Adamına göre adalet düzeni


DANIŞTAY Başkanı Hüseyin Karakullukçu’nun, çete lideri olduğu iddia edilen bir işadamının aracısıyla görüşmüş olması, elbette Karakullukçu’nun suç işlediği anlamına gelmez.

Ama aslına bakarsanız bu bir suç kanıtı da olabilir.

Birbirinin tamamen tersi anlamlar içeren bu iki cümleyi ardı ardına yazmış olmamı yadırgamış olabilirsiniz.

Yadırgamayın lütfen. Ben sıradan bir gazeteci olarak Türk adalet sisteminin meselelere bakışının tesiri altındayım.

Adliyemize bugün hâkim olan anlayışa son derece uygun bir durum bu.

Eğer çete lideri olduğu iddia edilen bir kişinin aracısıyla görüşen yargıç ya da savcı HSYK’nın sevgili kullarındansa, seçildiğinde Bülent Arınç’a “Kurban olduğum rabbim verdikçe veriyor” diye sevinç çığlıkları attırmayı başarmışsa, bu durum onun suç işlediği anlamına gelmez.

Yok, böyle bir çevreye ait değilse bu durum ciddi bir suç kanıtı olabilir.

Mesela eski savcı İlhan Cihaner ya da Ömer Faruk Eminağaoğlu böyle bir görüşme yapmış olsalardı, şimdi hapiste de olabilirlerdi, meslekten atılmış da!

Aynı yargı sistemimizin aleyhlerindeki tek delil kimin yazdığı belli olmayan bir bilgisayar çıktısında isminin yanındaki çarpı işareti olanları ısrarla hapiste tutarak
yargılamaya devam ettiğini de unutmayalım.

Kişisel olarak Danıştay Başkanı’nı tanımam. O makama gelmiş bir yargıcın da böyle dalavereler içine gireceğine somut kanıtlar ortaya konmadan inanmam.

Ancak Başkan’ın kendini savunurken söylediği sözlere de itirazım var. Başkan diyor ki “Bu haberi gazetecilik mesleği ile bağdaştıramadım. Şahsımı ve şahsım üzerinden kurumu yıpratmak amacıyla bu haberi yapanları şiddetle kınıyorum.”

Bir kere bu başarılı bir gazetecilik faaliyetidir.

Yüksek yargı organının başının telefonları dinlenip böyle bir ilişki tespit edildiyse, bu dünyanın her yerinde haber olur, tabii otoriter memleketleri kastetmiyorum.

Öte yandan siz kişisel olarak bir hata işlemiş olabilirsiniz, bu neden başında bulunduğunuz kurumu yıpratsın? Suçlu bulunursanız, sizi oradan atarlar, olur biter.

Ve şunu da söylemek zorundayım: Danıştay’ı bir siyasi anlayışın arka bahçesi haline getirmek bu kurumu yıpratmıyor da, hakkınızda bir haber yayınlanması mı yıpratıyor?

Türkiye’de de yapılabiliyormuş

İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi, metrobüsleri her birine 1 milyon 200 bin Euro ödeyerek ithal ettiğinde Türkiye gibi bir otomotiv ülkesinde buna neden gerek duyulduğunu sorgulamıştık.

Türkiye’de otobüs üreten ve dünyanın dört bir yanına satabilen bunca firma varken, bunca paranın neden Hollandalı bir üreticiye verildiğini sormuş, “Bu otobüsler özel, Türkiye’de üretilemiyor” yanıtını almıştık.

Dün Hürriyet’in internet sitesinde şöyle bir haber yayımlandı:

“İETT’nin ihalesini kazanarak Türkiye’de de ilk kez otobüs alanına girdiklerini belirten Karsan Murahhas Azası Jan Nahum, şöyle konuştu: İETT’nin Metrobüs hattında da kullanılabilecek 18 metrelik otobüs ihalesini de kazandık. Bu otobüslerin değeri de 280 bin Euro civarında.”

Demek ki neymiş? Türkiye’de metrobüs hattında kullanılacak özel otobüsleri üretme olanağı varmış ve üstelik maliyeti de Hollanda’dan alınanların yaklaşık dörtte biri kadar!

Şimdi bu durumun iyice bir mercek altına alınması gerekiyor.

Phileas marka otobüslerin, her birine 1 milyon 200 bin Euro ödenerek alınması emrini kim verdi?

Türkiye’de dörtte birine üretilebilecek o otobüsleri satın alan İstanbul’dan başka sadece bir tek kent var dünya yüzünde.

Müfettiş incelemesi Phileas otobüslerinin alımı için açılan ihalede şartnamenin üretici şirket tarafından gönderilen özelliklere göre düzenlendiğini tespit etmişti.

Bunun için İETT yöneticilerine dava da açıldı. Kadir Bey acaba bu ihale yapılırken neredeydi?

‘2000’li yılların Sünni İslam tarifi’ olacakmış!

ÇAMLICA’ya Başbakan’ın talimatıyla yapılmasına karar verilen cami ile ilgili olarak yazdıklarıma değişik tepkiler alıyorum. Birinci grupta Müslüman olduklarını
zanneden bazı küfürbazlar yer alıyor ki onları ciddiye almam zaten.

Diğer bir grup okuyucu da, Çamlıca’ya cami yapılması için açılan yarışmayı eleştirmemi “Çamlıca’ya cami yapılmasını normalleştirme çabası” olarak algılamış. E–postalarda genel olarak şöyle deniliyor: Yarışma düzgün olursa, Çamlıca gibi bir yere cami yapılmasına itirazın yok mu?

Bu konu ilk ortaya atıldığında yazdım: Çamlıca’ya bir cami yapılmasına İstanbul’un ihtiyacı yok. Başbakan, kentte kalıcı bir iz bırakmak istiyorsa bunu başka eserlerle de yapabilir. Bunu 5 Temmuz tarihinde bu köşede yazdım.

Ama Başbakan’ın bunları dinlemeyeceği, kararının kesin olduğu da bu süre içinde ortaya çıktı.

Madem cami mutlaka yapılacak, bari düzgün bir eser olsun, kente mimari bir değer katsın diye düşünmem, neden buraya bir cami yapılmasını normalleştirme oluyor, anlayamadım.

Bir not da Üsküdar Belediye Başkanı için: Başkan diyor ki “Çamlıca özgün bir yer. Bu özgünlükte, kimseyle yarışmamalı. Ama kendi dönemimize ait bir mimari tarzımız, kendi dönemimizin bir damgası olsun istiyoruz. Yani 2000’li yıllarda Sünni İslam’ın tarifinin olduğu bir cami.”

Caminin neden mutlaka yapılacağını ve Çamlıca’ya yapılacağını şimdi hep birlikte anlamış olmalıyız!

NOT: Yurtdışında bir toplantıya katılacağım için bu hafta sonuna kadar yazılarıma ara vereceğim. Okuyucularımın bilgisine sunarım.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)