Suay Karaman yazdı:"Emperyalizmi Tanımak"

Emperyalizm, kapitalist aşamayı geçmiş bir devletin siyasi, askeri, iktisadi, kültürel ve teknolojik anlamda, diğer devletleri sistemli olarak sömürmesi, bunun sonucunda zenginleşmesi, büyümesi, genişlemesi ve gücünü onlara kabul ettirmesidir. Siyasi, askeri, iktisadi, kültürel ve teknolojik emperyalizm bir bütündür. Biri, diğerinin ortam hazırlayıcısıdır, zeminidir. Günümüzde kültür emperyalizmi öne çıkarılarak, hedefe ulaşılmasında en etkili ve sinsi yollardan biri haline gelmiştir. Bir devleti çökertmenin, bir ulusu yok etmenin en kolay, ucuz ve hızlı yolu kültür emperyalizmidir.

Emperyalist devlet kendi kültürünü dayatırken, diğer kültürleri yok etmeye çalışır ve bunun sonucunda diğer ülkeleri kendi güdümü altına almayı başarır. Bu amaçla ekonomi, hukuk, siyaset gibi araçların yanında, eğitimden siyasete, gıdadan teknolojiye, spordan medyaya, sanattan edebiyata kadar her yolu kullanır. Böylece kültür emperyalizmi toplumun yapısını kısa sürede bozar ve değerleri çözülen toplumların çürümesi ile çökmesine ortam hazırlar. Kültür emperyalizmi ulusal bilinci yitirmeyi hızlandırır. Barışçı görünerek, uyuşturma, dayatma ve alıştırma yoluyla toplumun hayatının bir parçası haline gelir. Artık toplumun hayatında emperyalist devletlerin moda kıyafetleri, beslenmesi, sanatı, eğitimi, sporu ayrı bir yer tutmaya başlar. Yabancı dille yapılan eğitim, yabancı malların tüketimi, yabancı dille mağaza adları toplumu yabancı hayranı yapar. Yabancı markaların bağımlısı olurken, etnik lokantaların, etnik müziklerin, etnik kıyafetlerin de hayranı olurlar. Bu hayranlık, zamanla toplumun kendi kültüründen vazgeçmesini ve emperyalist devletlerin egemenliği altına girmesini sağlar.

Emperyalizm, işini şansa bırakmaz; sabırlıdır, planlıdır. Sömüreceği ülkelerin yöneticilerinden tam teslimiyet istediği için, her şeyi devreye sokar. En bilinen yöntem olarak alt kimlikleri kendi aralarında kapıştırır. Böylece önce insanları birbirine düşürür, sonra da bu insanları sorunlarını çözmeye zorlar. Kendisi için bütünleşmeyi, ama sömürdüğü toplumlar için ayrışmayı önerir. Emperyalizmin hedefi bölmektir. Bunun için askeri güç, silahlı ya da silahsız işgal gibi her türlü yönteme başvurur. Gençleri sokağa döker, etnik çatışmaları körükler, medyayı yönlendirir, toplumdaki kanaat önderlerini kullanır. Direnebilecek tüm güçlere karşı dolaylı ya da dolaysız şiddeti devreye sokarak, tasfiye eder. Artık toplum çürüdüğünün, çözüldüğünün, devlet ise çöktüğünün farkına varamaz. Bu süreç sonunda emperyalizmin bir işgali daha tamamlanmış olur.

Emperyalizm çıkarları için sürekli gerekçe yaratır. Yarattığı bu gerekçeleri medya sayesinde allayıp, pullar, yalan haberler yayarak, demokrasi getireceklerini söyler. Emperyalizmin oyunlarına ve yalanlarına kanmamak için duyduğumuz, gördüğümüz, okuduğumuz her şeye kuşku ile yaklaşmalı ve gerçeği aramalıyız. Gerçeği bulduğumuzda zaten her şeyi çok daha net olarak anlayabilme şansına sahip oluruz. Emperyalizm bir ülkeyi ele geçirmek istiyorsa, önce o ülkede bir isyan başlatır, sonra kan akıyor diyerek müdahale eder. Müdahale edilecek ülkelerde petrol, doğalgaz gibi stratejik yeraltı zenginlikleri varsa, operasyon ‘uluslararası toplum’ adına yapılır.

Emperyalist güçlerin günümüzde yaptığı tüm saldırılar, hep demokrasi adına yapılmış gibi söylenmektedir. Demokrasinin özünü kavrayamayanlar ya da kavramak istemeyenler, demokrasi sözcüğünü tüm kirli çıkarlarına alet etmektedirler. Uluslar arası para oyuncusu George Soros, turuncu balonlarıyla iktidarları ‘demokrasi’ adına devirmiştir. ABD, Afganistan ve Irak’ı ‘demokrasi’ adına işgal etmiştir. Emperyalizm ‘demokrasi’ getirmek için, Yemen, Tunus, Mısır ve Libya’ya “Arap Baharı” diyerek karakış getirmek için yoğun çaba harcamıştır. Yemen, Tunus ve Mısır’da sadece psikolojik savaş unsurlarını devreye sokan emperyalist güçler, Libya’da silahlarıyla sürece destek olmuşlardır. Havadan bomba yağdırdıkları, denizden füze attıkları Libya’da diktatör Muammer Kaddafi’ye karşı ayaklanan halkın, insan hakları, özgürlük ve demokrasi istedikleri vurgulanmıştır. Ancak batılı ülkelere göre, halkın aç ya da tok olmalarının bir önemi yoktur. Önemli olan, emperyalizmin hedefleridir.

Emperyalizm, bugüne kadar hiçbir ülkeye barış, demokrasi, özgürlük götürmemiştir. Başta ABD olmak üzere emperyalizm yıllar boyunca dünyanın her yanındaki diktatörlükleri hem ekonomik, hem de askeri açıdan desteklemiştir. Emperyalist güçlerin şimdilik son olarak Libya’yı bombalaması, halkı korumak, diktatörlüğe karşı olmak, demokrasi ve özgürlük tutkusu hiç inandırıcı değildir. Bütün bu kavramlar emperyalistlerin gerçek yüzünü gizleyememektedir. Emperyalistlerin Libya’ya saldırmalarının ardında, zengin enerji kaynaklarına ulaşmanın dışında, ülkedeki muhalif hareketleri de kontrol etmek ve Kaddafi’den sonra Libya üzerinden Afrika’ya açılma fikirleri yatmaktadır. Bütün dünya ülkelerinin bu gerçeği bilmesine karşın, bazı devletler emperyalizme maşa olmak için öne çıkmaktadırlar, bazıları da sıraya girmektedirler.

Kaddafi öncesinde Libya, 1950’li yılların başında dünyanın en fakir ülkelerindendi. Emperyalist ABD ve işbirlikçileri Libya’yı bombalamadan önce Libya’da yaşam düzeyi birçok ülkenin üstüne çıkmıştı. Nüfusu 6.5 milyon olan Libya’da kişi başına düşen ulusal gelir 16.500 $ düzeyindeydi. Kaddafi döneminde Libya’da, ev sahibi olmak bir insanlık hakkı olarak kabul edilmişti, devlet yeni evli çiftlere bedelsiz olarak konut vermekteydi. Elektrik herkes için ücretsizdi. Tüm sağlık hizmetleri hem kaliteli, hem de ücretsizdi. Eğer vatandaşlar gerekli sağlık hizmetini Libya’da bulamazsa, devlet tarafından yurtdışına gönderilirdi. Eğitim hizmetleri de ücretsizdi. Öğrencilere yaptıkları tahsile göre ortalama ücret ödenirdi. Yurt dışında eğitim yapanlara ise 2.500 euro harçlık verilir ve barınma yardımı yapılırdı. Kaddafi’den önce %20 olan okuryazar oranı hızla artarak %80 olmuştur. Nüfusun yaklaşık %30 kadarı yüksek tahsillidir.

Libya’da, vatandaşlara otomobiller maliyetine satılırdı. Vatandaşlara bankalar faizsiz olarak kredi verirdi. Devlet, çiftçilik yapmak isteyen vatandaşına ücretsiz toprak, ev, hayvan, araç, gereç ve tohum verirdi. İşsizlere iş bulana kadar tam ücret ödenirdi. Son olaylara kadar sokaklarda evsiz veya dilenci bulunmamaktaydı. Libya’da ekmek fiyatı 0.15 $, petrolün galonu ise, 0.15 $ idi. Libya’nın hiç kredi borcu yoktu, Kaddafi IMF veya Dünya Bankası kredisi kullanmamıştır. Libya bağımsızdı…

Başbakan Recep Tayip Erdoğan, 28 Şubat 2011 tarihinde Almanya’nın Hannover kentinde “Böyle bir saçmalık olabilir mi? NATO’nun ne işi var Libya’da?” diye tüm dünyaya seslenmişti. 14 Mart 2011 tarihinde Abdullah Gül, Hırvatistan Cumhurbaşkanı ile Çankaya köşkünde yaptığı görüşmeden sonra gazetecilerin bir sorusu üzerine “NATO’nun direkt olarak Libya’ya müdahalesi olamaz” demişti. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 18 Mart 2011 tarihinde “Libya Halkının korunması için askeri müdahale de dahil gerekli tüm önlemlerin alınması” karar tasarısını, 10 kabul, 5 çekimser oy ile onaylamıştı ve ertesi gün Libya’ya karşı hava harekatı başlatılmıştı. Türkiye ise 23 Mart’ta Libya’ya yönelik olarak denizden yapılacak ambargo harekatı için tezkereyi bile beklemeden biri denizaltı olmak üzere altı gemi göndermişti. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Libya NATO Deniz Gücü’nde yer alması için TBMM’ye getirilen Başbakanlık Tezkeresine, AKP’nin yanında CHP ve MHP grupları da destek vermişti. Kaddafi liderliğindeki Libya, 1974 Kıbrıs Barış harekatından sonra ülkemize petrol vermişti. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni de ilk olarak Libya tanımıştı. Bütün bunlara karşılık, bizim “ileri demokrasi” sevdalısı yöneticilerimiz Müslüman bir ülkeye karşı emperyalizmin yanında yer almışlardır. 1950’li yıllarda, Demokrat Parti iktidarının da Cezayir Kurtuluş Savaşında, emperyalist Fransa’ya destek olduğu unutulmamalıdır.

Emperyalist ABD’nin öncülüğünde NATO’nun bombardımanı sonucu, 30.000 Libyalının öldürüldüğü ve Kaddafi’nin işkence ile katledildiği Libya’da, yönetimi alan Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdülcelil, yayınladığı bir kararnameyle İslami bir devlet olarak Şeriat’ı, hukukun temeli olarak aldıklarını ve İslami ilkelerle çatışan yasaların geçersiz olacağını açıklamıştır. Ayrıca Kaddafi dönemindeki çok eşlilik yasağının kaldırıldığını ve yatırımcıların faiz geliri elde etmediği İslami bankaların açılacağını da bildirmiştir. İşte emperyalizmin “demokrasi” ve “insan hakları” getirdiği yeni Libya’nın, yeni durumu ortadadır.

Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi zaman zaman Batı’ya meydan okumuşlardı ama Hüsnü Mübarek, emperyalist ABD’nin sözünden hiç çıkmadı ve bölgenin en sadık ABD dostu olarak kaldı. Ama emperyalizm, işi bitince hasta ve yaşlı olan Mübarek’i, mahkeme salonunda bir av hayvanı gibi kafeste teşhir ederek, vahşice yargılatmaya başladı. 2006 yılı sonunda idam edilen Saddam’ın son görüntüleri, uluslararası haber kanallarında sık sık gösterildi. Libya’da Kaddafi’nin dövülüşünü, kan revan içinde bırakılışını, çaresizliğini, cesedinin top gibi yerlerde sürüklenişini, linç edilişini televizyonlardan canlı olarak izledik. İşte buna “demokrasi” adı veriliyordu, emperyalizmin medeniyeti buydu..

Kaddafi’nin işkence görmüş o görüntüleri, emperyalizmin ne demek olduğunu bilmeyenlere öğretmiştir. Savaşların bile kendi içinde bir ahlakı vardır ama emperyalizmin ahlakı yoktur; ahlaksızdır, namussuzdur, vicdansızdır. Emperyalizm şimdi sıradakilerin kanlarını istiyor, Suriye ve İran’a da “demokrasi” getirmek için çırpınıyor.. Bunun için kendisine gönüllü maşa arayışını sürdürmektedir.

İnsan bu sahneleri izlerken, insanlığından utanıyor. Bu sahneleri izlerken, kendisinin de insanlıktan çıkıp canavarlaştığını düşünüyor. Kaddafi’nin linç edilerek öldürüldüğünü sevinçle karşılayan emperyalizmin dışişleri bakanının çığlıkları, kulaklarımızdan silinmemektedir. Kaddafi’nin elinden İnsan Hakları Ödülü alan Başbakan Erdoğan, bu görüntüleri izlerken neler düşünmüştür, nasıl etkilenmiştir?

Emperyalist ABD Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde: “54 ülkenin liderini bizim bursumuzla yetiştirdik” diye bir yazı yayınlanmıştı. Ne acıdır ki bu listede Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı da bulunuyordu. Dünyada Yahudi lobisinden cesaret ödülü alıp, Yahudi olmayan tek başbakan da, Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanıdır. ABD’li uzmanların 1996 yılından beri üzerinde çalıştıkları, 2002 yılından itibaren yüksek sesle dillendirdikleri Büyük Ortadoğu Projesi’nin oluşumunda, işte bu burslarla yetiştirilenlerin de katkıları bulunmaktadır. ABD Başkanı’nın Güvenlik Danışmanı olan ve daha sonra Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Condoleezza Rice, 7 Ağustos 2003 tarihinde The Washington Post gazetesinde Fas’tan Çin sınırına kadar 22 ülkenin siyasi ve ekonomik coğrafyasının değiştirilmesini amaçladıklarını söylemişti. ABD Ordusu’nun NATO Avrupa Müttefik Birlikleri Başkomutanı olarak görev yapan generali Wesley Clark, 2 Mart 2007 tarihinde bir televizyon konuşmasında şunları söylemişti; “Beş yıl içinde yedi ülkeyi ele geçireceğiz: Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan, İran.” Günümüzde ABD’li bazı subayların yayınladıkları haritalar da belleklerimizde durmaktadır..

Birinci ve ikinci dünya savaşlarında milyonlarca insanı öldüren emperyalist güçler, ağızlarından insan hakları, demokrasi ve özgürlük kavramlarını düşürmüyorlar. 1990’lı yılların başında Balkan’larda yürütülen operasyonlar BOP için bir ön hazırlık aşamasıydı. 11 Eylül saldırılarını bahane eden ABD, Afganistan’ı işgal etmişti. Kimyasal ve biyolojik silah yalanına başvurarak, Irak’a saldırmış, önce işgal, sonra talan etmiştir. ABD’nin artık BOP adını verdiği işgal projesini hızlı bir şekilde hayata geçirmesinin zamanı gelmiştir. Bugün Ortadoğu’da yaşananlar ve Libya’da yapılanlar, işte bu işgal planının uygulanmasıdır. BOP’un eş başkanı olmakla övünen Başbakanın, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 6 Mart 2006 tarihinde Vakit Gazetesi’ne şunları söylemişti: “Büyük Ortadoğu Projesi Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygun. ABD ile hareket ediyoruz. Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek.” Kendi kafalarının içi özgür olmayanların, başka ülkelere özgürlük ve demokrasi getirmeye çalışmaları, ne yaman bir çelişkidir.

1990’lı yılların başında Yugoslavya’da, 1994 yılında Ruanda’da, 2003 yılında Sudan’ın Darfur bölgesinde yüzbinlerce insan öldürülürken, yıllardır İsrail Filistin’de katliam yaparken Birleşmiş Milletler askeri bir müdahale kararı almamıştı. Emperyalist güçlere göre, zengin enerji kaynağı olmayınca, ‘demokrasi’ye de gerek olmadığı anlaşılıyor. Emperyalizm, sömürmek için demokrasiyi kullanarak, mazlum ülkeleri uyutmaya devam etmektedir.

1980’li yıllarda eskiyen emperyalizmin adına, yenidünya düzeni, küreselleşme, globalleşme gibi isimler takıldıysa da, günümüzde halen emperyalizm, emperyalizm olarak bilinmektedir ve mazlum ülkelerin, ulusallığın, yurtseverliğin en büyük düşmanıdır. Sonuçta şu yargıya varmak kaçınılmazdır: mazlum ülkelerin düşmanı Pentagon’dur, ABD’dir, AB’dir, kısaca emperyalizmdir.

Batı ile eşit, onurlu ve karşılıklı saygıya dayanan ilişki kurmanın yolunun ona teslim olmaktan değil, onunla mücadele etmekten, emperyalizmle uzlaşmaktan değil, emperyalizmle savaşmaktan geçtiğini dünyaya öğreten ve dünyada emperyalizme ilk kez yenilgiyi tattıran Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’si, günümüzde ‘demokrasi’ hem de ‘ileri demokrasi’ adına bölünmek istenmektedir. “İleri demokrasi” adına emperyalist ülkelerin ve onların işgal projelerinin eş başkanları olmakla övünenlerin, halktan yana yaptıkları olumlu hiçbir şey görülmemiştir. Emperyalist karargâhlarda hazırlanan haritalarla, Lozan yerine Sevr dayatılmaktadır. İleri demokrasinin sivil anayasası oyunlarıyla, ülkemiz bölünmeye doğru sürüklenmektedir. Emperyalizme ve sömürüye baş kaldırmadıkça, sömürülen ülkelerin kurtuluşu yoktur. Kurtuluş, tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığında bilinçli olarak örgütlenmek ve hep birlikte mücadele etmekle başlayacaktır. Büyük önderimizin yaptığı gibi, örgütlü olarak emperyalizme karşı hep birlikte savaşmalıyız. Mücadele etmeden, zafer kazanılmaz..

Suay Karaman
Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) Genel Sekreteri
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)