...

Onun için bu röportajı aldım, yayımlıyorum...

Benim ise ona veda ederken söyleyeceğim tek şey şu olacaktır:

“Seni çok sevmiştim...”

Reha Muhtar
Vatan
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)