Ruhat Mengi yazdı:"Van boşalmasın da ne olsun? Öneri?"

Hatırlayalım; Van’daki birinci depremden sonra organizasyon ve denetim sağlanamadığı için 5.2’lik ikinci depremde de çok sayıda insan öldü. Hasarlı binalara girilmesi önlenmediği ve bu nedenle yeniden can kaybı olduğu için depremzedeler Vali’yi ve Bakan’ı protesto ettiler.

Çadırlarda karakışı geçirmek çok zor olduğu, donarak hayatını kaybeden çocuklar bulunduğu, şartların kötülüğünün yanında bir çadırda 40’tan fazla insan kaldığı ve depremlerin arkası kesilmediği için de bölgedeki binlerce öğretmen ve binlerce insan haklı olarak Van’dan kaçmaya başladı.

BİZ O KORKUYU ŞİMDİLİK HİSSETMİYORUZ

Bu durumda partiler haklı olarak eksikleri, hataları ve Bakan’ın tepki çeken konuşmasını tartışır, sorular sorarken Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, “Ben profesörlerin söylediklerini siyasi olarak tekrar ettim. Niye? Çünkü biz Van’ın boşalmasını istemiyoruz” demiş. “Biz” çoğuluyla kimleri kastetti bilmiyorum ama hangi “biz” olursa olsun onlar Van’daki şartlarda yaşamıyor, oradaki insanların sıkıntısını ve korkularını (şimdilik) hissetmiyorlar.

TITANIC GİBİ..

Ama Allah korusun, Ankara veya İstanbul’da benzer bir “taş üstünde taş bırakmayacak” deprem olsaydı, kendisi ve ailesi aynı şartları yaşasaydı, acaba Bakan böyle diyebilecek miydi? Aynen Titanic gemisinde olduğu gibi en imkanlı kişiler ilk sırada olmak üzere on binlerce kişi en kısa zamanda şehirlerden kaçmayacak mıydı?

Burada Bakan’ın söylediği ise; Titanic batarken çalmaya devam eden ve gemiyle birlikte batan orkestra ile kaptan gibi “gemiyi terk etmeme” önerisidir. Eğer geminin (!) terk edilmemesi isteniyorsa insanlara Van’da “8-9 şiddetinde depreme bile dayanıklı inşa edilmiş binalar” tahsis edilmesi gerekir ki Van’da çalışma yapan uzmanlar “kamuya ait binalar dahil binaların çoğunun depreme dayanıklı olmadığını” açıkladılar.

“İstanbul’da da durumun farksız olduğunu” belediye başkanları açıkladı. Ankara, İzmir, Adana ve diğer iller sizce daha iyi şartlarda olabilir mi?

ELEŞTİRİYE TAHAMMÜL!

Bakan Bayraktar kendisini eleştiren muhalefet partilerinden milletvekillerine “Biz Van’da 250 insanı kurtardık, bu bir rekordur. Burada sizi eleştirmeye kalksam, 6 saat yetmez. Öyle eleştiririm ki evinizin yolunu bulamazsınız” demiş. Elbette 250 kişinin kurtarılması başarıdır, bunun için “yardıma koşan Japonlar” ve daha kaç kurtarma ekibi, asker, polis, sivil yüzlerce insan çalıştı. Ama yine de 650’ye yakın insanımız, bebekler, çocuklar hayatını kaybetti.

Eğer tüm belediyeler ciddi şekilde uyarılmış, izlenmiş, depremden önce binalar güçlendirilmiş olsa bu kayıp çok az olacaktı. Birinci depremden sonra işler sıkı tutulsa, 2’nci depremdeki kayıplar da olmayacaktı. Böyle durumlarda eleştiriler, protestolar hangi hükümet başta ise ona yapılır. Diğer partileri eleştirmenin anlamı yoktur, zira “deprem vergilerini” onlar almadığı gibi, maddi-manevi güç de onların elinde değildir.

Binaların güçlendirilmesine harcanacak vergileri “Başka yerlere harcadık” diyen (bir bakan tarafından yapılan açıklama) hükümetin kızmak ve öfkeyle susturmak yerine soruları sabırla cevaplaması, eleştirileri kabul etmesi gerekir. Mesele budur!

*****


Yaşarken cehennem, ölünce tören!


Odatv soruşturması kapsamında tutuklu iken cezaevinde hayatını kaybeden eski MİT görevlisi Kaşif Kozinoğlu ’nun tabutu Türk bayrağına sarıldı ve onun için askeri tören yapıldı. “Özel Kuvvetler’in altın çocuğu” denilen Kozinoğlu da Ergenekon soruşturması içindeki diğer tutuklular gibi “terörist” muamelesi görerek, yasadışı işlerin içinde gösterilerek cezaevine konmuştu.

Bu bile hayatını yasadışı eylemleri önlemek için harcamış, ülkesi adına kim bilir kaç tehlikeyle karşılaşmış insanları öldürmeye yetecek bir psikolojik cezadır ve rahmetli Kozinoğlu ile birlikte kaç kişi aynı ağır cezayla karşı karşıya bırakıldı. Peki cezaevinde aylarca (çoğu yıllarca) duruşma bekletilerek ölüm işkencesi yaşatılan insanlar, öldükten sonra bayrağa sarılmış veya askeri tören yapılmış sizce anlamı var mı artık? Belki tek anlamı olabilir; “Biz böyle akıl almaz çelişkiler içindeyiz, önce hapiste ölmesi için bekler, sonra müthiş onurlandırırız” demek..

DÜŞMANINIZA YAPILSA BİLE...

Benim aklım almıyor bu çelişkileri, yargıda anlayan varsa bize de anlatsın (Kozinoğlu’nun gerçekten onurlandırılması “Bir suçu yoksa bunun mutlaka ortaya çıkarılması” ile olacaktır ama kendisi konuşamayacağı için nasıl olacak?). Şimdi eski 1’inci Ordu Komutanı emekli Orgeneral Hurşit Tolon, cezaevine konduktan tam 3 yıl, 4 ay, 10 gün sonra ilk savunmasını yapabilmiş. “1232 gün sonra mahkeme huzurunda kendimi ifade edebilmenin buruk mutluluğunu yaşıyorum” diyen Tolon “savunma için değil, gaspedilen kişilik haklarını, özgürlüğünü geri almak için orada olduğunu, yasadışı hiçbir eylem veya oluşumun içinde-yanında olmadığını, 51 yıl önce ettiği yemine sadık kaldığını” söylemiş.

12 EYLÜL VE 28 NİSAN

Düşünün, neredeyse tam 3,5 yıl cezaevinde o günü, sadece ifade vermeyi beklemiş. Bu haksızlık, bu büyük hukuk hatası bırakın kendi ordunuzun en zirvesindeki isimleri, “düşmanınıza yapılsa bile” eğer insansanız ve adalete inanıyorsanız tepki göstermeniz gerekir. Hele de gerçekten yaptığı darbeyle binlerce mağdur yaratan, bu ülkeyi onlarca yıl geriye götüren “12 Eylülcü General”in rahatı bozulmuyor, “ama o yaşlı” vs denerek “tarih önünde mahkum olması” bile engelleniyorsa... 28 Nisan Muhtırası’nı yazan General aynı şekilde korunuyorsa, emekli Orgeneral Hilmi Özkök yıllardır özenle bu olayların dışında tutuluyorsa, o zaman bu adaletsizlik daha da çok tepkiyi hak eder.

Umalım da cezaevinde başka kayıplar olmasın, devlet törenleri yapılan hukuksuzluğu örtmüyor çünkü. İnsanlara cezaevinde yıllarca “mahkeme önüne çıkmayı” bekleterek hukuku katledenlerin adaleti hatırlamaya ve vicdanlarının sesini dinlemeye ihtiyaçları var!

Ruhat Mengi
Vatan
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)