Umarım Derslerini Almışlardır


Bizim Futbolcu İşini İyi Biliyor

ESKİ futbolcu Hakan Şükür son seçimde AKP’den milletvekili seçildi. Siyasetle, ülke sorunlarıyla ilgilendiğini, aday gösterildiği güne kadar hiç kimse, en yakınları bile duymamış ve görmemişti.

Ama popüler bir isimdi, Fethullah’ın yakınıydı. İktidar partisine oy getirebilirdi ve listede yerini aldı.
Bugüne kadar andiçme hariç Meclis kürsüsüne çıktığını duymadık, görmedik. Değerli fikirlerinden yararlanma olanağımız ne yazık ki sadece bir kez oldu! Meclis’te görüşülen bir konuda nasıl oy kullanacağı kendisine sorulduğunda “Büyüklerimiz bilir” demişti.
“Ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz futbolcu” özdeyişinin en somut örneği karşımızdaydı!
Bu arkadaş TRT’de Stadyum isimli futbol programında yorumculuk yapıyor, net 60 milyar Törkiş lira alıyordu. Hani bizim elektrik faturalarında her ay TRT payı adı altında ödediğimiz paralar var ya!..O paralar Hakan Şükür’e gidiyor, o da Çok şükür” diyordu!
Bir devlet kurumu, bir eski futbolcuya böylesine muazzam bir para ödüyordu.

***
Lig maçlarını yayınlayan Dijitürk’te (Lig tv’de) maçlardan sonra yayınlanan Maraton programı var. Yöneticisi saygın bir isim, Şansal Büyüka. Yanında Mustafa Denizli ve bir de eski Alman hakem Marcus Merck.
Denizli bir İran takımıyla anlaşıp İran’a gidince, yerini doldurmak gerekti…
Ve Hakan Şükür bulundu!
Oradan kaç para alacağı bizi ilgilendirmez çünkü özel sektördür. İsterse, söylendiği gibi ayda 200 milyar bile alabilir! İyi de, bu arkadaş milletvekili.
Örneğin Meclis’te görüşmeler var, o saatlerde beyefendi maç izliyor, futbol yorumu programında ahkam kesiyor.
Milletvekili misin, futbol yorumcusu musun kardeşim? Milletvekilliği senin ek görevin mi?
Dijitürk-Lig tv, büyük işadamı ve aynı zamanda medya patronu olan Mehmet Emin Karamehmet’in. Karamehmet hem devletle büyük işleri olan bir işadamı, hem de medya patronu. Gazeteleri, televizyon kanalları var. (Akşam, Güneş, Show, Skytürk…)
***
Şimdi çok merak ediyorum:
Hakan Şükür’ü o programa kim teklif etti? Lig tv onu kendiliğinden mi buldu, yoksa yüksek tepelerden gelen bir “İstek (!)”, bir “Emir (!)” üzerine mi almak zorunda kaldı?
Yüksek tepelerden gelen bir rica ve istek olursa, patron o makama “Hayır efendim, biz Hakan’ı değil falanca yorumcuyu almayı düşünüyoruz” diyebilir mi?
Asla diyemez.
İşte size Türkiye’nin durumu. Milletvekilliğini ek görev olarak yapan Fethullahçı Hakan, şimdi yine karşınızda!
Oysa yasalara göre, milletvekili seçilen kimse örneğin avukatsa, avukatlık yapamaz. Şirketleri varsa başkasına devreder. Bizimkine ise yasak yok! Ne de olsa arkasında Tayyip var, Fethullah var.
Şimdi gelin de, bu eski futbolcunun milletvekilliğinden hayır bekleyin! Meclis toplantıda, bizimki maçta! Meclis toplantıda, bizimki ekranda maç yorumunda!
Ofsayt var mı, o pozisyon penaltı mı!
Peki yeni görevinden istifa eder mi?
Ancak yukarıdan emir gelirse eder!
Medya patronlarında korku dağları bürümüş. En büyük para babaları bile köşeye sinmiş, başlarını giyotinin altına uzatmış, tepelerden gelen emirleri uygulayan kağıttan kaplanlara dönüşmüş.
Vah yazık Türkiye.

YAZIK OLDU MÜMTAZER’E!..
Çankaya’da Mustafa Kemal Atatürk’ün makamında oturmakta olan AKP’li, “Tayyip’in değerli arkadaşı” kimliği ile oraya seçildiğinde, anayasa uyarınca Meclis kürsüsünde andiçmişti:
“…Anayasaya…Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma…Üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma…Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”
Böyle andiçmişti!
Günün birinde üye atamalarını yine anayasa uyarınca kendisinin yapmakta olduğu anayasal bir kurum olan Atatürk Kültür, Dil, Tarih Yüksek Kurulu’na iki kişiyi seçmesi gerekti…
Ve bu seçimleriyle turnayı gözünden vurmayı başardı.
İlki, Türk Silahlı Kuvvetlerinden irtica nedeniyle kovulmuş olan deniz binbaşı İskender Pala idi. Kovulma olayını kitap yapmış, yaşadıklarını yazmıştı. Bu atama sonrasında sessiz kaldı, ikincisi gibi ukalalık etmedi.
İkinci isim çok daha ilginçti! Fethullah’ın Zaman gazetesinde köşe yazarı olan Mümtazer Türköne isimli biri.
Atatürk’le ilgili bilimsel çalışmalar yaptığı varsayılan anayasal bir kuruma, bula bula bunları bulmuştu.
Kör kör, gözüm parmağına!
Milletle adeta alay ediyordu.
***
Adı Mümtazer olan şahıs daha ilk günden piyasaya çıkıp acayip demeçler vermeye başladı:
“Ben Atatürkçü falan değilim. Bana Atatürkçü denilmesini kendime hakaret sayarım.”
Kendisini gündemde tutmanın yolunu bulmuştu.
Atatürk ve Atatürkçülere hakaret etmek ve aşağılamak!
Bizim medya bu adamın böylesine çarpık sözlerinin üzerine balıklama atlıyor, ona övgüler düzüyordu. Hızını alamayan şahıs gazetelere demeçler verip Atatürk’le alay etmeyi, ona hakaretler yağdırmayı sürdürüyordu…Ve bütün bunlar, Atatürk’le ilgili kuruma yönetim kurulu üyesi seçildikten sonra oluyordu:
“Atatürkçülük müthiş bir sermaye. Atatürk alıp Atatürk satıyorlar. Atatürkçülük darbe ideolojisidir…Akşamcılar Atatürk’ü beyaz leblebi ve keçi peyniriyle, rakısını yudumlayarak ve arabesk müzik dinleyerek ansınlar. Aleviler Cem ayinlerinde niyaz etsinler. Öbürü mevlit okutsun. Sadece Anıtkabir’e gidip çaput (bez) bağlama işine sıcak bakmam…”
Sözlerini “İt ürür kervan yürür” gibi kendi küçük kafasının yarattığı kavramlarla süslüyordu.
28 aralık 2011 tarihli yazımda bu adama dersini vermiştim.
Bu ülkenin milyonlarca Atatürkçü insanı ise bu hakaretler karşısında büyük tepki gösteriyordu…Çünkü devlet ve medya Abdullahgillerin, Tayyipgillerin eline geçmişti.
Mümtazer bu kadarla da yetinmedi.
19 Mayıs törenlerini bahane ederek Beden Eğitimi öğretmenlerine hakaret yağdırmaya başladı. 19 Mayıs “Faşist (!) bir kutlama idi, beden eğitimi öğretmenleri ise o törenleri yöneten “Ali kıran baş kesen” kimselerdi!
Öğretmenler daha dün, onun bu tuhaf ve anlaşılması mümkün olmayan sözlerini bildirilerle kınadılar, özür dilemesini istediler.
***
Bu şahıs kalıbının adamı değilmiş! Korktu, daha fazla direnemeyip dün görevinden istifa etmek zorunda kaldı. İşi bitti. Çankaya’daki AKP’linin oraya seçtiği iki adamdan biri dün gitti.
Şimdi ötesini Çankaya’daki düşünmek zorunda. Türkiye’de Atatürk’ün adını taşıyan bir anayasal kuruma bu Mümtazer’i hangi nedenle, hangi gerekçeyle seçtiğini sorsak, elbette bir açıklama yapamaz.
Öyle bir iş yaptı ki, yenilir yutulur tarafı yok.
Desem ki “Acaba Atatürk’le ve onun aydın izinden yürüyen milyonlarca insanımızla alay etmek için mi yaptı…”
Desem ki “Acaba Atatürk’ü aşağılamaya yeltensin diye mi bu adamı özellikle oraya seçti!…”
Yanıt veremez.
Aslında Mümtazer’in istifası, bula bula onun gibisini bulanın başında patlaması gereken bir kabaktır.
Umarım her ikisi de bu olaydan biraz olsun ders almışlardır.

Emin Çölaşan
Sözcü

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)