Başbuğ iddiayı çürüttü, ne olacak şimdi?


Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ “kendi başkanlık döneminde Hükümet aleyhine kara propaganda yapan siteler” nedeniyle emekliliğinden uzun zaman sonra tutuklanmış ve cezaevine konmuştu. Neden olarak “terör örgütü liderliği” gösterilmişti ama gösterenler kusura bakmazsa yabancı medya ve eski ABD büyükelçileri bile “buna inanmak saflık olur” demişlerdi.
İlker Başbuğ ise sorgulamasını yapan savcıya “iddianamedeki inceleme raporu”nu delil olarak göstermiş. Bu rapora göre söz konusu internet sitelerinin son güncelleme tarihi 2007 olarak belirtilmiş. Başbuğ “o dönemde Kara Kuvvetleri Komutanı olduğunu”, Genelkurmay Başkanlığı görevine 30 Ağustos 2008’de başladığını, 5 ay sonra 4 Şubat 2009’da bu sitelerle ilgili çıkan bir haber üzerine başlattıkları incelemede “sitelerin şekil ve teknik açıdan kanuna uygun olmadığı” bildirildikten sonra siteleri kapattırdığını anlatıyor.
BU SORU HANGİ DELİLE DAYANIYOR?
Savcı’nın “Ergenekon terör örgütü yöneticisi olup olmadığı” sorusuna ise “Bu soruyu şiddetle reddederim” cevabını veriyor. Buyrun, bir anlaşılmaz daha.. Önce sitelerle ilgili iddia “yine aynı iddianın yer aldığı iddianamenin kendisi tarafından” çürütülmüş. Tarihler ortada, yapılan net ortada.. Peki Savcı hangi delile dayanarak bir Genelkurmay Başkanı’na “terör örgütü yöneticisi olup olmama” sorusunu sorabiliyor?
Gerçekten, bu devletin zirvesinin birlikte karar aldığı, sık sık buluşup görüştüğü ve o aylar yıllar zarfında böyle bir iddianın sözünün edilmediği “Türk ordusunun Başkanı”na böyle bir soru damdan düşer gibi nasıl sorulabilir? Demokratik bir ülkenin cumhurbaşkanına 27 Mayıs darbesini, Yassıada’yı hatırlatan rahatlıkla bu nasıl sorulabilir?
TERÖRİSTLE KONUŞMA SUÇU
Vatandaş olarak herkes bu sorunun cevabını merak eder, nitekim gelen maillerde “Bir teröristle konuşmuş olmak” bazı sanıkların aylarca cezaevinde kalmasına neden oldu, o zaman eğer Başbuğ terör örgütü lideri ise onunla devamlı görüşen konuşan “Başbakan, Cumhurbaşkanı, MGK’nın diğer üyeleri ne oluyor, onlar da suçlu sayılacak mı?” sorusu var. Savcıların; devletin zirvesindeki, bu ülkenin güvenliğini yıllarca yönetmiş bir insana soracakları sorular önemlidir ve dikkatle izlenir ve ayrıca ortada bu insanların “onuru” da var.
‘ONUR’ DENEN ŞEY!
Evet, gazetecinin, yazarın, bilim adamının, hapis milletvekillerinin, Emniyet yöneticisinin, sivilin askerin, herkesin onuru söz konusu.. Ve onur denen şey çarşıda satılmıyor ki kaybolunca gidip yenisini alasın.. Onlarca yıl içinde özenle, gayretle elde ediliyor ve ayrıca o kişinin tüm ailesi de bu kazanım ve kayıptan birebir etkileniyor… Siz bu insanların hepsine, ömrünü “terörle savaşa adamış” komutanlara ve dahi bir Genelkurmay başkanına bile rahatça, elinizde kesin bir suç delili olmadan bu etiketi yapıştırırsanız ve bir gün suçsuz oldukları anlaşılırsa “çok uzun dava süreçlerinde ‘acaba mı’ sorularıyla zedelenen onurları” kim ve nasıl telafi edecek?
İlker Başbuğ iddianamesine ve ona sorulan sorulara göre şöyle bir soru da ortaya çıkıyor: Bu sitelerin olduğu dönemde, daha sonra 2008 ve 2009 yıllarında, ondan sonraki yıllarda onun “terör örgütü lideri” olduğu, bir terör örgütünü ve bu tür siteleri yönettiği iddiaları hiç mi hiç akla gelmedi de sonra ne oldu ki birdenbire bu kanıya varıldı? Oradaki “bilinmeyen” nedir?
Olayı okudukça, düşündükçe bunların hepsi akla geliyor ve bu sorunun cevabını da toplum (ve dünya) en kısa zamanda öğrenme hakkına sahiptir sanıyorum!
****
Akşam yazarına bravo!
Akşam gazetesi Yazarı Özlem Çelik şehirler arası bir otobüste “inmesinden kısa süre önce otobüse binip yanına oturan” gencin kalkması gerektiğini, çünkü erkekle-kadının (orada ‘bayan’ deniyor) yan yana oturmasına izin vermediklerini söyleyen ve “kalk oradan” diye emir vermekte israr eden muavinle tartışmış.
Kucağındaki birçok eşyayla kalkıp yer değiştirmesinin veya yol vermesinin zor olduğunu, beş dakikalık yolculuk için bu tartışmanın olamayacağını söylemiş ama dinletememiş. Bu durumda “Sen benim namusumun bekçisi misin, yanımdaki gence ‘sapık’, bana ‘korunmaya muhtaç bir mahluk’ muamelesi yapmak sana mı düştü” demiş haklı olarak.
Otobüste kimseden ses çıkmamış, çıkmaz efendim “sessiz toplum” bu, hiç ses etmez, her olayı öylece seyreder.. Nihayet arkasında oturan adam kendisine “neden itiraz ediyorsunuz anlamadım ki, sizi korumaya çalışıyor” deyince sabrı iyice taşmış, “Neyi anlayamadınız, yazıklar olsun, işte bu ayırımcılık, bu namus bekçiliği yüzünden kadınlar şiddet görüyor, nereye oturacağıma ben karar veririm, uçakta kadınla yan yana oturunca namuslu, otobüste namussuz mu oluyorsunuz” demiş.
Özlem Çelik’e bir bravo, suskun şekilde izleyen veya yanlış müdahale yapanlara benden de bir ‘yazıklar olsun’! “Korunmak” isteyen, özellikle gece yolculuğu yapan kadınların yanına erkek oturtulmayabilir ama bundan rahatsız olmayanlara da kimse karışamaz. En önemlisi Çelik’in dediği gibi “Kimse bir başkasının namus bekçisi” değildir. MEDENİ ülkelerde!
*****
Hayvanlar karda perişan!
Cumartesi günü bir yandan yazımı yazıp İstanbul’da yağan lapa lapa karı bilgisayarımın arkasından izlerken içim rahattı, benim ulaşabildiğim, çevremdeki tüm sokak hayvanları sıcak yuvalarda ve karınları toktu. Bahçemde kendine yer arayacak “yabancı” kediler için de masayı naylonla kaplamış, altına saklanacakları bir delik açarak içine kutular yerleştirmiştim.
Sonra akşam Müjdat Gezen’in son oyunu 24’ü izlemek için Kadıköy’deki tiyatrosuna gittim ve içeri girerken kapıya yakın duran bakımsız ve soğuktan titreyen kedileri gördüm. Bazıları sarsılarak öksürüyor, bazılarının nezleden gözleri akıyordu. Hemen yakındaki tavukçudan iki tavuklu burger alıp karınlarını doyurdum ama onları soğuktan, kardan korumak için yapabileceğim bir şey yoktu maalesef..
Ne onlar için, ne de göremediğim diğer kedi ve köpekler için elimden bir şey gelmiyor (Nişantaşı’ndaki Sanat Parkı’nda onları koruyoruz diye bitişik üç ev ve restoran “Belediye ile ortak” şekilde ne kötülükler yaptılar biliyorsunuz) ama sizler yardım edebilirsiniz.. Herkes “evinin, apartmanının önüne biraz yiyecek ve su koysa, altına saklanıp ısınacakları küçük köşeler yapsa” sorun kalmazdı. Sıcacık evlerinizde oturup kar ve yağmuru seyrederken aç ve donan hayvanları unutmayın, onlar da zatürre olup ölebiliyorlar. Sokak hayvanlarını korumak için biraz niyet ve zaman yeter, lütfen esirgemeyin!
TİNERCİ KORKUSU
Müjdat Gezen Tiyatrosu’ndan çıkıp arabamıza yürürken yanımıza tinerci bir genç yaklaştı, o kadar tehlikeli şekilde yakın takibe aldı ve devamlı baskı yaptı ki para vermeden kurtulamadık. Hatta ben para versek de kurtulamayacağımızı düşündüm bir ara. Haydi “sokak hayvanlarının kısırlaştırılması ve korunması”nı devlet düşünmüyor, hızla çoğalıp olmadık eziyetler içinde ölüyorlar çoğu.. Peki bu tinerci gençleri de mi biz islah edelim, o da mı devletin sorunu değildir?

Ruhat Mengi
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)