Yunanistan’dan ve İtalya’dan en büyük farkımız!

Avrupa’daki ekonomik kriz iki ülkede hükümet devirdi. Önce Yunanistan Başbakanı Papandreu istifa etmek zorunda kaldı, hemen ardından İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi borç krizine yenik düştü ve parlamentoda güvenoyu alabilecek çoğunluğu kaybetti.
Şimdi bütün dünya onun da istifasını bekliyor…
Meraklısı için yazalım:
Berlusconi, 2008’in Nisan ayında yapılan son genel seçimlerde oyların yüzde 47’sini…
Papandreu da 4 Ekim 2009’daki seçimlerde oyların yüzde 44’ünü almıştı…
Ve ikisi de parlamentolarında büyük bir sandalye çoğunluğuyla yeni hükümetlerini kurmuştu…
***
Hani bizim en büyük devlet büyüğü her fırsatta, “Seçimle gelen, seçimle gider… Bizi halk getirdi, sadece halk götürür” diyor ya…
Yunanistan’a ve İtalya’ya bakarak ders çıkarmasını öneririm.
Evet; o ülkelerin başbakanlarını da halk getirdi; hem de yaklaşık bizdeki iktidar partisinin aldığı oy oranıyla…
Ama… O iktidarların sonunun gelmesi için, “yeni seçimler” beklenmedi…
Papandreu da, Berlusconi de, “Beni halk getirdi, halk götürür. Seçime kadar buradayım” diyemedi.
Çünkü her iki ülkede de yaşanan kötüye gidişi gören duyarlı vekiller, kendi liderlerinin ipini çekti!
***
Ekonomik krizler hükümetlerin düşmesine neden oluyor… Bunu biz de defalarca gördük ve yaşadık…
Peki; en ağır ekonomik krizden bile çok daha yıkıcı ve toplumsal barışı sarsıcı “terör krizi”ne dokuz yıldır çözüm bulamayan bizim iktidar nasıl hâlâ dimdik ayakta kalabiliyor?
Bunun sırrı, aslında bizim genlerimizde gizli:
Biz ne kadar çağdaşlaştığımızı ve demokrasiyi içselleştirdiğimizi iddia edersek edelim; “cemaatçi” anlayışı üzerimizden atamıyoruz!
Bu yüzden; Avrupalı milletvekilleri, başlarına gelen felaketler karşısında hemen devreye girip, üyesi oldukları iktidarlarından bile hesap sormaya başlarken, bizimkiler, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışını terk edemiyor…
Yani; suç “halk”ta değil, seçtiklerinde…

Otuz yıldır on binlerce eve düşen ateş canımızı yakıyor, biz de tıpkı onlar gibi gerektiğinde milyonlarca kişi meydanlarda buluşmasını biliyoruz; ama “cemaatçi siyaset”, “yetki belgelerinin süresi doluncaya kadar” bu tepkileri umursamıyor…
Yani; Avrupa’da olduğu gibi halkın nefesi her gün değil, dört yılda bir seçimden seçime iktidarın ensesinde olabiliyor.
***
Sorarım size:

Yıllardır bu ülkeyi yöneten bir Başbakan’ın hâlâ “terörle mücadele için muhalefetten çözüm önerisi beklemesi” ve sorunu çözücü değil, artırıcı politikalar izlemesi; bu yüzden de sadece dokuz yılda yedi bine yakın insanımızın can vermesi, Yunanistan’daki ve İtalya’daki ekonomik krizden çok daha az mı önemsiz?
Elbette değil…
Ama dedim ya, onlardaki siyasetçi bizde yok…
Bizimkiler, “Salla başını, al maaşını” derdinde…
Ne yazık ki; olay bundan ibaret!
*****
73 YIL SONRA!
Atatürk’ün öldüğü gün doğan çocuklar, bugün 73’üncü yaşlarına giriyorlar.
Cumhuriyetimiz o gün 15 yaşında bir delikanlıydı, bugün 88 yaşında…
O gün Mustafa Kemal’in arkasından ağlayan “18 milyon genç”in, 16 milyonu bugün hayatta değil.
Bugün bu ülkedeki 74 milyon kişinin en az 72 milyonu, “Atatürk’süz bir dünya”ya doğdu…
Ve hâlâ o, bu ülkenin en sevilen “şey”i…
Onun için utanmadan, “Diktatördü” diyenler, ölümünden 73 yıl sonra bile hâlâ böyle sevilmesini ve saygı duyulmasını nasıl izah ediyorlar acaba kendilerine?
Yoksa bu halkın “mazoşist” olduğunu falan mı düşünüyorlar?
***
Rahat uyu “mavi gözlü sarışın dev”, aşacağız bu günleri de…
Tamam; işimiz kolay değil ama…
Senin yaptıklarının yanında lafı bile olmaz!

*****
Günün Sorusu
Tam 17 yıl önce, “Her 10 Kasım’da yaygara kopartılıyor. Saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok” diyenler; dokuz yıldır iktidardalar ve mecburen bu törenlere katılıyorlar… Sorum onlara:
O bir dakikalık saygı duruşu sırasında içinizden acaba neler geçiyor?

Mustafa Mutlu
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)