Ruhat Mengi yazdı:"Evet beyler, Atatürk’ü tartışamazsınız aslında!"

Bu tartışma hiç başlamayacak bir tartışmaydı ama artık “dokunulmaz” milletvekilleri dışında her şeye dokunuluyor ya.. O kapsamda; milli kahramanımız, önderimiz, bu ülkenin kurtarıcısı ve Cumhuriyet’imizin kurucusu olan Atatürk de “tartışılmalı” oldu.. Öyle filmler yaptılar ki yine bu kapsamda, neredeyse “tartışmalı” bile olabilirdi.

Ona saygısını, minnetini, takdirini, hayranlığını hiç azaltmadan, aynen koruyarak kuşaktan kuşağa aktaran milyonlar olmasaydı, bu da yapılabilirdi... “Atatürk de tartışılmalı” diyordu biri geçenlerde yine.. “Hayır, O’nu tartıştırmam” diyordu bir başkası.. Son yıllarda pek moda hale gelen bu çekişmelerin, polemiklerin benzerlerine sıkça rastladık ama bazıları nedense O’nu tartışırken “O’nun sayesinde bugünlere kavuştuklarını” unutuveriyor, kendilerinin veya bir başkasının “onunla aynı terazide olabileceği” gibi bir dev yanılgıya da düşüyorlardı.

ARADAKİ FARK ŞU Kİ..

Oysa bugün bazılarının “Atatürk” demek yerine sürekli Mustafa Kemal dediği (böylece Türklerin ATA’sı olmaktan çıkıyor yanılgısı mıdır acaba) büyük önderle diğer herkesin arasındaki fark şudur; Atatürk’ten sonra gelenler: ne yapmış veya ne yapacak olurlarsa olsunlar, bunları “Atatürk’ün kurduğu çağdaş ülke, demokratik hukuk devleti içinde” yaptılar veya yapacaklar. Ama hiçbir yaptıkları onun başarısıyla asla kıyaslanamayacak, çünkü Atatürk’ün başlangıç noktası “bugün onun sayesinde bizim sahip olduğumuz laik-demokratik bir cumhuriyet ve özgür bir ülke” değil, dünyanın “hasta adam” dediği çöküş döneminde bir padişahlık rejimi ile 4 yanı düşman orduları tarafından işgal edilmiş bir ülkeydi.

Kısacası, kendisinden sonraki her kuşağın, her siyasetçinin sahip olduğu imkanların binde biri bile olmadan, yokluk içinde, sadece “kendi zekası ve inanılmaz cesareti , bunlar yanında halkının sevgisi ve desteğiyle” yaptı herşeyi.. Bu nedenle öldüğü gün savaşlarda yendiği, esir aldığı yabancı komutanlar bile cenazesinde saygı duruşunda bulundular, bütün devlet adamları “büyüklüğünden, benzersizliğinden” söz etti. Dünyanın en ünlü tarihçileri onu anlatmak için ciltler dolusu kitaplar yazdı. (Dün Boğaziçi Üniversitesi’nde uluslar arası üne sahip araştırmacı, yazar ve akademisyenlerin katıldığı bir sempozyum vardı; “Bir entelektüel olarak Mustafa Kemal Atatürk” sempozyumu vardı, İstanbul dışında olduğum için kaçırdığıma çok üzgünüm. Özellikle yabancı araştırmacıların “O’nu yücelten” konuşmalarını duymak ve size aktarmak isterdim.)

ÖZGÜR BİR ÜLKEDE OLSAN DA..

Rahmetli anneciğim “İnsan isterim, insan kıymeti bilmeye” derdi. Ne kadar önemli ve anlamlı bir söz olduğunu yaşadıkça, deneyimlerim arttıkça daha iyi anlıyorum. Gelelim “onu tartışıp tartışmama olayı”na.. Atatürk’ün tartışılabileceğini iddia etmeden önce yalnızca sorulardan birini cevaplayalım; “eğer O olmasaydı bugün, yıllardır girmek için yanıp tutuştuğumuz AB’den söz edebilir” miydik?

Tabii ki “özgür ve demokratik bir ülkede” herkesi ve herşeyi tartışabilirsiniz, ne mutlu size, ne mutlu bize.. Sırf bu nedenle bile Ata’mıza saygıda kusur etmemeye, “Anayasa’nın ilk üç maddesi”ni, cumhuriyeti korumak için elden gelen herşeyi yapmaya değer. Ama bırakın O’nu herkesten ayıran ve bu ulusun büyük önderi yapan tüm farkları, özgür bir ülkede olsanız da; bu ülke için, size mutlu yarınlar bırakmak için canını vermekten çekinmeyen şehitlerinizi, gazilerinizi tartışıyor muyuz ki Atatürk’ü tartışacağız?

CEVAP HAKKI NE OLACAK?

Ayrıca, “Mustafa” filminde ve hakkında yapılan diğer birçok yanlış yorumda olduğu gibi “cevap hakkı doğduğunda” ne olacak? Cevap verebilecek mi? Mesela “Mustafa”nın senaryo yazarı gazeteci arkadaşımız TV’de kendisine soru soran gençlere “Haklısınız, Kaymak Hoca yorumunda hata yapmış olabilirim” dediğinde çıkıp “Diğer yorumlarında da hata var, ‘belgesel’ dediğin bir filmde hatalı yorumlar yaparak insanları benim hakkımda yanıltman doğru mu, o zaman neden belgesel diyorsun” diyebildi mi? Kimbilir bu film kaç yıl izletilecek, engelleyebildi mi, örneğin “Ben canımı siper ettiğim ülkemde bunları hak etmedim, yargıda hakkımı arayacağım” diyebildi mi?

Silkelenip kendimize gelelim ve hiç değilse ebedi uykusunda rahat olmasına izin verelim lütfen!

*****


Deprem ve Havaalanı!

‘Deniz altında tünelden önce depremi düşünsek’ başlıklı dünkü yazımı yazarken henüz Van’da yeni deprem olmamış, yine oteller, binalar yıkılmamış, yeni can kayıpları duyulmamıştı. Olmasaydı da aynı derecede doğru zamanlamayla yazılmıştı zira son derece haklı bir noktayı; “süslü ve tabii ki göz boyayıcı yeni projelere harcanacak vakit, nakit, emek ve özenin, beklenen depremlerde can kaybı olmaması için proje geliştirmeye harcanması gerekliliğini” vurguluyordu.

Nedense hiç ders almamakta kesin kararlıyız, bu kadar can kaybı oluyor, bebek-çocuk-yetişkin binlerce insan çadırlarda perişan halde bekliyor ama biz sıcak ve rahatız ya önemi yok, unutabiliriz. Hemen unutunca da işte yeni felaketler peşimizi bırakmıyor. Mesela Kandilli Rasathanesi “Binalara girmeyin, tehlikeli” dese bile Vali çıkıp “Tehlike geçti, girebilirsiniz” diyor. Veya; hemen bütün binalar ve özellikle çatlayan, hasar gören binaların depreme dayanıklı şekilde onarılması hızla başlatılmalıyken, Cumhurbaşkanı Gül bölgeye gelecek diye çatlak binalar sıvayla kapatılıp boyanıyor.

DEPREMDE BİLE SAHTEKARLIK

Bu sonuncuyu Van depreminin ardından bölgeye yardım götüren Yunan Arama Kurtarma Organizasyonu Midilli Şubesi Başkanı Dr. Zoi Livaditon anlatmış. Cumhurbaşkanı gelecek diye boyamışlar, bu da yetmemiş anlaşılmasın diye “boyayı eskitmeye” çalışmışlar. Dalavere ile cehalet birleşince her işte bu salaklık ortaya çıkabiliyor işte.. Ama konu deprem olunca salaklık can alıyor.

Dr Livaditon “yerle bir olan binaların daha çok kerpiç ve briketten yapıldığını, aynı şekilde yapılmış bazı kamu binalarının da ciddi hasar gördüğünü” söylemiş. Haydi özel firma veya müteahhitler hata yaptı diyelim, devletin yapma hakkı var mı, milletin parasını yatırdığı binaları kontrol etmesi gerekmez mi?

SORUMLULUK DEVLETİN!

5.6’lık depremde yıkılan Bayram Otel’de 12 kişi enkaz altında kaldı, ölenler var ve kaç kişinin canı kurtulabilecek belli değil. İTÜ’den Pınar Özdemir “Bayram Otel’de kolonlarda ısı yalıtımı için kaplama olması nedeniyle hasar varsa bile göremedik. Son depremde çatlaklar oluştu, buna rağmen deprem uzmanları Otel’i mühürlemedi” demiş.

Van’daki ilk depremde onca insan öldü ve bu kayıpların sorumluluğu en başta “deprem bölgelerinde binaları, hatta devlet binalarını bile denetlemeyen” devlete aittir. Ama o depremin, milletçe yaşadığımız büyük üzüntünün ardından bile “bu konuda en hızlı çalışmayı yaptırıp insanların riskli binalardan çıkmasını sağlamayan” devlet artık yüzde yüz suçludur.

ATATÜRK HAVALİMANI DA..

Bayram Otel’de kolonlar kaplı olduğu için hasar anlaşılamıyor. Aynı durum İstanbul Atatürk Havalimanı’nda mevcut, Gölcük Depremi’nin ardından bu konuyu yazdığım için gayet iyi hatırlıyorum. 30 tonluk çatı kaymış, kolonlarda çatlaklar oluşmuş, fotoğraflar gazetelerde bile çıkmıştı. Sonra Havalimanı önceden anons edilen tarihe yetişsin diye kolonların üzeri alüminyum plakalarla kaplandı. Şu anda büyük bir depreme dayanabilecek durumda mı belli değil.

Hükümet en öncelikli ve en hızlı şekilde İstanbul ve diğer deprem riskli şehirlerde bina çalışmalarına başlamak zorunda, unutturulacak tarafı yok artık bunun. Belediye Başkanları “geç kaldık, itiraf ediyoruz binalar çürük” diye sızlanacaklarına işe koyulsunlar yahu!

Ruhat Mengi
Vatan
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)