Duygu, Tutku, Kuşku...


Bilmem siz umuda yolculuğu sever misiniz?

Bozkırın ortasında yaşayanları, dağların yamaçlarındaki köşeleri, kıyı kasabalarını, Karadeniz’in hırçın dalgalarını seyretmeyi.

Çocukların gözlerinde yakalar mısınız yaşam denilen o masmavi çizgiyi, kardan kapanan yolları, karı, tipiyi, fırtınayı...

12 Mart 1971’de doğan çocukların 41, 12 Eylül 1980’de doğanların 31 yaşında olduklarını düşündüğünüzde neler gelir aklınıza.

Umutlarınızın, sevinçlerinizin, tutkularınızın, beklentilerinizin darmadağınık olduğu gecelerde acıların içine gömülür müsünüz?

***

Düşleriniz bir yerlere götürür sizi bilirim...

Söğütlere asılan kâğıt fenerler, şafak vakti ırmağın üzerinden kalkan sis, iskelede balıkçı sandalları.

Tarihin sayfalarında binlerce yıllık bir geçmiş yatarken, esen yelin, açan çiçeğin, denizin tuzunun farkında olmayanlara kızar, öfkelenirsiniz.

Aklınıza mayın tarlaları gelir, patlamamış el bombaları, Hakkâri’de çöplükte buldukları bombayla oynayan çocukların bedenlerinin paramparça oluşu.

Ceylan gelir gözlerinizin önüne...

Bir sızı duyarsınız yüreğinizde, içiniz ürperir, üşürsünüz.

Yalnızlığım, çaresizliğim sessiz bir çığlık gibi yayılırken havada, düşünceye vurulan kelepçeyi düşünüyorum.

Bakarım sırtım, önüm deniz suları, viran dağlar...

Umutları çalınmış çocuklar, çocuklarımız.

Adına “töre” denilen o vahşette öldürülmüş kadınlarımız, boğazlanmış genç kızlarımız.

***

Tarihin o acımasızlığında, aşiret düzeninin, feodal yapının kırılmadığı bir toplum muyuz, neyiz?

Kimliğimiz ne bizim?

Birey olmak, çağdaş bir toplumda yaşamak...

Yaşarken aynaya bakmak ara sıra, olup bitenleri irdelemek, doğru tanı koymak, düşmanlığı değil, kardeşliği çoğaltmak.

Bir de kararlı olmak, düşüncelerini özgürce söyleyebilmek.

Bugünlerde kendi kendime soruyorum:

“Türkiye’de hukuk devleti bir yana, yoksa kanun devleti de mi gidiyor?”

Orhan Erinç, 26 Haziran 2004 yılında yürürlüğe giren 5187 sayılı “Basın Yasası”na değinirken şöyle diyordu yazısının bir bölümünde:

“Madde 12 - Süreli yayın sahibi, sorumlu müdür ve eser sahibi, bilgi ve belge dahil her türlü haber kaynaklarını açıklamaya ve bu konuda tanıklık yapmaya zorlanamaz.”

Eksikleri de olsa demokratik bir yasa bu...

Orhan Erinç’in de altını çizdiği gibi bu yasa yürürlükte ama geçerli değil.

Eğer geçerli olsaydı, 95 meslektaşımız yeni yıla “terörist kontenjanından” hücrelerinde tek başlarına girmezler, Mustafa Balbay gibi bedenleri küf ve beton kokmazdı.

***

Demokrasi ve özgürlükler her zaman yazdığım gibi gökten zembille inmiyor...

Bugün gelişmiş demokratik ülkelerin yakın tarihine şöyle bir bakın yeter.

Uzağa gitmeye de gerek yok, Yunanistan burnumuzun dibinde...

Mavi bir günün sevinçle kapladığı ince bir güzelliği düşlerken kayıp çocukları arıyorum.

Yaşamımızı delip geçen o dipsiz avuntularla oyalanırken kendi çocukluğunu ve gençliğini unutan bir kuşağın içinden geliyorum.

Ölümler, acılar, hüzünler...

Birer birer gidiyor bu topluma emek verenler... İnsanlarımız ölüyor pisi pisine.

Ölümcül silahların uğultusunda bölünen düşlerimiz, kalıntı çağ mazgallarında ölümlere karşı koyamıyor.

***

Genç bedenler yatıyor karların üzerinde...

Tıpkı ölümde aşk gibi ürpertiler ve dinamit yığınları arasında saklanıyor.

Ölümün çığlığı bir ateş parçası oluyor ansızın...

Gerçeklerin saklandığı bir yalan dünyanın içinde çırpınıp dururken, çocuklarımız aydınlık günleri görecekler mi acaba?

Duyguların, tutkuların, kuşkuların içinde yürürken gerçeklerle karşılaşıp bir yüzleşsek!

Ve şu soruyu sorup tartışsak:

“Ölümü göze alarak mazot ve sigara kaçakçılığı yapan o genç insanların patronu ya da patronları kimler?”

Hikmet Çetinkaya
Cumhuriyet

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)