Hayatın Kanlı ve Acılı Sayfaları...


Birbirimizi anlamak ya da anlamamak!

İnsanların yaşadıkları koşullar ayrıdır, düşünceleri, düşleri, aşkları, tutkuları, özlemleri.

Bu yüzden çoğu zaman başkalığını sürdürür her şey... Yıllar da başkadır, hayatlar da...

Başkadır sevdalar, tutkular, özlemler başkadır.

Yeni yılın ilk yazısı olacak bu...

Sabahtan beri şu soruyu soruyorum kendi kendime:

“Hayata tutunmak için bireyin umudunu yitirmemesi gerekmez mi?”

Hayatla ölüm arasındaki o çizgiyi düşünün bir kez olsun.

Böyle ölümleri kanıksadık mı?..

Ölümler, katliamlar karşısında niçin vurdumduymazız, neden her Kürt vatandaşımızı potansiyel terörist olarak görüyoruz...

Niçin her sabah acı bir haberle uyanıyoruz?

***

Ocak ayının ilk günü hızla büyüyen tarihin yapraklarını çeviriyorum sanki.

Aydınlığın zifiri karanlık gecelerden kaçtığı saatleri, Uludere’yi, o 35 genç ölüyü unutmak olanaksız.

Hele susmak, yazmamak, öfkenin, acının çığlığı olmamak korkaklık.

Bugüne dek kan gölünden beslenip çıkar umanlarla, acılar ve ölümler üzerinden siyasi rant sağlamak isteyenler hep kaybetmedi mi?

Elbet devlet sınır boylarında yaşayan yurttaşlarımızın da, kentlerde yaşayanların da can güvenliğini koruyacak, teröre karşı mücadele edecektir güvenlik güçlerimiz.

***

Kan gölünde yaşamak isteyenlere, kışkırtıcılara dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Bugün bölgede PKK’nin varlığı bir gerçektir...

BDP bu nedenle PKK’ye damardan bağlıdır, çünkü bağımsız adayların seçilmesinde yol haritasını PKK çizmektedir.

O ayrı bir konu, Uludere’de can veren 35 gencin bombardıman uçaklarıyla öldürülmesi ayrı bir konu.

Güneydoğu sorununun temelinde etnik kimlik değil, haklar ve özgürlükler ile sermaye-emek çelişkisinin yattığını yıllardan beri yazıp çiziyorum.

***

Mazot ve sigara kaçakçılığından vurgunu vuran kesim, ölümü göze alan o Kürt delikanlıları değil...

Peki kimler büyük patron?

Devlet bunların kimler olduğunu elbet biliyor...

Ölen Kürt çocukları salt taşımacılık yapıyor... Güvenlik güçleri onlara dokunmuyor. Dağa çıkmalarındansa kaçakçılık yapmasına göz yumuyor.

90’lı yıllarda uyuşturucu kaçakçılığı almış başını gidiyordu.

Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin tutanakları ortada, meraklısı dava dosyasına gidip bakar ve öğrenir.

Kimi siyasetçilerin, kimi yazarların yazdıklarına bakınca inanın utanıyorum...

Ölen 35 gencimizin kaçakçılık yaptığını, daha da ileri giderek PKK’yle işbirliği içinde olduklarını yazacak kadar vicdanları nasır bağlamış.

***

Bu gençler 50 lira gündelikle yapıyor bu işi, ölümü göze alarak.

İş yok güç yok!

Nasıl yaşayacaklar?

Ya dağa çıkacaklar ya da yükçülük yapacaklar...

Hayat böyle akıp gidiyor.

Altüst olmuş topraktan yarıklar fışkırırken, ruh kendi hüznüyle başbaşa kalmış.

Bu noktada varoluş tamamlanıyor...

Alevin acısı mavi oluyor oralarda ama kimseler farkında değil.

Oralar başka bir evren, oralarda bizim yurttaşlarımız, kardeşlerimiz yaşamıyor sanki...

35 gencin ölümü...

Bu acı hepimizindir.

***

Hem Türk hem de Kürt halkının olaylar karşısında soğukkanlı olmaları gerekir.

Birbirimizi anlamak ya da anlamamak...

Terörle mücadele edildiği bir dönemde Ortasu köylülerinin acısını sömürmek isteyenler televizyon kanallarında ahkâm kesiyorlar.

Yaşamlarında oralara bile gitmemişler.

Yaşadığımız coğrafya binlerce yıllık tarihi ve kültürü içinde barındırıyor.

Ulusumuz tüm etnik ve inanç kökleriyle, din ve mezhep ayrımcılığı yapmadan yaşamasını çok iyi bilir.

Hayatın kanlı, acılı ve hüzünlü sayfaları bize bunu çoktan öğretti...

Bizim asıl kimliğimiz kardeşlik ve tümlük değil mi?

Hikmet Çetinkaya
Cumhuriyet

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)