Büşra Ersanlı: Pişmanım


Okurumuz Ümit Orhun; “Erdoğan Değişti Geyiği” adlı yazım için gönderdiği iletide “Bilmem izlediniz mi?” diyor:

“Dün akşam Enver Aysever’in programında ‘Profesör Büşra Ersanlı’ vardı. Dedi ki ; ‘İlk zamanlar demokrasi ve özgürlükler konusunda, Tayyip Erdoğan’ın gelmiş geçmiş en radikal reformcu olduğu konusunda yazılar yazdım. Ancak böyle olmadığını gördüm ve pişmanım.’ Hasan Cemal’leri falan anlıyorum onları geçin... Peki ama koskoca profesör ... Bir türlü hafsalam almıyor... Ben ne sosyoloğum ne psikolog ne de siyaset bilimci falan ama 2002 seçimlerinin ertesi günü ‘Geçmiş olsun’ demiştim. Yani sokaktaki bir vatandaş olarak. Gerçekten anlayamıyorum, inanamıyorum...”

Evet…

Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler profesörü Büşra Ersanlı sonunda; “Beş yıl önce Yeni Şafak’ta ‘Gelmiş geçmiş en demokratik hükümet’ diye yazdım. Pişmanım. Beni bile tutukladıklarında şaşırdım” demek konumunda kaldı.

Bu itiraf önemlidir. Çok yazık ki bedelini kendisi ağır ödedi. Her şeyden önce “Geçmiş olsun!” diyerek söze başlayalım...

Bildiğim kadar Ersanlı “demokrasi namına” AKP hükümetini destekleyip bugüne değin “pişman olduğunu” -maalesef acı bir tecrübeyle!- itiraf eden tek aydın.

Erdoğan’ın “otoriterleşme eğilimini” bir süredir tenkit eden diğerleri; “Pişman mısınız?” sorusuna sıra geldiğinde; “Hayır” demeye devam ediyorlar…



‘Strateji’ ile ‘taktiğin’ uyuşmazlığı

“Yetmez ama evetçiler” arasında “ikinci Cumhuriyetçi” olduğunu söyleyenler; AKP’yi -hiç esamesi okunmamasına rağmen- afaki “AB normları” adına desteklediğini iddia ediyor.

“Sol”, “sosyal demokrat” kanattan gelenler, “demokratik alternatif olmaması” dolayısıyla AKP’ye iltifat ettiklerini anlatıyorlar.

“Sosyalist” ve “Marksist sol”dan gelenler ise “militarizm ve darbeciliğe” darbe indirmek maksadıyla aynı yola baş koyduklarını belirtiyorlar.

Her üç kesim de kendilerini; bu yol arkadaşlığını “taktik nedenlerle” yapmış olmak hasebiyle temize çıkarıyor!

Ancak Türk halkına bir yandan da sürekli Erdoğan’ın “değiştiğine” dair hikâyeler anlatıyorlar…

İlk hikâye malum Erdoğan’ın iktidara yürüdüğü yıllarda; “Milli görüş gömleğini çıkardı” teması üzerinden işlenmişti.

İkinci hikâye şimdi...

Demokrasiye o gün bugün gönül vermiş olan Erdoğan’ın -sonsuz hayretle karşılanan!- ani “otoriterleşme değişimi” karşısında duyulan tepkiyle sunuluyor…

“Tabu yıkan, değişimci Erdoğan gitti. Yerine ‘statükocu Erdoğan’ geldi” deniyor.

“Altın vuruşu” barizleştirmek adına, “Erdoğan AKP’si yoksa Kemalist mi oldu?” muhabbetleri yapılıyor.

Bir bu söylenenlere bakıyorsunuz, bir Erdoğan’a…

AKP liderinin, sık değişmek şöyle dursun karizmasının birinci dayanağının, değişmez ‘dayatmacı kişiliğinden’ kaynaklandığını görüyorsunuz.

2002’deki Erdoğan neyse bugün o: Demokrasi anlayışı “çoğunluk diktasıyla” özdeş bir “milli irade”den ibaret olan “BOP” eşbaşkanı…

“BOP” eşbaşkanı olduğunu bizatihi kendisi söylüyor…

Görevi tevdi eden ABD; Türkiye’ye -bize “yetmez ama evetçilerin” anlattığı türden bir Batı demokrasisi değil -sadece bir “Müslüman demokrasisi” olma ve “Müslüman demokrasiler” için bir “rol modeli”oluşturma işlevi biçmiş…



Bizimki ‘İslam demokrasisi’ normları

Kısaca; ortada ABD’nin “stratejik hedefleri” doğrultusunda tanımlanan bir “model” var. O modelin “yetmez ama evetçilerin” öykündükleri demokrasi standartlarıyla ilgisi yok.

Erdoğan AKP’sinin “demokrasi standartları”, çoktan hedef olmaktan çıkan AB standartlarıyla değil; “Müslüman demokrasi stratejisiyle” belirleniyor.

Amma velakin…

“Yetmez ama evetçi” kesim Erdoğan desteğini hâlâ safiyane biçimde “AB normları” ve aynı normların parçası olan “darbe karşıtlığı” gibi “taktik duruşlarla” savunmayı sürdürüyor…

Sahiplenilen “taktik gerekçelerle”, “Müslüman demokrasi stratejisinin” örtüşmezliğini görmek istemiyor/görmüyorlar.

Erdoğan’ın eylem planına damga vuran adımlar, ince ince hesaplanan çokboyutlu -bir dev “strateji” çerçevesinde atılmışken; bu stratejinin çarkları arasında sıkışıp kalan AKP destekçisi aydınların kimi hâlâ alabildiğine soyut ve yüce “demokratik prensiplerin moral üstünlüğünden” bahsedebiliyor…

“Taraf”ta önceki gün Semra Somersan’ın yazmış olduğu böyle bir yazıyı içim burkularak okudum:

“2009’lara kadar AK Parti’nin demokratik açılımlarına destek verirken güç kazandıktan sonraki izleyebileceği olası otoriter yol hep aklımda idi… Dostlar ve akrabalarla sık sık kavga ediyorduk: ‘Yargılanırsan görürsün!’, ‘Yarın onlar senin temel haklarını engellerken geçmişte verdiğin desteği çoktan unutmuş olacak’… Her kanaldan o kadar çok azar işittim ki bu konuda! (Ama…) hâlâ şöyle düşünüyorum: Birileri benim özgürlüğümü bir yıl-üç yıl-beş yıl sonra kısıtlayacak diye, ben bugün onların haklarını savunmayacak mıyım? Çok ağır gelse bile, haksız hukuksuz olacağından emin olsam da, mecbur kaldığımda, demokrat olmanın bedelini ödeyeceğim.”

Veciz bir Latince deyişle bitirelim bu yazıyı:

“Errare humanum est, perseverare diabolicum”

"Hata yapmak insana mahsustur. Hatada direnmek şeytancadır."

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)