Gözyaşı


REFİK Hâlid'in "Eskici"si, Türk Edebiyatı'nın en içli ve belki de en fazla okunmuş ve hâlâ en çok hatırlanan hikâyelerindendir. Konusu, dünya savaşı yıllarında annesini ve babasını kaybettiği için Filistin'deki akrabalarının yanına gönderilen bir İstanbul çocuğunun ıztırabıdır. "Eskici"ye hem ortaokul, hem de lise yıllarımızın edebiyat kitaplarında yer verilmişti; okudukça hüzünlenirdik ve elime her geçtiğinde tekrar tekrar okur, hâlâ hüzünlenirim. "Eskici", Refik Hâlid'in "Gurbet Hikâyelerinde yeralır ve birkaç sayfa sonra "Gözyaşı" diye bir başka hikâye gelir.
DUL AYŞE'NİN ÖYKÜSÜ Okumamış olanlar için, "Gözyaşı"nın konusunu kısaca anlatayım: Gözlerinin feri gitmiş "Dul Ayşe" adındaki kadıncağız, hizmetçilik etmek için girdiği evin beyine başından geçenleri anlatmaktadır. Rumelilidir, Balkan Harbi patlayınca üç çocuğunu alıp düşmandan kaçmaya çalışır, o önde Bulgar arkada giderlerken çocuklarının ikisi amansız yolculuğa dayanamayıp can verir. Kucağında, bir yaşına bile basmamış olan Ali'si kalmıştır. Oğlunu göğsüne bastırır, çamurlara bata-çıka, binbir zorlukla Türk sınırına gelir, oğluna "Kurtulduk Ali, kalk!" der ama cevap alamaz... Çileli ana, saatler boyu Ali'yi değil, Ali'nin cesedini taşımakta olduğunu farkedememiştir! Hikâye, çilekeş kadının "İşte o günden beri ben ağlayamam, ağlamak istesem de bilmem ki neden, gözlerimden yaş gelmiyor!" sözleri ile biter ve şayet kendinizi vererek, hissederek okudu iseniz, o anda siz de bitersiniz... Bu sene, yüzbinlerce Rumeli Türkü'ne hayatı Dul Ayşe'ye yaptığı gibi zindan etmiş olan Balkan Savaşı'nın, yüzbinlerce kişinin yerinden yurdundan olup bir o kadarının da can verişinin ve imparatorluğun kurulduğu toprakların elimizden çıkışının, yani "Balkan Faciası"nın 100. yılı...

SANKİ KAFDAĞI'NDA! Zaferlerimizi üzerlerinden kaç asır geçerse geçsin mutlaka kutlamamız ama uğradığımız bozgunların yıldönümünden bahsetmememiz, hattâ hiçbir şekilde hatırlamamız âdetimizdir... Son devir tarihimizin en önemli bozgununu ve uğradığımız felâketlerin en acısını şimdi tam yüzüncü yılında bile bir türlü hatırımıza getirememiş olmamız, bu âdetimizde hiçbir tâviz vermediğimizi gösteriyor. Üniversitelerimizde, tarih kuruluşlarımızda yahut bu işlere meraklı vakıflarımızda tık bile yok! Balkan Savaşı'nda "düşman"dan kaçan mültecilerin sayısı, devletin 0 zamanki en kaba hesaplaması ile 1 milyon 300 bin civarındadır. Bu 1 milyon 300 bin mültecinin torunları şimdi Türkiye'nin nüfusunda önemli bir yer işgal ediyor ama dedelerinin ve büyükannelerinin yaşadıkları artık Kafdağı'nın ötesindeki bir hayâl ülkesinde ve çok eski asırlarda olup bitmiş gibi hissediliyor... İstiklâl Savaşı'nın yahut 6-7 Eylül'ün ardından Türkiye'yi terketmeye mecbur kalan Anadolu ve İstanbul Rumları'nın arkasından ağlayan ağlasın, ağıtlar yaksın, tamam... Dinleri dışında herşeyleri ile bizden olan ama maalesef gönderilen Karamanlılar'a da üzülelim, hattâ 1915 kurbanları için canı çeken istediği kadar mum yaksın! Ama bir Allah'ın kulu çıkıp da tarihin en büyük zoraki göçlerinden olan bir milyonun üzerindeki Rumelili'nin ıztırabla işlenmiş macerası ile 1912'de yaşadığımız ve bizi yıkılışa kadar götüren büyük bozgunu da hatırlasın... Önümüzde daha koskoca bir sene var; kimbilir, akıl edecek birileri belki çıkar diyeyim...

Murat Bardakçı
Habertürk

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)