Kaşımıyorum


Gene oturdum kağıdın kalemin başına, düşünüyorum ne yazayım diye. Hayır yazıyorsun yazıyorsun bir şey değişmiyor. İğneyle kuyu kazmak gibi bir şey. Önce düşünmeni ve yazmanı hükümet istemiyor.
Annem sağ iken bir işe başlamadan önce onu arar iki kelam ederdim. Bana iyi gelirdi. Annem rahmetli oldu ama ben kendime bir ana daha buldum. Turnedeyken tanıştık. Adı Menendi. Çineli. Eşi menendi yok. Onu arıyorum sık sık. Şeker mi şeker bir Anadolu kadını. Benimle iki hoş-beş ediyor, başlıyor hayır dualarına. Bu kadınla konuşmak çok iyi geliyor bana. Allah ömrünü uzun etsin.
Bu hafta Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümüydü. Kendisini çok sever sayardım. Mumcu’nun faili hâlâ meçhul. Hrant Dink’in faili neden bulunamıyorsa, Mumcu’nun nedeni de bu. Bunlar örgütsel işler. Arkadaki örgütü görmezden gelip de faturayı öndeki tetikçiye kesersen, biraz ayıp olur. Düzeltiyorum, son derece ayıp olur.
Okur yazar herkes neyin ne olduğunu gayet iyi biliyor. Ne hikmetse bunu bir bizim hukukçularımız bilmiyor. İstenirse şıp diye yakalanır hepsi. Ama meşgul adamlar, filmlerdeki sigaraları mozaikliyorlar. Bir de sigaranın akciğerdeki tahribatıyla çok ilgililer. Adam sigara yüzünden zift olmuş katranlı süngeri bardağa dolduruyor. O senin akciğerini kurtarmaya çalışıyor, sen failinin peşindesin. Artık bir tercih yap. Akciğer mi, faili meçhul mü?
Atatürk
Önceleri Atatürk’e yönelik sataşmaları fark ederdik. Bakın, bakın diye işaret ederdik. Birileri de (onlar artık çok zengin oldu) yok canım ne alakası var, siz fesatlık ediyorsunuz, derlerdi bize. Şimdilerde artık Atatürk’le futbol topu gibi oynuyorlar. Ata’yı ve yaptıklarını karalamak adeta moda oldu. Üstelik karalarken de bunu bir yerlere yaranmak için yapıyorlar. Farkında olanlar biliyor, kimisi bildiğini söylemekten korkuyor, kimisi de inadından “belki talih günün birinde bize de vurabilir” umuduyla susuyor.
Şimdi gündemde karısı Latife’yi öne çıkartmak var. Neden?
Bugüne kadar hep Latife’nin delilikleri ön plana çıkartılmış. Eğer Latife’nin “haklılığı” kesinleşirse, bu durumda Ata’nın gazabı çıkacak ortaya. Yıpratma çalışmaları devam ediyor. Şimdilerde önce Atatürk’ün bayramlarını birer birer iptal etmeye başladılar. Sonra resimlerini kaldırırlar, daha sonra da kendisini.
Mesela Ankara’nın Anıttepe semtinde tam göbekte duran Anıtkabir’in yerinde şöyle yabancı ortaklı beş yıldızlı bir otel fena mı olurdu? “Sus, sus, akıllarına getirme” dediğinizi duyar gibiyim. Ama bilesiniz ki, çoktandır akıllarında bu.
Müjdat Gezen
Gerçekleri, inandıklarını söylemekten çekinmeyen arkadaşım Müjdat için de bir fezleke hazırlamışlar anladığım kadarıyla. Bunu televizyonda, Müjdat bizzat kendi söylemiş. Belli ki bunlar Müjdat’a da takmışlar kafayı. Ama benim bildiğim Müjdat’a vız gelir bunlar. O inandığı gerçekleri söylemekten geri durmayacaktır. Onunla iftihar ediyorum. Geçerken beni de alın.
Hırsızlık üzerine
Bir tanıdığımın evine gece hırsız girmiş. Bir zamanlar evim varken bize de girmişti. Neyse.. Bunlar karı-koca çok korkmuşlar. Hırsız işini bitirinceye kadar yatakta uyuyormuş gibi yapıp birbirlerine bakıp durmuşlar. Adam bana anlatırken, “ulan karıya da mahcup oldum. Bize de öğretmediler ki kardeşim” diyor, “kavga etmesini, dövüşmesini. Şöyle yataktan bir kalkacaksın, kıskıvrak yakalayacaksın hırsızı. İki tane çakacaksın ağzına, büküp kolunu, götürüp karakola teslim edeceksin. Kısa süre de olsa mahallenin kahramanı olacaksın. Hiçbir şeye tepki gösteremiyoruz, hükümet bizi fena alıştırdı” diyor.
Korktun mu, diyorum,
Korkmak ne kelime, az kalsın altıma yapacaktım.
Hırsız iyice ortalığı karıştırıp, çekmeceden karısının inci taklidi kolyesini almış. Adamın pantolonunun cebinde biraz Euro, biraz da Türk parası varmış, onu da almış. Sonra pantolonu düzgünce katlayıp, itinayla iskemlenin üstüne yerleştirmiş, basmış gitmiş. Çıkarken de odanın kapısını örtmeyi ihmal etmemiş.
Biraz nefes aldık, diyor ve ilave ediyor; Allahtan ceketimi karıştırmadı. Çünkü cüzdanım ceketin cebindeydi. Ceketim de yatağın diğer tarafındaki sandalyede asılıydı. Bir süre etrafı dinledikten sonra yatağın içine oturduk. Gittiğine emin olur olmaz polisi aradık.
Polis adresi aldıktan sonra hiçbir şeye dokunmayın, geleceğiz; demiş. Karşılıklı kapatmışlar telefonu. Tam o esnada hırsız tekrar kapıyı açıp odaya geri gelmez mi! Bunlar aynen çekmişler yorganı başlarına, yeniden uyuyoruz numarasına yatmışlar. Hırsız bu kez yatağın öbür yanına dolanıp cekedi incelemeye almış. Cüzdanı da bulup indirmiş cebe. Cekedi de yerine asıp, muhtemelen çakma inci kolyenin taklit olduğunu anlamış olacak ki, onu tekrar çekmeceye bırakmış.
Bir-iki de ayrıntı var, sonradan anlattılar. Hırsız, girdiği pencerenin önünde ayakkabılarını çıkartıp öyle girmiş eve. Dışarda yağmur kar; ya evi pisletmeyeyim diye düşündü, ya da ayak sesi çıkarıp ev sahibini uyandırmak istemedi. Bir de ağzında sigara yanıyormuş. Külünü de ısrarla şifonyerin üzerindeki tablaya silkelemiş. Kolyeyi bırakıp giderken de sigarayı aynı tablaya söndürmüş. Giymiş ayakkabılarını, pencereyi de örtüp gitmiş.
Bunlar hırsızın gittiğinden emin olunca, tekrar yatağın içinde doğrulup, hâlâ ortalarda olmayan polisi aramışlar. Polis şöyle diyor:
- Zincirli arabamız yok. Aniden bastıran kar yüzünden arabalar karakolun önünde patinaj çekiyor. Zaten kar olmasaydı da arabada benzin yoktu. Diyelim ki, sizin eve kadar geldik. Hırsızı kovalarken kesin yolda bırakırdı bu araba bizi. Bu nedenle karakolda sıcak sobanın karşısında kalmaya karar verdik. Aslında kaloriferimiz var ama tahsisat olmadığı için yakıt yok. Biz de konu-komşunun verdiği odunla, dayanıyoruz sobaya. En iyisi siz bizi bu hırsızlık konusunda mazur görün. Bir dahaki hırsızlıkta söz yanınızda olacağız.
Bunun üzerine benim ilave edeceğim hiçbir şey yok. Olacak O Kadar skeçleri gibi, öyle değil mi?..
Ama bu mizah değil, gerçek. Yani ayniyle vaki.
Alİ Poyrazoğlu
Geçen gece, hükümet duymasın, Hacıdan’da rakı içtik. Geç saat çıkıyoruz dışarı. Yanımızda Uzaylı Mustafa da var. Belli ki içeriden paparazzilere haber vermişler, dükkanın reklamı olsun diye. Neyse biz bunlarla burun buruna geldik. Soruyorlar bana:
- Ne yapıyorsunuz, bir projeniz var mı? diye.
İçeride içerken Mustafa’yla film yapalım diye konuştuk. Mustafa “godfather” gibi birşey yapalım dedi. Bizimki “Yerli Baba” olsun. Bizdeki, hukuk, adalet dağıtamıyor, Yerli Baba’mız dağıtsın adaleti, dedi. Konuştuk, gülüştük, anlaştık. Kapıda da gazeteciler sorunca, “Mustafa’yla babayı çekmeyi düşünüyoruz” dedim.
Bana gene Ali Poyrazoğlu’nu soruyorlar. Diyorum:
- Yahu severim kendisini, aramızda bir sorun yok. Müjdat barıştırdı bizi.
Bir soru daha geliyor, peki baba filminde Poyrazoğlu’nu oynatmayı düşünür müsünüz?
Ben cevap veriyorum, neden olmasın?
Peki baba filminde ona ne rol verirsiniz?
Cevap: Babayı veririz.
Rahmi Koç’tan mektup var
Van’daki depremzedelerin halini görüntüleyen bir belgesel hazırlamıştım. Bu belgeseli bütün kanallara ve tanıdığım kişilere gönderdim. Belgesel sadece Halk TV’de ve Ulusal Kanal’da itibar gördü. Diğer kanalların hiçbiri bana geri dönme nezaketini dahi göstermediler. Ahmet Hakan ile Ertuğrul Özkök de buna dahil. Aynı belgeseli tanınmış iş adamlarına da göndermiştim. İzledikten sonra hassasiyet gösterip tek arayan Rahmi Koç oldu. Bana duygu ve düşüncelerini yazdığı bir mektup gönderdi. Mektuptan bazı alıntılar yaparak sizinle paylaşmak istiyorum. Der ki:
“Anlaşılan bazı depremzedeler kendi hallerine terk edilmiş. Bir ekmeği 10 kişi yiyormuş. Ev sahibi olup da evi yıkılanlara konteyner verilirken, kiracı olup sokakta kalanlara verilmiyormuş. Yardım yapacağız diyen bir takım kişi ve kuruluşlar sözlerini yerine getirmemişler. Çok üzüldüm.”
Van’da çekim yaparken, zengini fakiri, Koç Grubu’nun katkılarından söz edip durdu. Her türlü yardıma koşmuşlar. Hemen her yerdeymişler. İnsanları göçük altından çıkarırken de, cesetleri defnederken de vatandaşın yanında olmuşlar. Bunları duyunca o kadar duygulandım ki, Mustafa Koç’u arayıp durumu anlattım. Gurur duyduğumu belirttim. Ne var ki, çekim esnasında yanlış anlaşılır diye, söz etmedim. Rahmi Bey’e çekim CD’sini gönderirken de her- hangi bir açıklama yapmadım. Ama o bana mektubunda, yaptıkları yardımın bir dökümünü yazmış. Liste şöyle:
3300 adet şişme yatak
152 adet jeneratör
155 adet çamaşır makinesi
66 adet kurutma makinesi
250 adet buzdolabı
250 adet televizyon
77 adet soba
860 adet çadır (kış şartlarına uygun, 10’ar kişilik)
Ayrıca 300 öğretmenin konaklama, gıda ve nakit ihtiyaçları karşılanmış,
100 ailenin barınacağı konut binası yapılıyormuş,
100 öğretmenin yaşayacağı, 100 dairelik öğretmen evi yapılmasına karar verilmiş,
Toplam yardım tutarı 12,5 milyon TL olmuş.
Ben de depremzedeler adına teşekkür ediyor, Koç’lardan da bu beklenirdi, diyorum.

Levent Kırca
Aydınlık

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)