Bu yazı Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik’in dikkatine sunulur


Tarih 30 Ekim 1918…
Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda İngilizler’in Agamemnon zırhlısında Mondros mütarekesi imzalandı.
Mondros Osmanlı İmpartorluğu’nun kayıtsız şartsız teslimi anlamına geliyordu.
Nitekim 10 ağustos 1920’de imzalanan Sevr Anlaşması’yla Osmanlı toprakları müttefikler tarafından paylaşıldı.
Bu Türkiye’nin yok olması demekti.
Mondros mütarekesinin imzalandığı sırada Suriye cephesini tutan Yıldırım Orduları’nın Komutanı olan Mustafa Kemal Paşa anlaşmayı duyar duymaz şu değerlendirmeyi yapıyordu:
“Osmanlı hükümeti, bu antlaşma ile kendini kayıtsız şartsız düşmana teslim etmeyi kabul etmiştir.
Bu, memleketin baştan sonra işgali ve istilası demektir.”
Mustafa Kemal’in değerlendirmesi aynen gerçekleşti. 10 Kasım 1918’de, imzalanan antlaşma gereği Müttefikler’e teslim olan Osmanlı İmparatorluğu’nun silahlı gücü dağıtıldı. Bu gücün arasındaki Yıldırım Orduları da dağıtıldı ve Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a çağrıldı.
Bu arada belirtelim ki antlaşmadan 3 gün sonra Sadrazam Talat Paşa, Harbiye Nazırı Enver paşa, Bahriye Nazırı Cemal Paşa ve İttihatcıların önde gelen yöneticileri yurt dışına kaçtı.
MUSTAFA KEMAL İSTANBUL’DA
13 Kasım 1918 Çarşamba günü Mustafa Kemal’in Adana’dan bindiği tren öğle saatlerine doğru Haydarpaşa garına girdi.
O sırada İstanbul boğazı trafiğe kapatılmıştı. Kapatılmıştı çünkü Türkiye bir felaketi yaşıyordu.
Yunan Kruvazörü Averof’un da aralarında bulunduğu 55 parçadan oluşan müttefik donanması İstanbul’u işgal etmek için Boğaz’a giriş yapıyordu.
İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan donanma büyük bir gövde gösterisiyle Dolmabahçe önüne geldi ve yanyana demirledi.
Gemiler dev toplarını kente doğru çevirdi.
Mustafa Kemal bu manzarayı Haydarpaşa rıhtımından hüzünle izliyordu.
HATA ETTİM GELMEMELİYDİM
Yanında bulunan Yaveri Cevat Abbas ile arkadaşı Dr. Rasim Ferit Bey’e “Hata ettim, İstanbul’a gelmemeliydim. Ne yapıp Anadolu’ya dönmenin çaresine bakmalı”dedi.
Bu manzarayı İstanbul’a büyük bir sevinç ve mutlulukla izleyenler de vardı.
İstanbul limanını dolduran azınlıklar, levantenler naralar atarak, kiliseler çanlarını sürekli çalarak bu mutluluğu paylaşıyorlardı.
Boğaz trafiğe açıldıktan sonra askeri ulaşımın motoru ile bu curcunanın içinden geçen Mustafa Kemal çelik zırhlılara bakıp üzgün bir sesle “Geldikleri gibi giderler”dedi.
Pera Palas’a yerleşen Mustafa Kemal Paşa hemen görüşmelere başladı.
Paşa, ülkenin işgaline karşı neler yapılabileceğini araştırıyordu.
Bir gün Pera Palas’ta otururken bir garson gelip ona şöyle dedi:
“Paşa hazretleri biraz ilerdeki masada İngiliz generalleri oturuyorlar.Sizi masalarına davet ediyorlar.Kahveyi birlikte içelim diyorlar.”
Mustafa Kemal garsona “Bizim geleneklerimize göre daveti ev sahipleri yapar. Burada ev sahibi benim. Benim davetlim olsunlar”dedi.
Garson bu mesajı İngiliz generallerine iletti ancak onlardan bir yanıt gelmedi.
İŞGALE DİRENMEK GEREKİR
Mustafa Kemal İstanbul’un işgaline direnilmesinden yanaydı. Bunun için Savaş Bakanlığını istiyordu. Bu isteğini Padişaha da duyurmuştu.
Paşa savaş bakanlığını bu direnişi başlatmak için istiyordu. Hatta kafasında padişahı Anadolu’ya geçirip direnişi oradan sürdürmek bile vardı.
Bunu başaramayacağını anlayınca bu kez arkadaşlarıyla birlikte hükümete el koymayı düşündü ve bunun için nabız yokladı.
Bütün bunların bu kokuşmuş ortamda başarılamayacağını anlayınca bu kez geriye kalan tek çarenin Anadolu’ya geçmek olduğuna karar verdi.
Mustafa Kemal artık tek bir şey düşünüyordu: Anadolu’ya bir görevle ve yetkiyle gitmek. Bütün çabasını bunun için harcamaya başladı.
Sonunda bu fırsat kendiliğinden doğdu.
Bu fırsat, tarihin gidişini de değiştirecekti. 21 Nisan 1919’da İngiliz işgal komutanlığı Osmanlı hükümetine bir nota vererek Karadeniz’de Rumlara saldıran Türk çetelerinin dağıtılmasını istedi. Aksi takdirde kendilerinin bu bölgeye asker çıkaracaklarını bildirdi.
Bunun üzerine, saray o bölgeye hemen bir müfettiş atanması için hükümete emir verdi.
Uzun tartışmalardan sonra Paşişah Vahdettin’in israrıyla 29 Nisan 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa bölgedeki durumu araştırmak için 9.Ordu Müfettişliği’ne atandı.
Bu atama Türk milletinin yazgını değiştirecek, onu özgürlüğe kavuşturacak Milli Mücadele hareketinin yapılabilmesini sağlayacaktı.
Mustafa Kemal Genelkurmay’daki arkadaşlarına Anadolu’da direniş hareketini başlatacağı işaretini verdi. Dürüstçe yapacaklarını ima etti ve arkadaşlarından yetkilerini genişletmelerini istedi.
Bunda başarı sağladı ve Anadolu’daki kuvvetlerin büyük bölümüne emir komuta etme yetkisi aldı.
16 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’e çıkarma yaptı.Ülke infial halindeydi.
Mustafa Kemal bu felaketten bir gün sonra yani 16 Mayıs’ta Bandırma vapuru ile Samsun’a hareket etti.
İLGİNÇ GÖRÜŞME
Mustafa Kemal Samsun’a hareketin kısa bir süre önce İstanbul’da bir gazeteciyle çok ilginç bir görüşme yaptı.
Bu gazeteci Alemdar Gazetesi’nin başyazarı ve o dönemin çok ünlü imzası Refi Cevat Ulunay’dı.
Mustafa Kemal yakın arkadaşı Dr. Rasim Ferit Talay’ı Refi Cevat’a gönderdi.
Dr.Rasim 50 yıllık dostu olan Refi Cevat’a “Mustafa kemal Paşa’yı tanır mısın?” diye sordu.
Refi Cevat “Tanımam ama Anafartalar kahramanı olarak ismini işittim” diye yanıtladı.
Dr.Rasim bir süre sustuktan sonra “Mustafa Kemal Paşa seni görmek istiyor” diye devam etti.
Genç gazeteci heyecanlandı, “Büyük bir memnuniyetle. Nerede oturuyor?” diye sordu.
Dr.Rasim, Mustafa Kemal’in Şişli’deki evini tarif etti.
Birlikte gitmek üzere iki gün sonrası için randevulaşırlar. İki gün sonra buluşup gittiler.
Refi Cevat bu buluşmayı şöyle anlatır:
“Eve girdik. Bizi birinci kat merdiven odasında bir zabit karşıladı. Bu Paşa’nın yaveri Cevat Abbas’dı. Sokağa bakan bir odanın kapısını açtı yaver. Karşımda ince simalı, sarı saçlı, uzuna yakın orta boylu bir zat duruyordu. Bir şey söylemeden elini uzattı. Avucumdaki el bana kadife gibi yumuşak geldi. Fakat el sıkışırken o kadifenin altında bir çelik sertliğini hissettim. Çehresinin hatlarına, arkaya taranmış saçlarına, her haline dikkat ediyordum. Konuşurken kelimesini aramıyor, elindeki Erzurum kehribarı otuz üçlü tesbihin taneleri gibi sıralıyordu.”
Mustafa Kemal Paşa Refi Cevat’ın sorduğu bütün sorulara ikna edici yanıtlar veriyordu.
Refi Cevat en merak ettiği konuyu sordu:
“Paşa hazretleri Anafartalar’da 40 derece ateşle yanarken düşmanı yenme direncini nasıl gösterdiniz?”
Mustafa Kemal bu soruyu yanıtlamadan önce masasının arkasındaki duvarı boydan boya kaplayan dolabı açıp, Çanakkale’de yönettiği savaşların alfabe sırasıyla dosyalanmış planlarından, Anafartalar’ınkini çekip aldı ve Refi Cevat’a haritalar üzerinde uyguladığı savaş stratejini anlattı.
Refi Cevat bu düzeni ve Mustafa Kemal’in doyurucu bilgileri belgeleriyle anlatmasını büyük şaşkınlıkla izledi.
Konuşma üç saate yakın sürdü. Sonunda Refi Cevat, Mustafa Kemal’e şöyle dedi:
“Paşa hazretleri, bu görüşmeyi gazetemde yayınlama onurunu benden esirgemeyeceğinizi umuyorum.
Bunda bir ilk olmak benim için büyük bir kıvanç olacaktır.”
Mustafa Kemal görüşmenin yayınlanmasına onay verdi. Sonra da masanın gözünden çıkardığı bir resmini Refi Cevat’a uzattı.
Refi Cevat büyük sevinçle hemen gazeteye gitmek istiyordu. Ayağa kalktı.
Mustafa Kemal “Biraz daha oturunuz lütfen” dedi.
Refi Cevat oturdu.
Mustafa Kemal “Soracağınız suralar bitti mi” diye sordu.
“Bitti Paşam.”
“Bu vatan içine düştüğü bu felaketten nasıl kurtarılır? Bağımsızlığına nasıl kavuşturulur? diye bir soru sormanızı isterdim.”
Sonra aralarında şu konuşma geçti:
- Af buyurunuz Paşa hazretleri, bugün içinde bulunduğumuz bu şartlardan bu vatanın kurtarılmasını en uzak bir ihtimalle dahi mümkün görmediğim için böyle bir sual sormayı hiç aklımdan geçirmedim.
- Bu şartların dış görünüşüdür. Bir de bunun bir iç yüzü vardır. Siz yine böyle bir soru sormuş olunuz, ben de cevabını vereyim. Fakat yazmamak koşuluyla.
-Zatialinizi dinliyorum Paşa hazretleri.
- Bakınız Cevat beyefendi, sizin imkansız gördüğünüz kurtuluş yolları vardır. Bugün herhangi bir teşkilatçı Anadolu’ya geçer de milleti silahlı mukavemete hazırlarsa bu yurt kurtarılabilir.
Mustafa Kemal’in bu beklemediği sözleri Refi Cevat’ı heyecanlandırdı “Nasıl olur Paşam!”diye yerinden fırladı.
Paşa sakin sakin sözlerini sürdürdü:
- Hatırınızdan geçenleri tahmin ediyorum. Doğrudur. Görünüş tamamen aleyhimize. Hiçbir umut kapısı yok gibi görünmektedir. Ama Düvel-i muazzama dediğimiz büyük devletlerin de iç yüzleri var.
Mustafa Kemal büyük devletlerin aralarındaki çıkar hesaplarından doğan anlaşmazlıklarını bir diplomat ustalığıyla değerlendirdi ve geniş açıklamalar yaptı ve şöyle dedi:
- Anadolu’da başlatılacak milli bir mukavemete hiçbiri müdahale edecek durumda değiller. Böyle bir mücadelenin tam sırasıdır.
Şaşıran Refi Cevat “Paşam milli mukavemet güzel ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla? Affınıza sığınarak söylemek isterim ki bu kupkuru çölde hiçbir hayat emaresi görülmüyor.” dedi.
Mustafa Kemal Paşa sakin ama kararlı bir sesle sürdürdü konuşmasını:
- Öyle görünür Refi cevat Bey, öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak, bu çöküntüden bir varlık, bir teşekkül yaratmak lazımdır. Siz başıboşluğa bakmayınız. Boş görünen o saha doludur.
Çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli bir hayat vardır. O, millettir. O Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse vatan da, millet de kurtulur.
DELİ DEĞİL, ZIRDELİ
Refi Cevat ertesi gün gazeteye gittiğinde bütün arkadaşları çevresini sardı ve görüşmeyi anlatmasını rica ettiler.
Gerisini Refi Cevat’tan dinleyelim:
” Kafam karmakarışıktı.Paşa’nın anlattıkları eksantrik şeylerdi. Ne kafam almıştı, ne mantığım. Daha doğrusu deli saçması gibi gelmişti bana. Ama hepsini arkadaşlarıma naklettim.”
Sonra da anlatmaya başladı:
“Şu sıralar Anadolu’ya geçilir, orada teşkilat kurulur, milli mukavemet harekete geçirilirse Fransızı da, İngiliz’i de, İtalyan’ı da memleketten kovar, vatan istiklaline kavuşur, millet de esaretten kurtulurmuş. Anladınız mı arkadaşlar.
Bu adam deli değil. Meğer zır deliymiş!”
***
Refi Cevat Ulunay ile Milliyet Gazetesi’nde genç bir gazeteci olarak bir süre çalışma olanağı buldum.
Zaman zaman odasına gider, bazı sorular sorar onun tatlı tatlı anlatısını dinlerdik.
Mütareke İstanbul’unda gazecilik yapmış ve Mustafa Kemal ile arkadaşlarına karşı çok şiddetli yazılar yazmış olan Refi Cevat o dönem için pek konuşmak istemezdi.
Bir gün kendisini bu konuları anlatması için çok zorlamıştık. Bir tek cümle söyledi sonra sustu:
“Mustafa Kemal haklıymış, ben yanılmışım.”

Tufan Türenç

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)