Kaçakçı ve korku!..


Uludere’de 35 yurttaşın operasyon bölgesinde bombalara hedef olması, uzun yıllardır sessizce yürütülen sınır kaçakçılığını yeniden gündeme getirdi... Bir ülkenin kendi yurttaşlarını operasyonel bir hataya kurban etmesi üzüntü verici olsa da; sınırlardaki bu kangrenleşmiş mesele iyice sorgulanır hale geldi!

Kaçakçılık faaliyeti açısından Türkiye’nin Suriye, Irak ve İran sınırları arasında önemli farklar var... 1940 ile 1980 arasında Kilis, Antep, Urfa ve Mardin’de yoğunlaşan kaçakçılık, 1960’larda Suriye sınırına mayın yerleştirilmesiyle birlikte çok riskli bir hale gelmişti...

Kaçakçılığın bu bölgedeki 40 yıllık serüveninde yüzlerce insan mayınlarla hava uçtu, onlarcası öldü, büyük bölümü de bacaklarını yitirerek sakat kaldı... Jandarma kurşunuyla ölenlerin sayısını ise bilen yok!..

12 Eylül sonrası ANAP iktidarı ithalatı serbest bırakınca Suriye sınırı gizemini de çekiciliğini de rantını da kaybetti...

Artık mayınları bertaraf etmek için eşeklerin sınır boylarına sürülmesine gerek kalmadı çünkü devreye kamyonlar girdi!..

Kamyon ve TIR’ların yedek tanklarıyla Irak’tan yakıt getirilmesi 10 yıl önce yasaklanınca da, Habur Gümrük Kapısı’ndaki kaçakçılık dağlara kaydı.

Irak ve İran sınırındaki Şırnak ve Hakkari özellikle 1990’dan sonra kaçakçılığın yeni güzergahına dönüştü.

At ve katır sırtında yurda çay, şeker, sigara ve mazot taşıyan kaçakçıların sayısı neredeyse 5 bine ulaştı.

Fransız Arte kanalı iki yıl önce Irak ve İran sınırındaki geçit vermez vadilere ulaşarak bölgenin tek geçim kaynağı haline getirilen kaçakçılık faaliyetlerini yakından izlemiş ve şaşırtıcı görüntüler yayımlamıştı.

Arte’de yayımlanan görüntüler kaçakçıların, sınırın diğer yakasında gecekondular ve barakalardan oluşan bir toplanma, barınma ve sevkiyat merkezi kurduğunu ve burada binlerce at ve katır aracılığıyla adeta bir rant köprüsü oluşturduğunu ortaya çıkarmıştı...

Arte muhabirleri, İran ve Irak sınırları gibi son 26 yıldır sürekli operasyonların yapıldığı, kan ve barut kokan bir bölgede kaçakçılığın nasıl olur da bu kadar rahat yapıldığına şaşmış olmalılar!..

Gerçekten de teröristlerin cirit attığı bir bölgedeki pervasızlığa şaşmamak elde değil!..

Yıllardır havadan - karadan gözetlenen ve sürekli bombalanan çok tehlikeli bir bölge; mayın ve çatışma riskine rağmen nasıl olur da kaçakçılığın merkezi haline gelebilmişti?..

Yalnızca sınırların korunması açısından değil; yoksulluk nedeniyle kaçakçılığın bir parçası haline getirilen insanların can güvenliği açısından da, meselinin acilen sorgulanması ve rehabilite edilmesi gerekiyor!.. Çünkü olayın bürokrasinin yanı sıra, PKK cephesi de var:

Yumruk ve gözdağı!..

Uludere kaymakamı Naif Yavuz‘a yönelik linç girişiminin görüntüleri medyaya ilk yansıdığından itibaren bunun planlı bir eylem olduğunu düşünmeye başladım...

Çünkü PKK’nın “Botan bölgesi” diye nitelendirdiği Hakkari ve Şırnak çevresi bürokratlar açısından uzun süredir riskli bölgeler haline gelmişti.

Örneğin Yüksekova‘yı kalkışma merkezi olarak kullanan PKK, bu ilçe ve çevresinde, sivil ya da resmi giysili polis ve uzman çavuşlara yönelik onlarca saldırı gerçekleştirdi...

Son bir yıl içindeki eylemlerde 10 güvenlik görevlisi sokaklarda arkadan kurşunlanarak şehit edildi.

Bu bölgede öğretmen, polis ve askerlere yönelik kaçırma eylemlerinin yoğunlaştırılması da, bürokrasiyi sindirme stratejisinin bir parçasıydı!..

Operasyonların ardından şehir merkezlerinde güvenlik güçleri ve memurlara yönelik saldırılar iyice azaldı. Ancak bu kez özellikle PKK’nın yayın organlarında bölgedeki bürokratlara yönelik “cemaatçi” propagandası yoğunlaştırıldı!..

KCK’ya yönelik operasyonların ardından bu tepkiler özellikle Murat Karayılan, Bahoz Erdal ve Cemil Bayık gibi PKK yöneticileri tarafından yüksek sesle dillendirildi...

Naif Yavuz’a yönelik saldırı işte bu tür tepkilerin zirveye ulaştığı bir dönemde yaşandı!..

Bürokratları uzun süredir “AKP militanı” ve “cemaatçi” diye tanımlayan PKK, bürokrasinin çökertildiği kurtarılmış bölgeler yaratmaya çalışırken Naif Yavuz’un taziye çadırına gelmesini de fırsat olarak değerlendirdi!..

Yavuz’a yönelik linç girişimi aslında acılı insanların duygusal ve bireysel bir eylemi değil!.. PKK sempatizanları devlete yumruk atarak kaymakam üzerinden bölgedeki bürokratlara gözdağı vermeyi amaçladı...

Örgüt yöneticilerinin tehdit içeren açıklamalarına bakılırsa daha tehlikeli saldırılar da gelebilir!..

Mazot ve enerji!..

Gelelim, mazot, ölüm ve linç üçgenindeki PKK cephesine...

Güneydoğu’da ve sınır ötesinde son 4 ayda düzenlenen operasyonlar PKK’nın tamamen etkisiz hale getirilmesini amaçlıyor.

Yurt içinde 2 bin kadar kişinin tutuklandığı KCK operasyonları da aynı amaçla sürdürülüyor. PKK’nın yöneticileri ve yayın organları ısrarla operasyonların sonuçsuz kaldığını iddia etse de, yaşananlar aksini söylüyor.

Son 4 ayda öldürülen, yakalanan ve teslim olan teröristlerin sayısının 600’e ulaştığı öne sürülüyor!.. Van, Kilis, Osmaniye ve Hatay’da çok sayıda militanın eyleme giderken yakalanması ve teslim olanların sayısında artış yaşanması da örgütün ciddi bir erozyon yaşadığını gösteriyor.

Dikkat edilirse, son aylarda küçük çatışmaların dışında, PKK’lı gruplar güvenlik güçleriyle karşılaşmaktan da kaçınıyor.

Dağlıca’da 24 askeri şehit eden örgüt, kış hazırlığına girişemeden kıskaca alınırken Uludere’de mazot kaçakçılığı yapan 35 köylünün ölümüyle sonuçlanan vahim olay yaşandı!..

Sınır ötesi operasyonlarla lojistiği darbe alan, KCK operasyonlarıyla ise siyasi çalışmaları sekteye uğrayan örgüt, önümüzdeki günlerde yükselteceği eylem ateşinin propaganda enerjisine kavuşmuş oldu!..

Mehmet Faraç
Aydınlık

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)