Ruhat Mengi yazdı:"Yeni anayasayı ‘bir kesim’ yapamaz!"

Dün “hazırlıkları başlamış olan” yeni anayasa konusunda bir giriş yapmıştım, devam ediyorum.

Bu anayasa dediğimiz şey “toplumsal sözleşme” niteliği gereği, yalnızca bu iş için oluşturulan bir kurucu meclis tarafından yapılmak zorunda ama buna uyulmuyor, nasıl olacak? Bu soruyu bilgisine çok güvendiğim Anayasa Hukukçusu Doçent Dr. Ekrem Ali Akartürk’e sordum. Akartürk “Sadece bir veya birkaç partinin katılımının yeni anayasa yapmak için yeterli olmadığını, sivil toplum kuruluşları, farklı ekonomik ve sosyal grupların temsilcileri, üniversiteler, meslek kuruluşlarının da bu kurucu mecliste yer alması gerektiğini.. Toplumun bütün kesimlerinin bulunması, örneğin kadınlar toplumun yarısını oluşturuyorsa yüzde 50 oranında kadın katılımı olması, ayrıca yüzde 10 barajı nedeniyle Meclis’e girememiş partilerin de temsil edilmesi gerektiğini.. Parti liderleri tarafından seçilmiş milletvekillerinin yapacağı yeni anayasanın eskisinden farkı olmayacağını” anlattı.

Ve şöyle devam etti: “Birlikte yaşama kurallarını bütün toplum belirlemelidir. Partiler uzlaşamadığı takdirde iktidar kendi gücüyle anayasa yapmayı da deneyebilir ama bunun DP’yi dışlayan 61 Anayasası’ndan veya bütün partileri dışlayan 82 Anayasası’ndan farkı olmaz. Bir anayasa yapılırken halka dayatmak değil, geniş kesimlerin katılımını alarak yapmak önemlidir.” Peki ya yine referandum yoluyla kabulü sağlanır ve meşruiyet kazanmış gibi gösterilirse? Ekrem Ali Akartürk bu soruyu “Eğer referandumu meşruiyet ölçüsü kabul edeceksek, 82 Anayasası’nda yüzde 92 halk desteği vardı ama gördüğünüz gibi hep tartışmalı olarak görüldü, beğenilmedi. Yeni anayasa bu yolla yapılamaz” diye cevapladı.

Bakalım TBMM bu kez doğru yöntemle dosdoğru bir anayasa yapmayı başarabilecek mi? İlk adım olarak “kurucu meclis” konusu çıkıyor karşımıza ama nedense bundan hiç söz edilmedi, yine yap-boz tahtasına dönmez İnşallah!

(Not: Ekrem Ali Akartürk “Anayasa’nın ilk 3 maddesi değişmeyecekse buna ‘yeni anayasa’ denmeyeceğini, o 3 maddenin ise 4’üncü maddeden dolayı değişemeyeceğini, bu nedenle hukuken yeni anayasanın mümkün olmadığını” da hatırlattı. En zor konu da bu olacak herhalde!)

*****


Dersim’den önce 12 Eylül’ü tartışın, buyrun!

“Bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur” sözü biz Türkler’e ait, diğer özdeyişlerimiz gibi başka yerde de benzerini göremezsiniz. Neden, çünkü mesela bu sözdeki gibi aynı yere çakılıp kalan, papağan gibi aynı sözleri tekrarlayan bir biz varız da ondan..

Tabii bu tepkim asla ‘tarihi tartışmayalım’ anlamında alınmamalı, tam aksine ben tarihimizi tartışmamız gerektiğine inanıyorum, inanıyorum inanmasına da.. Neden devamlı olarak sadece Dersim seçiliyor ve sanki 1937-38’lerde yapılan hataların sorumlusu bugün yaşayan insanlarmış gibi birileri suçlanıyor? O zaman mesela padişahları filan da resmi toplantılarla TBMM tarafından andığımıza göre “padişahların yaptıkları veya dönemlerinde yapılan” yanlışları da tartışmıyoruz?

GELENEKSEL HEDEF, ATATÜRK!

Neymiş, Dersim mağdurları CHP’nin peşini bırakmazmış. İyi de o gün “tek parti” döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında olanlar (her ne olursa olsun) neden bugünün çok partili Türkiye’sinde “demokrasiyi, hukuku, insan haklarını özümsemiş” ve tümüyle farklı bir partinin sorumluluğu sayılsın? Aynen mesela “İsmet İnönü şöyle demişti, verin bakalım hesabını” der gibi.. Bundan daha anlamsız ve çarpık bir anlayış olabilir mi?

Dersim tartışmalarında da asıl hedef sadece “Atatürk ile bugünün CHP’si” gibi görünüyor, artık Atatürk’ü “geleneksel hedef” haline getirdiler ya, devam.. Kendi yazdığı kitapta “Atatürk milliyetçiliğini överek göklere çıkaran” Baskın Oran sonra aniden hafıza kaybına uğramış gibi dönüp “Nedir azizim Atatürk milliyetçiliği, bilen var mı” diye sormuştu kısa süre önce. Bunu bilmeden nasıl profesör olunur konusu ayrı bir tartışma gerektirir tabii.. Şimdi çıkmış; “Dersim’de isyan yoktu, devlet tarafından planlı kat-liam uygulandı, bunu da Atatürk planladı” diyor. Olayı tartışmaya gerek görmeden direkt hedefine yürüyerek.. Aynen “Ermeni soykırım iddiasında, hiç tartışılmadan tek suçlu olarak Osmanlı’yı seçtikleri” gibi.. Önce tartış, önce “tartışmaya gelmeyen, masaya oturmayı kabul etmeyen Ermenistan’a öfke göster” be profesör!

ARŞİVE BAKIN, ARAŞTIRIN

Bak TTK eski Başkanı, Kayseri Miletvekili Yusuf Halaçoğlu “Devlet arşivleri açsın, Dersim tartışılsın. Osmanlı döneminde Dersim dışarıdan gelen eşkiyalarla doluydu, sorundu. Belki köylüler tıpkı bugün PKK’dan korktukları gibi destek vermiş olabilirler, belki zulüm de olabilir. Bunlar ortaya çıkmalı” demiş. Yani “önce araştırılmalı” diyor. Doğrusu bu değil midir?

DAHA YAKIN TARİHİ UNUTTUNUZ!

Araştırılsın, konuşulsun, ortaya çıksın bu bir tarafa, neden orta yerden dalıp sadece Dersim’e kilitlendi arkadaşlar acaba? Mesela neden daha baştan; Patrona Halil İsyanı veya Kabakçı Mustafa İsyanı’ndan başlamıyorlar? Veya neden yakın tarihimizin “12 Eylül darbesi ile 27 Nisan Muhtırası”nın tartışılıp sonuca bağlanmasını, her ikisinin de millet ve tarih önünde mahkum edilmesini” hiç ağızlarına almıyor, “Hani Referandum’da söz verilmişti diye sormuyorlar? Haydi buradan başlasınlar da “tarihi tartışma” konusundaki samimiyetlerini görelim.

Yargıladıkları, tartıştıkları kişiler hayattayken daha adil olur.

Atatürk dönemi tek parti dönemiydi ama içinde hizipler vardı, daha önce Atatürk’e karşı çıkanlar da o Meclis’te yer almıştı, adeta birçok partinin görüşünü barındırıyordu. 1937-38’de olan olayların “Atatürk padişahmış gibi” değerlendirilmesi de bir başka yanlıştır bence.. TBMM’yi kurup kurbanlar keserek dualarla açan ve çok partili sisteme geçmek için bile çalışan Atatürk’ü milletin gözünde “diktatör” konumuna getirmek için gösterilen yoğun çaba göz yaşartıcı doğrusu. Bakalım nereye kadar gidecekler bunun için!

Ruhat Mengi
Vatan
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)