Tufan Türenç yazdı:"10 Ocak onurlu bir direnişti"


10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ydü. Ama içinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle bir kutlama yapmak içimizden gelmedi.
Oysa elli bir yıl önce, 10 Ocak 1961’de çok önemli bir savaş verilmiş ve Türk gazeteciliği büyük bir zafer kazanmıştı.
Bu zaferin çok ilginç ve bugüne örnek olabilecek bir öyküsü vardır.
Gazeteciler için onur dolu bu öyküyü İzmir’de meslektaşlara anlattım, size de anlatmak istiyorum.
27 Mayıs 1960 günü Silahlı Kuvvetler Demokrat Parti iktidarına son vererek yönetime el koymuşlardı. Askerlerden oluşan Milli birlik Komitesi ülkenin yönetimini üstlenmişti.
Milliyet Gazetesi Genel Yönetmeni olan ünlü Gazeteci Abdi İpekçi’nin, askeri darbeyi yapan Milli Birlik Komitesi’ni oluşturan subaylardan Orhan Kabibay ve Orhan Erkanlı ile eskiye dayanan bir dostluğu vardı.
Onlara her görüşmesinde basının özgür olmasını gerektiğini anlatıp, gazetecilerin meslek koşullarının düzeltilmesi ve iş güvencelerinin sağlanmasını sağlayan bir yasa çıkarılmasını önerdi.
İpekçi, Kabibay ve Erkanlı’yı bu konuda ikna etti, onların konuyu Milli Birlik Komitesi’ne götürmesini ve oradan olumlu yanıt çıkmasını sağladı.
Böylece zaman yitirilmeden basın emekçilerine büyük sosyal haklar kazandıran 212 sayılı Basın Kanunu’nun hazırlıklarına başlandı.
212 Sayılı Yasa’nın hazırlık aşamasında, yardımcılarından Hasan Yılmaer’i devreye sokan Abdi İpekçi, patronu Ercüment Karacan’ın bilgisi dışında bu yasanın çıkarılması için büyük çaba harcıyordu.
Evde hazırlanan yasa
212 Sayılı Yasa’nın bütün hazırlık çalışmaları genellikle Hasan Yılmaer’in evinde yapılıyor, zaman kalmayınca çalışmalar gündüzleri de Milliyet’te sürdürülüyordu. Milli Birlik Komitesi’nden Muzaffer Özdağ, Milliyet Gazetesi’nden Hasan Yılmaer ve Ömer Sami Coşar’ın katkılarıyla yasa tasarısı hazırlık çalışmaları konusunda zaman zaman Abdi İpekçi’ye bilgi veriliyordu.
Yasanın, Yılmaer ve Özdağ tarafından götürülen hazırlık çalışmalarına daha sonradan komiteden Ahmet Yıldız, Sami Küçük ve Numan Esin gibi isimler de katılıyor, büyük ağırlığı Yılmaer ile Özdağ yükleniyordu.
Özdağ ile Hasan Yılmaer’in Milliyet gazetesinde bir odaya kapanıp saatlerce yasayla ilgili çalışma yaptıkları olurdu. Abdi İpekçi, yasa çalışmaları nedeniyle gazetedeki işlerini aksatan
Hasan Yılmaer’e göz yumuyor, onun yapacağı bazı işleri kendisinin üstlendiği bile oluyordu.
212 Sayılı Yasa’yla ilgili çalışmaların tamamlanmak üzere olduğu günlerde, gazete içinden bazı kişiler, gazetenin patronu Ercüment Karacan’a Yılmaer’in yaptığı çalışmalardan söz edecekler, bu da Ercüment Bey’in çok sinirlenmesine yol açacaktı.
Karacan işte o sinirli günlerinden birinde Hasan Yılmaer’i odasına çağırtarak, kesin tavrını koyuyordu:
“Bak Hasan gazete içinde sendika işiyle uğraşıyormuşsunuz. Sendika çalışmalarını burada yapmanı istemiyorum…”
“…”
“Bu benim seninle sendika konusunda yaptığım son konuşmadır. Yoksa senin için iyi olmaz…”
Hasan Yılmaer, Ercüment Karacan’ın odasından çıktığında yüzü sinirinden kireç gibi olmuştu.
Patrona ispiyonladılar
Aylardır sürdürülen bir çalışma, gazete içinden yapılan bir ispiyonla sona eriyordu. Daha da kötüsü, Yılmaer gazetedeki işini kaybetme gibi kötü bir durumla karşı karşıyaydı.
Yılmaer soluğu hemen Abdi İpekçi’nin yanında alıyordu.
“Abdi Bey, Ercüment Bey’in yanından geliyorum. Yasayla ilgili çalışmalarımızı duymuş, çok sert konuştu. ‘Senin için iyi olmaz’ gibi laflar etti. Çok canım sıkıldı.”
“Sıkma canını Hasan, sen bu konuşmayı hiç yapmamış gibi çalışmalarını sürdür. Mümkün olduğu kadar gazete içinde çalışmayın. Ben gerisini idare ederim.”
Abdi İpekçi’nin desteğini alan Hasan Yılmaer rahatlamıştı ama, artık gazetede yapılan çalışmalar da sona eriyordu.
Ercüment Karacan’ın ihtarından sonra çalışmalar Ankara’ya kayacaktı. Hasan Yılmaer sabah ilk uçakla Ankara’ya uçuyor, öğleye kadar Muzaffer Özdağ, Ahmet Yıldız, Numan Esin’le çalışıyor, öğleden sonra da 14.00 uçağıyla İstanbul’da gazetedeki görevine dönüyordu.
Bu yoğun tempo içinde gerçekleşen 212 Sayılı Yasa çalışmaları tamamlandığında 1960 yılı sona ermişti.
1961 yılı ocak ayında yürürlüğe giren 212 Sayılı Basın Yasası, gazete patronlarının, özellikle kıdem tazminatları maddesi yüzünden şimşeklerini çekiyor ve Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni Sabah ve Hürriyet gazetelerinin patronları, 212 Sayılı Yasa’yı protesto amacıyla gazetelerini 3’er gün süreyle kapatma kararı alıyorlardı.
Gazetecilerin direnişi
Gazetecilerin, hiç beklemedikleri bu son gelişme, onları yıldırmayacak, daha da ilginç olayların gelişmesine yol açacaktı.
O günlere dek 1475 Sayılı İş Yasası kapsamında değerlendirilen gazeteciler, yeni çıkan 212 Sayılı Yasa’yla özel bazı haklar elde ediyorlar, bu da gazete sahiplerinin tepkisini çekiyordu.
Bedii Faik’in kaleme aldığı bildiriyi gazetelerine koyan gazete sahipleri, 10 Ocak’ta üç gün süreyle yayınlarına son verirken, gazeteciler de Abdi İpekçi’nin girişimiyle “Basın” adlı bir gazete çıkarmak için hazırlıklara başlıyorlardı.
Gazetenin çıkarılmasında organizasyon işini sendika üstleniyor, gazetenin çıkarılması çalışmalarında fiilen işin başında olanlar arasında Basın’ın Genel Yayın Yönetmenliği’ni de üstlenen Abdi İpekçi, yardımcıları Turhan Aytul, Hasan Yılmaer gibi Milliyet çalışanları çoğunluğu oluşturuyordu. Halit Kıvanç’la Ümit Deniz bu hareketin nedenlerini anlatan propaganda işlerini üstleniyorlar, çeşitli gazetelerden gelen gazeteciler, “Basın” adlı gazetenin çıkarılması için yoğun bir çaba harcıyorlardı.
Gazetecilerin patronlara karşı giriştikleri bu eylemde karşılaştıkları en önemli sorun teknik personel bulmakta oluyordu.
Gazetelerde çalışan mürettip, makineci gibi teknik personel, yeni çıkan 212 Sayılı Yasa’nın kapsamına alınmadıkları için, patronların yanında yer alıyorlardı.
Gazetelere girmek yasak
Gazete sahipleri, tahribat olur düşüncesiyle, personelin gazetelere girişlerini yasaklarken, gazetecilerin başvurduğu hiçbir mürettip bu işe girmiyordu. Hangi gazetenin teknik personeline başvurulduysa hep olumsuz yanıt alınmıştı.
Gazetenin basılacağı matbaa konusu da önemli bir sorun oluşturuyordu. Kasım Gülek’in sahibi olduğu Tercüman gazetesi tesislerinden yararlanma girişimi de olumsuz sonuçlanınca Milli Birlik Komitesi’nden yardım isteniyor, 27 Mayıs İhtilali’yle birlikte kapanan Bahadır Dülger’in Son Havadis gazetesinin tesislerinden yararlanılıyordu.
İş, mürettip ve makinede görev alacak teknik personel bulmaya kalmıştı. Abdi İpekçi ve Turhan Aytul, Milliyet’in sermürettibi Sabahattin Gültan’ın Aksaray’daki evine gidiyor, yardımlarını istiyorlardı.
Sabahattin Usta, İpekçi ve Aytul’un teklifini reddedince, piyasadaki küçük matbaalarda çalışan piyasa mürettiplerinden yararlanmaktan başka çareleri kalmıyordu. Alelacele toplanan piyasa mürettiplerine işle ilgili ayrıntılı bilgiler verilirken, Turhan Aytul ile Murat Kayahanlı sayfaların hazırlanması için yoğun bir çaba harcıyorlardı.
Gazetenin çıkması için bu yoğun savaş sürerken, aralarında Abdi İpekçi’nin de olduğu bir grup gazeteci de Vilayet’e kadar bir protesto yürüyüşü yapıyorlardı.
Bu yürüyüşe katılan Leyla Umar ve Ümit Deniz gibi Ercüment Karacan’a yakın gazetecilerin patronla ilişkileri de belirgin biçimde bozuluyordu. Gazete içinde Ercüment Karacan’ın “Düne kadar evimde benim yemeğimi yediniz, benim aleyhime yürüyüşe katılıyorsunuz” dediği söylentileri dolaşıyordu.
Gazeteciler, bu söylentilere aldırmaksızın, davalarında sonuna kadar direneceklerdi.
10 Ocak 1961 günü sabah saatler 6’yı gösterdiğinde, uykusuz bir gece geçiren gazeteciler, Basın’ı baskıya veriyorlar, uykusuzluklarını unutup sevinç içinde birbirleriyle kucaklaşıyorlardı.
Patronların gazetelerini kapatmaları onları durduramamış, ara vermeden emeklerini sergileyebilmişlerdi.
Turhan bir işimiz daha var
Gazetenin baskısı bittikten sonra herkes evine gitmeye hazırlanırken Abdi İpekçi Turhan Aytul’a sesleniyordu:
“Turhan beni beklemeden ayrılma, yapacağımız bir iş daha var…”
İşin ağırlığını taşıyan Turhan Aytul “Sabahın 7’sinde daha yapacak ne işimiz var acaba?” diye düşünürken Abdi İpekçi yanına geliyordu:
“Hadi Turhan, bir iki gazete al, Aksaray’a gidiyoruz.”
Yorgun argın ama mutlu bir şekilde matbaadan çıkan İpekçi ve Aytul, Milliyet’in sermürettibi Sabahattin Usta’nın Aksaray’daki evine gelip kapısının altından iki gazeteyi atıyorlardı.
Gazeteciler ile gazete sahipleri arasındaki bu anlaşmazlıkta en ılımlı davranan Ercüment Karacan olacaktı.
Abdi İpekçi ağırlığını gazete çalışanlarından yana koymasına karşın, Ercüment Karacan’la olan diyaloğunu da koparmıyor, Karacan’la konuşmalarında bu işi her zaman gazetecilerle götüreceklerini, hoşgörülü davranması gerektiğini anlatmaya çalışıyor, bunu inanılmaz kararlı duşu ve ikna yeteneğiyle başarıyordu…
10 Ocak’tan bugüne
10 Ocak’ın çok çok özetleyerek anlattığım bu öyküsü ünlü gazeteci Abdi İpekçi’nin önderliğinde büyük bir zaferle son buluyordu.
Gazeteciler bu yasa sayesinde 10 Ocak 1961’den sonra bir çay, bir simit dönemini noktalıyorlar ve sosyal haklarını kazanmış onurlu insanlar olarak mesleklerini sürdürüyorlardı.
Bugün ise gelinen noktada gazetecilerin özgür çalışma koşullarının 10 Ocak’ın çok çok gerisine düştüğü de tartışma götürmez bir gerçektir.
Hüzünlü bir geriye gidiştir.
Bu öyküyü, o günlerde verilen bu onurlu savaşımı bugünkü nesillerin örnek alınması umuduyla hem meslektaşlarıma, hem de okurlarıma anımsatmayı yararlı buldum.

Tufan Türenç

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)