İbretlik bir yazı: Rauf Denktaş’ı Neden Sevemedim?


“Annan planı kıbrıs türklerine ileri haklar veriyormuş, rumlar bu nedenle red etmiş türkler bu nedenle evet demiş. ab mandacısı “yes be annem“cilerle nasıl da örtüşüyor.

Rumlar türklerle kardeş kardeş yaşamak istiyormuş. (o kardeşlik nedeniyle 600 türkü öldürdüler, 200 türkü kaybettiler, 100′den fazla türk köyünü tarumar ettiler herhalde)”
İşçi Partisi’nden görüş ayrılığını gerekçe göstererek ayrılan, (Kemalist çizgideki öğretmenlerimizin üye olduğu) Ulusal Eğitim Derneği’nin geçen dönem başkanlığını yürüten, aynı zamanda Av.Şenal Sarıhan’ın eşi Zeki Sarıhan’ın aşağıdaki yazısı üzerine yazarımız Ali Rıza Üçer’in tepkisi yukarıdaki gibi oldu, acaba İlk Kurşun okurlarının yorumu ne olacak?

İŞTE O YAZI:
RAUF DENKTAŞI NEDEN SEVEMEDİM?
Zeki Sarıhan
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın çok seveni olduğunu ölümü üzerine yapılan yayınlardan anlıyorum.
Allah’ın bildiğini kuldan saklamanın bir anlamı yok: Ben onu sevemedim.
O bana hep bir Türk şoveni olarak göründü. Sanki Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanı olabilmek için bu adanın ikiye bölünmesini savundu.
Gücünü Kıbrıs halkından değil Türkiye devletini yönetenlerden aldı. Bu destekle kendini güçlü hissetti ve gösterdi. Bir ara Türkiye’deki iktidarın desteğini kaybedince cumhurbaşkanlığından çekilmesi de bunu gösteriyor. Sonra aynı iktidar Kıbrıs sorununu çözemeyince yola onsuz fakat onun politikalarıyla devam ediyor.
1974’te Kıbrıs’ta Enosisçi Samson darbesi olunca Garanti Anlaşmalarına dayanarak Bülent Ecevit-Necmettin Erbakan koalisyonu Kıbrıs’a “Barış Harekâtı” düzenledi. Kıbrıs Rumları ve Yunanistan bu harekâtın önünde duramadılar ve Türk kuvvetlerine karşı koyamadılar. Samson yenildi ve çekildi.
İddia edildiğinin aksine Kıbrıs halkının çoğunluğu Yunanistan’a katılmak istemiyordu. Makarios Enonis’in önünde engel olduğu için Yunanlı bir subay tarafından devrilmişti. Samson devrilince Kıbrıs’ta durumun normale dönmesi gerekirdi. Türkiye’nin askeri harekâtı normale dönüşü engelledi.
Kıbrıs Rum halkının adanın Yunanistan’a neden katılmak istemediğini ben daha 1973’te öğrenmiştim. Çünkü Kıbrıs halkının ortalama milli geliri Yunanistan’dan yüksekti. Kıbrıslılar bu zenginliği Yunan halkıyla bölüşmek istemiyordu. Bu gerçeğe rağmen Makarios Türkiye’de Enosisçi olarak ilan edildi. “Halkçı Ecevit”in bu yanını sevmedim. Bu harekât, Türkiye hâkim sınıflarının Osmanlıların gerileme döneminden beri hasret kaldıkları fütuhat özleminin de bir yansımasıydı. Nitekim Erbakan Kıbrıs’ın bütününün işgalini savunuyordu. Kıbrıs gibi Kerkük’ün, Batı Trakya’nın, 12 Ada’nın da Türkiye’nin hakkı olduğunu savunan görüşler hiç eksik olmadı.
Bu harekât o zamanki sol çevrelerde iki ayrı yoruma sebep oldu. Biz bir kısım devrimciler bunu benimsemedik. Harekâtın Kıbrıslı Rumları yerinden yurdundan ettiğini, Kıbrıs adasını ikiye böldüğünü, Kuzey Kıbrıs’ta bir işgal bölgesi yarattığını, oysa Kıbrıs’ın bağımsız bloksuz, iki halkın barış içinde yaşadığı bir ülke olması gerektiğini savunduk. Bazı arkadaşlarımız harekâtı kınayan bildiriler dağıtmışlar ve bu nedenle de tutuklanmışlardı. Türkiye’de Kıbrıs’ın işgali milli bir politika olarak sunuluyordu ve buna karşı söz söylemek riskli idi. (Bu risk hâlâ devam ediyor)
Diğer bazı solcular Kıbrıs üzerine düzenlenen bu askeri harekâtı Ecevit düzenlediği, Amerika’nın isteğine rağmen yapıldığı için antiemperyalist bir hareket olarak algıladılar ve savundular. O zamanki TÖB-DER yöneticileri Kıbrıs harekâtı için yardım kampanyası bile düzenlediler.
TÖB-DER’in 1975 yılında yapılan kongresinde bir grup öğretmen “Devrimci Muhalefet Hareketi” adıyla bir broşür bastırdık. Bunda TÖB-DER yöneticilerini Kıbrıs Harekâtı’ndaki tutumundan ötürü şovenistlik yapmakla eleştirdik. Bu broşürü ben yazmıştım. Grubumuz da uygun görüp basıp yaymıştı.
Sonra… Köprülerin altından çok sular aktı! Adanın yüzde 40’ını kapsayan kuzey bölgesinde Kuzey Kıbrıs Federe Devleti kuruldu. Ama bu devlet federe olamayınca da bağımsız bir devlet olarak ilan edildi.
Fakat bu devlet Türkiye’nin görünüşte bağımsız bir ili gibi idare edildi. Bütün politikaları Türkiye’de tespit edildi. Bu süreç içinde Rauf Denktaş’ın biricik politikası Rum düşmanlığı üzerine kuruluydu. Onun ağzından “Rum” kelimesini hep bir düşmanlık ifade eden tonda işittik.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Türkiye’den gönderilen askerî bir kuvvet koruyordu. Bu nedenle hiçbir ülke bu devleti tanımadı. Çünkü bu ülke bağımsız değildi. Bağımsız bir askeri gücü, ekonomisi, eğitimi, siyaseti de yoktu.
1974’te, 75’te aynı biçimde düşündüğümüz arkadaşların görüşleri yavaş yavaş değişti. Askeri müdahaleyi savunmaya, oradaki Türkiye’nin askeri varlığını, KKTC’nin Türkiye’ye bağımlı olmasını savunmaya başladılar. Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye topraklarına katılmasını bile istediler. Gerekçeleri Akdeniz’de yüzen bir ada olan Kıbrıs’ın Türkiye için stratejik önemde olduğuydu. Kıbrıs’ın bölünmüş durumu devam ederse onun hiç değilse bir bölümünün Avrupa Birliği’ne girmekten alıkonacağını savundular. Görüşlerine haklılık kazandırmak için Avrupa Birliği’nin, Amerika’nın Birleşik bir Kıbrıs’tan yana olduğunu belirttiler. Oysa Birleşik Kıbrıs’ı savunanlar yalnız onlar değil, bütün milletlerdi. Türkiye’nin en yakın dostları bile böyle uyduruk bir devleti tanımamakta ısrar ediyordu.
Benim ise devrimci inadımdan mıdır, eşek inadımdan mıdır Kuzey Kıbrıs’ın durumu hakkında görüşlerim hiç değişmedi.
1402’lik olduğum dönemde (1983-1986), hakkımdaki kararın kaldırılıp kaldırılmadığını öğrenmek için hayatımda bir kez Genelkurmay’a gittim. Danışmada bana “Kıbrıs’a yerleşmek için başvurmaya mı geldiniz?” diye soruldu. Demek ki buraya Türkiye’den insan göçürülüyor ve bunlar Genelkurmay eliyle gönderiliyordu! Kuzey Kıbrıs’ta nüfusu tamamlamak için buraya çok sayıda göçmen gönderildiğini duyuyorduk.
1980’li yılların sonunda yakınlarımdan birkaç kişi, Kıbrıs’ta subay olarak görev yapan oğullarını ziyaret için oraya giderken bana da kendileriyle birlikte gitmeyi önerdiler. Çeşitli yerleri gezip görmeye çok meraklı olduğum halde, bu statüden ötürü gitmek içimden gelmedi.
Annan Planı gündeme geldiğinde Türkiye’de milliyetçiler (solcuların bir kısmı da artık milliyetçi olmuştu), bize bunun emperyalizmin bir planı olduğu söylediler. Bu nedenle Kıbrıslı Türkler sakın ola ki Annan Planı’nı kabul etmemeliydi. Kıbrıs Türk halkı da Avrupa Birliği’ne girerse nimetlere kavuşacağı vaatleriyle kandırılıyor ve Annan Planı lehine oy kullanmaya ikna ediliyordu. Hem Türk, hem Rum kesiminde plan halk oylamasına sunuldu. Adadaki statüden sıtkı sıyrılmış olan Kıbrıs Türkleri, Denktaş’a rağmen planı kabul etti. Bu planın Türklerin lehine olduğu Kıbrıs Rumlarının reddedişinden anlaşıldı. Çünkü bu plan Türk nüfusa birleşik Kıbrıs’ta nüfuslarının üstünde bir temsil hakkı tanıyordu. Aynen 1960 Anlaşmasında, adada yaşayan 600.000 kişiden yalnız 80.000 Türk olduğu halde, hükümetteki 7 bakandan 3’ünün Türk olması, Cumhurbaşkanı yardımcılığının Türklere verilmesi gibi. Türkiye’nin ve Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne girmesine karşı olduğum halde, Kıbrıslıların bu konudaki kararlarına Türkiye’den ipotek koymanın doğru olamayacağını düşündüm. Kıbrıs’ta yaşayan Türklere, Türkiye’nin bir ilinin nüfusu gibi bakılamazdı. Kaderlerini belirlemede söz sahibi olmalıydılar.
Rauf Denktaş’ın Talat Paşa Komitesi’nin başına geçirilmesi ise Rum ve Ermeni düşmanlığının birlikte yürüdüğünün işaretinden başka bir şey değildir.

Kıbrıs için hakkaniyetli ve insani çözüm gene de Türk ve Rumların tek ve bağımsız bir devlet altında kardeşçe yaşamasıdır. Kıbrıs, Kıbrıslılarındır. Şovenist politikalar iki toplum arasında düşmanlık yayarak bu çözümü zorlaştırmaktadır. Türkiye’nin hâkim sınıfları ve şoven siyasetçileri de bu politikanın kuyruğuna takılmış gitmektedir. 12 Eylülcülerin, Kenan Evrenlerin, Özal’ın, Çiller’in, Demirel’in Kuzey Kıbrıs ve Rauf Denktaş aşkını anlamak mümkündür. Fakat geçmişte enternasyonalist olan bazılarının aynı potaya girmelerini aklım almıyor. Bu rahatsızlığımı bazı yerlerde “kısık bir sesle” dile getirdiğimi hatırlıyorum.
Size bir şey söyleyeyim mi? Bir devrimci, dünyanın neresinde olursa olsun doğruları konuşur. İster Türkiye’de, ister Yunanistan’da veya isterse Kıbrıs’ın her iki kesiminde olsun. Biliyorum ki o ülkelerin devrimcileri de benim gibi düşünüyorlar. Bir Türk’ün acısıyla yanmayan bir Rum, bir Ermeni devrimci gösterilemez. Aynı şekilde bir Ermeni’nin, bir Rum’un acısıyla acı çekmeyen bir Türk devrimci de düşünülemez.
Bilmem bu düşüncelerim artık yaşadığımız “ileri demokrasi” içinde bir yer bulabilir mi? Bulamıyorsa öyle demokrasinin çekiverelim kuyruğunu… (18.1.2012)
Tags

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)