Osmanlı dedelerimiz de içiyordu


Zaman önü sonu olmayan bir ırmak gibi akıyor. Biz insanoğlu da yaşadıklarımızı kaydetmek için zamanı dilimlere bölmüşüz.
Yılları, ayları, haftaları, günleri hatta saatleri bulmuşuz.
Bu bile yetmemiş ihtiyaç olmuş dakikalar, saniyeler, saliseler yaratmışız.
İnsanoğlu saat denilen aletle iç içe geçmiş.
(Saat üzerine yapılan müthiş bir kara mizah romanı okumak ister iseniz size SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ’nü tavsiye ediyorum. Ben; bitirmek üzereyim; çok zevk aldım.)
Ve efendim yıldan yıla atlayarak gelmişiz 2012’ye...
Şu sıralar pekçok insanın kafası dumanlı. Bir kısmı da onlara bakıp içki içtikleri için homurdanıyor.
Bunlar bilmiyorlar ki bir zamanlar dünyayı titreten Osmanlı atalarımız da gayet iyi içiyordu.
ZECRİYYE NEDİR
Düşün ki Osmanlı devlet yönetimi; müskirat dediği alkollü içkiden vergi almak için Defterdarlık içinde Şarap Eminliği isminde bir teşkilat kurmuştu. Zecriye Gümrüğü; büyük şehirlere getirilen alkollü içkilerden vergi alan gümrük teşkilatı idi. Defterdara bağlı Şarab Emini; içki satan şerbethanelere; Zecriyye Tezkiresi (Alkol Satım Belgesi) verirdi. Bunlar sattıkları şarap ve rakı için hazineye Zecriyye Resmi adı altında belli bir vergi verirlerdi. Defterdarlıkta içkilerden alınan vergilerin hesabını tutan daire bulunuyordu ve adı da Zecriyye Muhasebesi idi.
Rakının vergisi, şarabın iki katı kadardı. Bu vergi; devlet sıkıştığında artırılırdı. Üçüncü Selim; Nizam-ı Cedid ordusunu kurma kararı verdiğinde içkiden aldığı vergiyi hemen hemen iki katına çıkartmıştı.
ŞERBETHANELERDE İÇİLİRDİ
Osmanlı Devleti zamanında İstanbul’un her yanında meyhaneler faaliyet gösteriyordu. Daha önce yazdım. Evliya Çelebi’nin 1630’larda yaptığı tespite göre; İstanbul’da 1000’den fazla şerbethane, yani meyhane bulunuyordu. Bu meyhanelerin kapısında kulplu bardak (batak) kabartması bulunurdu. Devlet; buraların kapısına bir memurunu yerleştirip girenlerden belli bir parayı da peşinen toplardı.
Şerbethane denilen bu meyhanelerde rakı; büyük küpler içinde saklanırdı. Şarap ise fıçılarda tutuluyordu. Buralardan maşrapalarla alçak sehpalar üzerine servis yapılırdı.
Ayrıca ayakta içilen tezgah önünde de çeşitli mezeler bulunurdu. zenginlerin sedirde; sıradan insanların hasır oturaklarda demlendiği şerbethanelerde nargileler fokurdatılır; uzun çubuklarda aynalısından pürsıçanına kadar değişik çubuklar tüttürülürdü. Bütün bu özel dünyayı yeni bitirdiğim bir romanda ayrıntılı biçimde tarif ettim.
SARAYDAKİ
ŞERBETHANE
İslambol denilen payitahtın (başkentin) yönetimi Saray-ı Amire veya Yeni Saray denilen bugünkü Top Kapısı Sarayı’nda idi. Bu geniş yapılar içinde; 4. Avlu denilen son avlu içinde çok şık bir köşk vardır. Buraya özel olarak şerbethane denilir. Avrupa tarzlı bu küçük köşkte padişah ve adamları demlenirlerdi de o yüzden şerbethane deniliyordu. Bu işin hizmetini de sakayan-ı sim-i hassa denilen görevliler yapardı.
Daha önce bunların başında bulunan görevliye şarabdar deniliyordu. Fatih Sultan Mehmed’in babası Sultan Murad; tahtı oğluna bırakıp Manisa’ya giderken yanı sıra şarabdarını da götürmüştü.
Devleti yöneten sultanlar; “bahren biniş” dedikleri deniz gezilerini çok severlerdi. Bunların emrindeki Kırlangıç tarzındaki saltanat kayıklarında da içki içerdi padişahlar.
KAĞITHANE EĞLENCE
YERİYDİ
Osmanlı atalarımız; havalar ısınır ısınmaz kırlara açılırdı. Bu alanların en meşhuru da Kağıthane deresi idi. Bu bölge boylu boyunca bahçelerle süslenmişti. Ağaçların altında kadınlar öbek öbek otururlar; erkekler onların yanından çapkın tavırlarla geçerlerdi. Bunların demlendikten sonra gözüne kestirdiklerine bıyıklarını burduklarını biliyoruz.
Ayrıca; yanına sevgilisini alarak buralara içmeye gelen İstanbul efendilerini de bilmek gerekiyor. Bunların maceraları dilden dile yayılırdı.
Yani hem dindar hem de atalarından gelen bir gelenekle içki içen bir toplumdu Osmanlı toplumu.
Unutulmasın ki Türk kağanları ve çevresinde tiginler, şadlar, padlar; yani bütün alplar binlerce yıl öncesinde de “tolu/dolu” içiyorlardı.
Bu gelenek Osman (Aslı Odman/Ateş adam) Bey; çevresindeki alplar tarafından bey ilan edilip bir kilim üstünde 7 kere göğe fırlatılırken de tekrarlanmıştı.
Yani; devletin kuruluşu da dolu (şarap/rakı) içilerek kutlanmıştı.
Bunları; içkiyi yüceltmek için yazdığım sanılmasın.
Kendini bilerek demlenen insanlara kızmamak gerek...
Kitapta bile demiyor mu, “onda hayır da vardır...”
Hem şu “cennet şarabı” konusunu niye hocalara sormaz bu içki karşıtı mümin kardeşlerimiz...
HHH
Sevgili okuyucularım.
Dilerim ki 2012; şu beğenmediğimiz 2011’i aratmaz.
Dilerim ki tümünüzün yüzünden mutluluk eksik olmasın.

Rıza Zelyut
Güneş

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)