AKP Müslüman Demokrat Bir Parti Olabilir mi?


Başbakan, iktidara geldikleri ilk yasama dönemini kendileri için “çıraklık”, ikinci yasama dönemini “kalfalık”, üçüncü yasama dönemini de “ustalık” evresi olarak niteliyor. Bizler, kendi tanıklıklarımızdan bu dönemlerin ortak özelliğinin muhaliflerin özgürlüklerinin kısıtlanması, üzerlerindeki antidemokratik baskıların artarak uygulanması olduğunu biliyoruz.

12 Haziran 2011 günü yapılan genel seçimlerde AKP’nin toplam oyların yüzde 49.9’unu alması Başbakan’ın özgüvenini artırdı. Seçim akşamı yaptığı “balkon konuşması” bir bakıma bunun bir yansımasıdır. Şöyle diyordu: “Milli birlik ve kardeşlik sürecine hız verecek, annelerin gözyaşlarını durdurmak için çok daha büyük bir gayretle çalışacağız. Bölgesel ve küresel meselelerde çok daha aktif olacağız. Ret politikalarını, inkâr politikalarını biz bitirdik. Barışın tesisi için daha büyük çaba harcayacağız. Bölgemizde hak diyeceğiz, hukuk diyeceğiz, özgürlük ve demokrasi diyeceğiz.”

Tam tersi oldu; Güneydoğu’daki savaş daha da şiddetlendi, annelerin gözyaşları daha fazla aktı. Şiddetin karşı şiddeti doğurması eşyanın doğasındadır. Kürt sorununda yeniden askeri çözüm seçeneğine yönelinmesi PKK içindeki şahinlerin örgüt içindeki ağırlıklarının artmasına yol açtı. Güneydoğu’da insanlar barıştan umutlarını kestikçe Kandil güçlenmeye, dolayısıyla ölümler de artmaya başladı.

Başbakan’ın bölgede diktatörlerce yönetilen ülkelere yönelik “hak, hukuk, özgürlük, demokrasi” istemleri ilk başlarda geniş çevrelerce olumlu karşılanmıştı. Ne var ki bu taleplerin gerçeğe dönüşmesinde seçilen yolun bu ülkelerin içişlerine karışma, silahlı isyancıları yüreklendirme, onlara doğrudan yardım gibi araçları kapsadığı görüldü. Bu yol ve bu yolda başvurulan araçlar AKP’nin “komşularla sıfır sorun” siyasetini istenenin tam tersi bir sonuçla noktaladı. Yalnızca savaşma noktasına geldiğimiz Suriye ile değil, Irak ve İran’la da ilişkilerimiz ne zaman düzeleceği bilinemeyecek bir ölçüde bozuldu. “Ustalık” döneminin ilk yılında anlaşıldı ki AKP hem içeride hem dışarıda “hak, hukuk, özgürlük, demokrasi” gibi kavramların somutlaştırılmasında şiddeti hâlâ bir seçenek, hatta birincil yol olarak görüyor.

***

Eğer siyaseti ciddiye alıyorsak AKP’yi siyasal bir yapılanma olarak mercek altına almak, incelemek, anlamak zorundayız. AKP, seçmenlerin yarısını kendine çekip iktidar olmuş önemli bir güçtür. Önümüzdeki yıllarda da bu gücünü büyük ölçüde koruyamayacağına ilişkin ortada herhangi bir belirti yoktur. Dolayısıyla daha uzun bir dönem birlikte yaşayacağız.

Milli Nizam, Milli Selamet, Refah, Fazilet gibi AKP de İslamdan beslenen, “mütedeyyin”, “muhafazakâr” seçmenlere seslenen bir partidir. Son yıllarda izlediği politikalarla milliyetçi-muhafazakâr kesimlerin bir bölümü için de çekim merkezi olmuştur. Doğal ki iktidardaki her partide olduğu gibi AKP’nin seçmenleri/yandaşları arasında siyasal çizgisini benimsemese de salt kişisel çıkar beklentileri nedeniyle onu seçen, destekleyen, sözcülüğüne soyunan, küçümsenemeyecek sayıda insan vardır. Bu kesimler AKP’yi iktidara getirmiştir.

İslam, hayatın her alanını ve insanın tüm davranışlarını belirleyen bir ideoloji, bir dünya görüşüdür. Her kitaplı din gibi İslam da bir dogmalar bütünüdür. Dogmalar ise tartışılmazdır; ya inanılır ya da inanılmaz. Hıristiyanlıktan farklı olarak İslam, felsefi ya da toplumbilimsel, kendisine aykırı düşen hiçbir düşünceyi/öğretiyi kaldırmaz. Bundan ötürüdür ki dünyada hiçbir İslam ülkesinde “demokrasi” düşüncesi kendisine bir yer bulamamıştır. Türkiye tek istisnadır.

Tanık oluyoruz ki uzunca bir zamandır İslam dünyasında tek demokratik ülke olmanın bireylerine tanıdığı ayrıcalıklar, hak ve özgürlükler birer ikişer kırpılıyor. Gidin, Orta Anadolu’nun herhangi bir kentine bakın, ramazan ayında oruç zamanı açık olan tek bir lokanta göremezsiniz. Ya da İstanbul’da Beyoğlu’na çıkın, yüzlerce yeme içme mekânının kapısının önüne çıkartılmış tek bir masa bulamazsınız. Bir yerde “mahalle”, öbür yerde “yönetimsel” baskı aynı noktada buluşmakta, gerekçesi de “dine saygı” olmaktadır. Bu tür yasaklamalarla bireylerin özgürlüklerinin kısıtlanması da şiddetin bir türüdür.

Değerli okurlarım, sıcakların etkisiyle olacak son günlerde yazılarımı bir türlü bağlayamıyorum. Tefrika gibi “devamı haftaya” oluyor; bu da öyle oldu. Yazının başlığındaki soruyu pazar günkü yazımda yanıtlamaya çalışacağım. Lütfen bağışlayın...

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)