Hayyam’ın dönemindeki hükümdarı bilen var mı?


Günlerden 1 Mayıs olacak, Taksim’de bayram yapılacak, nereden çıktığı belli olmayan iki virüs beni yatağa bağlayacak ha?

Bağlayamadı tabii...

Sabahın köründe düştüm yollara...

İlk bayram kutlamasını Kadıköy İskelesi’nde yaptık... Kadın, erkek, genç, yaşlı binlerce kalbi üst üste koyup vapura bindik; ver elini Beşiktaş!

Bir indik ki Beşiktaş gelin gibi süslenmiş... Her köşede ayrı bir topluluk, sarılanlar, öpüşenler, halaya duranlar gırla!

Benim ekip tam orta yerlerinde...

Yürüyüş ayakkabıları giyilmiş, şapkalar takılmış, şişe suları ellerde...

Beşiktaş nere, Taksim nere; yürü yürü biter mi? Hele o dik Dolmabahçe yokuşu çıkılır mı?

“Canım abartma, üç adım yol” demeyin; sırtınızda 50 yılı taşıyorsanız... Tepe bile, dağ gelir size!

***

Kortejden ayrıldık; öncü güç olarak koyulduk yola... Tam Gümüşsuyu’na doğru kıvrıldık ki, solda bir pankart... İki yaşlı çınara bağlanmış:

“Demokrasiniz diktatörlük, ekonominiz köleleştirmektir! HAYDUTLAR DEFOLUN!”

İmza:

Kaldıraç...

İyi de ne bu Kaldıraç?

Önemli mi?

Belli ki “düşeni kaldırmaya soyunan birileri...”

***

Taksim Meydanı’na ulaştık sonunda... Kortejler gelmemiş henüz.

Sahne bu kez otelin önüne kurulmuş. Nedense her yıl yeri değiştiriliyor. Yine gümbür gümbür marşlar çalınıyor... Bizim gibi “aceleci mitingciler”, bir yandan marşlara eşlik ediyor, bir yandan da bastırmaya başlayan sıcağa daha o anda yenik düşmüş, sığınacak gölge arıyor.

Taksim Gezisi’nde eski PTT’nin damına atıyoruz kendimizi... Dam, “jiletli tel”le çevrilmiş, kimse çıkmasın diye! Ama jilet bizi keser mi? Burası hem Şişhane’den, hem de Şişli’den gelenleri aynı anda görmek için en ideal yer. Bu yüzden müşterisi çok...

Bekle bekle sıkılıyorum; Ergun abinin kızı Melodi 6 yaşında... Başlıyoruz oynamaya... Önce betonun çatlağından fışkıran papatyaları koparıp fal bakıyoruz, sonra ıslatmaca oynuyoruz...

Islanan ben oluyorum tabii!

İmdadıma kortejler yetişiyor... Ortalık bir anda ana baba gününe dönüyor. On binlerce kişi, “sessizce ve sakince” meydana akıyor...

Önce 68’liler geliyor...

Göbekler çıkmış, saçlar dökülmüş; ama pankartı bir taşıyışları var ki; sanki Nurhak’a tekrar çıkıyorlar!

Ardından Şişli Belediyesi geçiyor önümüzden tam kadro... “Bak Sarıgül geçiyor” diyorum yanımdaki Artuk abiye... Melodi atılıyor:

“Babaaa bana da sarı gül al...”

***

Başbakan’ın özelleştirileceğini açıkladığı Şehir Tiyatrosu’nun ve Devlet Tiyatrosu’nun sanatçıları geçiyor önümüzden... Artuk abi hem geçenlere bakıyor, hem de kulağıma eğilerek anlatmaya başlıyor:

“Nâzım’ın yattığı Bursa Cezaevi’ne denetim için Adalet Bakanlığı’ndan bir müfettiş gelir. Bir gün müdüre, ‘Nâzım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir?’ der.

Nâzım’ı odaya getirirler. Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nâzım’ı tepeden tırnağa süzer ve ‘Demek Nâzım Hikmet sensin’ diye saçma bir laf eder... O kadar kibirlidir ki, Nâzım’a oturması için yer bile göstermez. Kısa bir konuşma sonrası, ‘Gidebilirsiniz’ der. Nâzım tam kapıdan çıkarken durur ve ‘Ömer Hayyam’ı bilir misiniz?’ diye sorar.

Müfettiş hemen atılır: bilmez ki Hayyam’ı... İranlı büyük şair!’

Nâzım yine sorar:

‘Peki; Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?’

Müfettiş şaşırır. Çünkü bilmiyordur! Nâzım konuşmasını sürdürür:

‘Görüyorsunuz, sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak, ama dönemin adalet bakanını ve sizi kimse anımsamayacak...’

Sonra kapıyı çeker ve çıkar.”

***

Artuk abi bu yaşanmış öyküyü anlattıktan sonra, önümüzden geçen sanatçıları gösterip sordu:

“Bunların çoğu onlarca yıl sonra da tanınacak Mustafa... Ama bugün tiyatroları özelleştirmeyi düşünenlerin adı belleklerden silinip gidecek!”

***

Sonra ne mi oldu dünkü 1 Mayıs’ta?

O andan itibaren başka hiçbir şey görüp, duyamadım ki!

*****

GÜNÜN SORUSU

Sorum; yıllardır KİT’leri satan, kamu iş yerlerini taşeron firmaların işçileriyle dolduran, şimdi de tiyatroları satacaklarını açıklayan siyasetçilere:

1 Mayıs’ı da satabilecek misiniz?

*****

Yalancı çobanlar işbaşında!

Benim Taksim Meydanı’nda Melodi’yle ortalığı birbirine kattığım saatlerde, yalancı çobanın biri Twitter’da kuyuya bir taş atmış ve “Gazetemden kovulduğumu” yazmış...

Peki; nedir bu asılsız söylentinin nedeni?

Dünkü gazetede yazımın olmaması...

İyi de yazım yok ama “Hasta, ondan yazamadı” diye nal gibi anons var...

O önemli değil, “kovulmamı” bekleyen cemaatçi kardeşler için... Bir günlüğüne de olsa sevinmek için, üfürüp üfürüp ipe dizmişler!

Bu arada olan da bizim gazetedeki arkadaşlara olmuş tabii:

Çünkü sağ olsunlar yüzlerce okurumuz arayıp, bu haberin doğru olup olmadığını sormuş...

Sözüm o yalancı çobanlara:

Gazetemdeyim, yazıyorum ve yazacağım.

Kalem kalmazsa kanımla, kâğıt kalmazsa duvara yazacağım!

Böyle biline...

***

İki yıla yakın bir süredir ilk kez dün, o da bir günlüğüne “mecburen” ara verdim. Yukarıda anlattığım yalan yüzünden, binlerce sevenimin (işin doğrusunu öğrenene kadar) üzülmesine neden oldum.

Dost seslerini her zaman duyuran ve rahatsızlığım için “Geçmiş olsun” mesajı gönderen bütün “okur dostlarıma” gönülden teşekkür ediyorum. Dün yazmadığımız için kutlayamadık, kısmet bugüneymiş:

Yaşasın 1 Mayıs İşçi Bayramı!

Mustafa Mutlu
Vatan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)