Yıkımlara önce 1994’ten itibaren yapılan binalardan başlanmalı

Bazen soran oluyor “Bu iktidarı hep eleştiriyorsun, hiç mi iyi yaptıkları bir şey yok?” diye. “Olmaz olur mu?” diye cevap veriyorum. “Elbette yaptıkları pek çok iyi iş de var, ama bizim işimiz iyileri övmek değil ki, kamu adına gördüğümüz yanlışları, hataları söylemek.”

Tabii bir başka konu daha var. Bazen çok canımın sıkıldığı oluyor. Yıllar öncesinden beri yazdığım, savunduğum, iktidarları yapmadıkları için eleştirdiğim bazı işlerin bu iktidar tarafından hayata geçirilmesine öfkeleniyorum.

Bu öfke kızgınlık öfkesi değil. “Aklın yolu birken, üstelik defalarca hatırlatıldığı halde neden daha önce yapılmadı” öfkesi bu.

Örneğin Başbakan’ın “Kaçak yapıları yıkacağız, seçim bile kaybetmeyi göze alırım” sözlerini sonuna kadar destekliyorum. Çarpık ve çürük yapıların yıkılması, yerlerine modern yapıların inşa edilmesi, bunun için “akıllı” bir projenin de ipuçlarının verilmesi beni hem sevindiriyor hem de aynı gerekçeyle öfkelendiriyor.

Daha 1980’li yıllardı bunları yazmaya başladığımızda. O tarihlerde deprem tehlikesinden çok çarpık ve sağlıksız kent ana konumuzdu. İstanbul’un her tarafı gecekondularla dolmuştu.

İstanbul’un konut haritalarının çıkarılmasını öneriyorduk. Sonra bunlar kendi içlerinde çok büyük adalara bölünecekti. Bu adalarda evleri bulunanlar bir şirket kuracaklar ve evlerinin değeri ölçüsünde hisse alacaklardı. Sonra isteyen yeni yapılardan eşdeğer bir ev alacak, isteyen hissesini satıp kendine başka bir yerde ev arayacaktı.

Böylelikle birbiri üstüne yapılmış çarpık ve çürük binalar yıkılacak, yerine yaşam alanları olan modern kentler kurulacaktı. Ama olmadı, olamadı.

Şimdi Başbakan çok geç kalınmış olsa bile eline neşteri aldı. Umarım ve dilerim yıllardır hiç değişmeyen hokkabazların kurnazlıkları ile bu projeden vazgeçmez.

Ancak diyeceğim bir şey var. Başbakan Erdoğan 1994’ten beri fiilen İstanbul’un başında. “Çoğu kaçak” dediği o binalar Erdoğan’ın devr-i iktidarında yapılmış. Üstelik deprem anında yıkılan binalar da bu dönemde görüldü. Yoksa İstanbul zaten deprem hattında ve çocukluğumdan beri kimbilir kaç deprem yaşadık. Ama hiç bina çöktüğünü görmedim.

1999 depreminde ise neredeyse tamamı yeni onlarca ev yerle bir olmuştu. Bu nedenle Erdoğan eğer gerçekten büyük bir yıkıma ve yeniden yapılanmaya gidecekse önceliği kendi döneminde yapılan binalara vermeli.

Bu en azından hem samimi olduğunu gösterir hem de düzgün bir siyasetçi olarak kendisinin de neden olduğu hataların giderilmesinde bir tür günah çıkarma olarak kabul edilir.

*****


50 yıllık bir yardım hikâyesi

Bir aile büyüğüm aradı dün. “Can” dedi “Yardım kutularından çıkan garip şeyleri okuyunca aklıma tam 50 yıl önce yaşadığımız bir yardım hikâyesi geldi” dedi.

Yıl 1961. O dönemde Amerika’nın büyük ilgisi var Türkiye’ye. Başta askeri olmak üzere gıda, ihtiyaç malzemeleri, tarım araçları yardımları geliyor Amerika’dan.

Aile büyüğüm o dönemde İstanbul’da bulunduğu ilçenin ileri gelenlerinden. Bu nedenle devlet yetkilileri “Siz bu bölgedeki Kızılay yardımlarını koordine edeceksiniz” demişler.

Derken halka dağıtılmak üzere koliler gelmeye başlamış. Hepsi Amerikan ve Türk bayraklı. Birinde Türk diğerinde Amerikan bayrağı olan iki el, tokalaşıyor, bilen bilir.

Aile büyüğüm “kolileri açıyoruz” dedi “içlerinden her tür giyim eşyası çıkıyor.” Sonra devam etti “Ama bir de ne görelim giyim eşyası adı altında pis donlar, bumburuşuk ve dekolte gece elbiseleri, mayolar, yırtık sökük kazaklar gömlekler, pantalonlar var.”

Ben de “Peki ne oldu?” diye sordum. Aile büyüğüm anlattı, “Önce bunları dağıtmayalım, yakalım diye düşündük. Ama devlet işi başımıza iş açılır. Kalktık vilayete gittik, vali muavinine durumu anlattık. Vali muavini şaşkın halde bunu mesele yapmamamızı, Amerika ile ilişkilerin bozulabileceğini, onlara çok ihtiyacımız olduğunu söyledi. Biz de işe yaramayan bütün giysileri atıp kurtulduk.”

Aile büyüğüm son olarak şunu söyledi: “Ancak o zamandan beri içimizde bir kuşku var. O koliler burada açılıp mı değiştirildi yoksa Amerika’dan mı öyle geldi. Şimdi Van’a giden yardımlardan da böyle şeylerin çıktığını görünce aynı kuşkuya düşüyorum. Vatandaş mı öyle gönderiyor yoksa birileri kolileri açıp değiştiriyor mu?”

*****


Yardım dediğimiz vicdanları rahatlatmak

Gazetelerde Van’a giden yardımların hâlinin fotoğrafını gördünüz mü?

Yüzlerce belki binlerce koli, naylon torba, kutular üst üste atılmış duruyor.

İçlerinde ne var bilen yok

Benzer bir manzarayı Marmara depremi sırasında Gölcük’te de görmüştüm. Gölcük’teki bir ilkokulun bahçesindeki “gömlek dağı” beni çok şaşırtmıştı. Hepsi buruş buruş olmuş binlerce gömlek, tişört ve benzeri giyim eşyası öylece atılmış duruyordu.

Türk halkının zora düşene yardım elini uzatmasında, bunun için canını dişine takıp çırpınmasında bir sorun yok. Sorun yardım etmeyi bilmemek ve asıl önemlisi yardımları koordine edecek düzeye gelememiş olmakta yatıyor.

Açıkçası, devlet devletliğini yapmıyor. Yüz binlerce vatandaş en halisâne duygularla toplayabildiği kadar malzemeyi toplayıp, kolilere, torbalara doldurarak gönderiyor. Ya ondan sonrası?

Yardım giden yerde devlet olmayınca, gelen yardımları tasnif edip gerçekten ihtiyaç sahiplerine veremeyince işte ortaya böyle manzaralar çıkıyor.

Yardımlar açıkçası yardım gönderenlerin vicdanını rahatlatmaktan öteye gitmiyor çoğu kez.

Başımıza gelen her felâketten ders çıkarmaya ama almamaya çok meraklıyız.

Van depremi devletin yardım toplama, gönderme ve dağıtma konusunda da ders almasına vesile olmalı.

Nasıl arama kurtarmada büyük mesafe katettiysek, bu konuda da şimdiden hazırlıkları yapmalıyız.

*****


İşte aklın yolu Bir okurumun gönderdiği mesajı sizlerle paylaşmak istedim:

“Can Bey merhaba. 1992’de Sakarya’da başladığımız bir projede inşaata başladık tam temel demirlerleri döşenmiş betonu dökülmek üzereyken Erzincan’da bir deprem oldu. Mühendisim derhal beni aradı ve “Gerçi yaptığımız projenin bir eksiği yok gel biz şu demirlere üç beş çubuk ilave edelim” dedi. Bu toplamda maliyeti yüzde on sekiz artıracaktı ve ben farkın büyüklüğüne itiraz ettim. Mühendisim de bana unutamadığım şu cevabı verdi. “Bu binanın kabası bitip ince işçiliğine sıra geldiğinde eminim ki fayansın, bataryanın, lavabonun en kalitelisini ve en pahalısını alıp binana kullanacaksın ama unutma, bir deprem sırasında binayı ayakta tutacak olan bunlar değil şu anda fazladan koyacağımız üç beş çubuk demirdir” İkna olmuştum. Gerçekten yıkıcı Marmara depreminde etrafımızdaki birçok bina yıkılırken veya ağır hasar alırken binamız dimdik ayaktaydı. Mühendisimizin bu sorumlu davranışı, hem canımızı hem de malımızı kurtarmıştı. Kendisine hep minnettar kaldık. Deprem bizleri öldürmemiş, komşularımızı ve yakınlarımızı usulsüz, kalitesiz ve ucuz malzemeden yapılmış binalar öldürmüştü. E. Ö.”

*****


Van’ı vuran “kayıp” bir faymış. Deprem ülkesi olmamıza ve
binaların durumuna bakılırsa FAY halimize! (Gani Yıldız)

Can Ataklı
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)