Ya Meclis’i toplayacağız ya da her gün bir başka camide musalla taşının önünde toplanacağız!


CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu:

Mine Şenocaklı“Kürt meselesinin çözümünde artık sihirli formül sadece Meclis’te” diyor CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu... Ama Meclis toplanmıyor! “Türkiye’nin dört partisini ve MİT’i, Genelkurmay’ı kim çağıracak, Obama mı? Onun, ‘Hadi gelin Beyaz Saray’da toplanın konuşun’ demesini mi bekleyeceğiz?” diye soruyor. Sonra her geçen günün bedelini daha da ağır ödeyeceğimizi söyleyip uyarıyor; “Ufukta geri dönülmez bir ayrışma var, Türkler ile Kürtler arasında...” Daha açık söyleyelim böyle giderse kardeş kavgası pek yakında!

Türkiye’de Kürt olmak zor. Hele ki barışçı çözümden yanaysanız. Hele ki bunu köklü bir siyasi oluşum içinde dile getirmeye kalkıyorsanız. Ayrışma yerine diyalog, çatışma yerine çözüm diyorsanız. Diyarbakır gibi bir yerde, ölüm fermanınızın imzalanacağını bile bile PKK’yı eleştirmeye soyunuyorsanız... O, baştan beri aynı çizgide ilerliyor. Çizgisi, siyasi temelde çözüm üretmek... Kimseye yaranamasa da...

CHP Genel Başkanı Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, Kürt meselesinin çözümü için tek bir adres veriyor; Meclis... O, 30 yıldır süren ve 50 bin insanın ölümüne sebep olan bu meselenin çözümünde tek sihirli formülün Meclis çatısı altında bulunacağı görüşünde... O bu görüşte ama gidişat tam tersine... Çözüme yönelik her adımın ardından bir şeyler oluyor ve dağda kan gövdeyi götürüyor. Tıpkı bugünlerde olduğu gibi... Üstelik dağdan ovaya inenler de barış için değil, savaş için iniyor. Şehir merkezlerinde bombalar patlıyor. En kötüsü, artık mesele sadece Kürt sorunu olmaktan çıktı bir de günden güne daha da korkutucu hale gelen bir Türk sorunumuz var! Anlamı, Güneydoğu ve Doğu’da her terör eylemine daha da sertleşerek gelecek Batı ve İç Anadolu’nun tepkisi! Kardeş kavgası “Geliyorum” diyor!



PKK’nın kapsama alanı genişledi!

Tabii bir de uluslararası konjonktür var... “2007, 2008 hatta 2010’da bile PKK’nın silah bırakmasını sağlamak mümkündü. Ama şimdi Ortadoğu’da değişen dengeler, bu örgütün maalesef bir siyasal güç, bir siyasal aktör olarak kalacağını gösteriyor. Çünkü örgütün ilişkileri ve kapsama alanı genişledi. Bu sebeple Genel Başkanımız’ın da sürekli tekrarladığı gibi acilen Meclis toplanmalı ve çözüm bulunmalı!” diyor Sezgin Tanrıkulu. Ona göre AKP Hükümeti bu meseleyi hafife aldı ve tek başına çözebileceğini düşündü, ama beceremedi. Şimdi de gündeminde başkanlık sistemi var ve popülist politikaları çözüme tercih ediyor. Milliyetçi kesimin oylarını alabilmek için sürdürülebilir bir çözümsüzlük politikası güdüyor. AKP, MHP’leşiyor, MHP ise tıpkı 12 Eylül döneminde olduğu gibi “Ben iktidarda olmasam da fikirlerim iktidarda” diye düşünüyor, bununla övünüyor...

Tek çözüm Meclis’te, ama tüm çağrılara rağmen Meclis toplanamıyor. Meclis’i toplayacak olan hükümet... Bu sebeple kızgın, soruyor Tanrıkulu; “Obama mı çağıracak da Türkiye’nin dört partisini ve MİT’i, Genelkurmay’ı ‘Hadi Beyaz Saray’da toplanın konuşun’ diyecek. Ve biz konuşacağız!”

Artık her kaybedilen günün bedeli ağır. Bir fatura çıkarıyor Tanrıkulu; “30 yılda 50 bin ölümden bahsediyoruz. Koskoca Bask meselesinde toplam ölü sayısı 800’dü. Ne yazık ki bu kadar kanıksadık ölümleri... Bu çok tehlikeli bir durum. Türkler ile Kürtler arasındaki ayrışma dönüşü olmayan bir yola giriyor.” Peki bu tepetaklak gidişatı tersine çevirmek mümkün mü? Dilinde tüy bitmiş, tekrarlıyor: “Her geçen gün zorlaşıyor, ama hâlâ umut var. Gelin bir an önce Meclis’i toplayalım. Yoksa Meclis yerine her gün cami avlularında başka cenazeler için toplanacağız!”

Yeni bir Kürt raporu hazırlanıyor

- Hüseyin Aygün, serbest bırakıldıktan sonra CHP’nin yeni bir Kürt raporu hazırladığını söyledi.

Doğru. Genel Başkanımızın, güvenlik, temel hak ve özgürlükler, yerel yönetimler gibi Kürt meselesinin değişik boyutları konusunda görüş istediği uzmanlar var.

- Kimler o uzmanlar?

İsimlerini benim telaffuz etmem doğru değil. O uzmanlar bir rapor sunacaklar. Genel Başkanımız onları inceledikten sonra, MYK’ya ve Parti Meclisi’ne getirecek ve tartışılacak. Böyle bir hazırlık var. Ama ne zaman hazır olur rapor, bir takvim yok. 2-3 aydır çalışması yapılıyor.

- Siz neresindesiniz bu Kürt raporu hazırlığının? Zira geçen yıl siz de bir rapor hazırlamıştınız ama CHP Parti Meclisi’nde tartışılmamıştı...

O rapor benim kendi kişisel görüşlerimi içeren ve partinin programından, önceki kurultaylardan, sonuç bildirgelerinden, genel başkanların konuşmalarından yararlandığım bir taslak rapordu... O taslağı isteyen milletvekillerine de gönderdim, birçok olumlu tepki aldım. Olumsuz tepki hemen hemen kimseden gelmedi. Fakat kurultay süreciyle birlikte bir daha tartışma, görüşme imkanı olmadı o raporu Parti Meclisi’nde. Şimdi yeni bir rapor hazırlanıyor. Bir de 2010 yılının yaz aylarında şu anki parti sözcümüz Haluk Koç’un başkanlığında oluşturulan ekibin bir çalışması var. Umut Oran ve Tekin Bingöl’ün de aralarında olduğu 7-8 partiliyle Doğu ve Güneydoğu’daki 12 ile gidildi, sivil toplum örgütleriyle görüşüldü. Bir ön çalışma yapıldı. Fakat o çalışma da MYK değiştiği için gündeme gelmedi. Bütün bu partinin mutfağında olan bu birikimler üzerinden bir çalışma yapılıyor şimdi. O çalışma da MYK ve Parti Meclisi’nde tartışılacak.

AK Parti MHP’leşiyor, MHP ‘Fikirlerim iktidarda’ diyor!

- Sizin “Hakikatler Komisyonu oluşturulsun” öneriniz sert tartışmalara neden olmuştu. Hatta PM üyesi Mesut Değer, “İmralı’nın yıllarca savunduğu bir görüşü parti politikası haline getirdik. İmralı ağzıyla konuşur olduk” demişti. Aradan bir yıl geçti. Hâlâ görüşlerinizin arkasında mısınız? Aynı çözüm önerileriniz bugün için de geçerli mi?

Bana göre evet. Belki özellikle Irak’taki, Suriye’deki gelişmeler sonunda farklı katkılar yapılabilir ve yeni anayasanın yazım süresindeki gelişmeler de dikkate alınarak belki rapor yenilenebilir. Ama bugün de farklı düşünmüyorum. Bence şu anda Kürt meselesinin çözümü için hazır bir reçete yok. Elbette, şunlar olursa Kürt meselesi çözülür deme pozisyonunda değilim ben. Ama maalesef Türkiye PKK’nın silah bırakması noktasında avantajını kaybetti. Bu belki 2007, 2009, hatta 2010’a kadar mümkündü. Ama şimdi Ortadoğu’da değişen dengeler, Suriye ve Irak’taki gelişmeler, İran’la olan ilişkiler bu örgütün maalesef bir siyasal güç, bir siyasal aktör olarak kalacağını gösteriyor. Maalesef örgütün ilişkileri ve kapsama alanı genişledi! Suriye’de yeni bir yapılanma ortaya çıkıyor, Irak’ta başka bir otonom bölge var. İran’ın ABD’deki seçimlerden sonra ne olacağı belli değil. Yani örgütün etki alanı sadece Türkiye ile sınırlı değil. Dolayısıyla bizim bu örgütü Türkiye’nin kara sınırları dışına nasıl çıkartacağımız üzerinde durmamız lazım. Çünkü artık geniş Türkiye coğrafyası dışında da etkisi olan bir örgüt PKK. Oysa 2009’da bu örgütü tamamen siyasal alana getirmek ve silah bırakmasını sağlamak mümkündü. Ama bugün mümkün değil. Artık PKK’nın silahsız hale getirilmesi, örgütsel varlığının dönüştürülerek ortadan kaldırılması çok daha zor görünüyor.

- Peki bu hangi adımlarla mümkündü geçmişte?

1999’dan 2004’e kadar örgüt bütün silahlı unsurlarını Türkiye’nin kara sınırları dışına çıkartmıştı.

- Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte...

Evet. O zaman yapılacak gerçekçi bir düzenlemeyle örgütü siyasi hale getirmek mümkün olabilirdi ama Türkiye 2004’te o fırsatı kaçırdı. Her zaman öyle devam edebileceği sanısına kapıldı. 2004’te örgüt yeniden Türkiye’ye karşı bir tehdit aracı olarak eylemlerine başladı. 1994 ile 2004 arasında Türkiye’de bir silahlı faaliyet yürütmedi ama siyasal faaliyetlerine de son vermedi. Siyasi partiler üzerinden, sivil toplum üzerinden, halk üzerinden elini, etkisini tamamen çekmedi. O silahlı faaliyetlerini durdurduğu aşamada örgütü tamamen silahsız hale getirmek mümkündü. O zamanlar Diyarbakır Barosu Başkanıydım. Diyarbakır’dan AKP’li bir milletvekili arkadaşımız vardı... Hükümet nezdinde, pişmanlık yasası benzeri, topluma kazandırma yasası benzeri bir çalışma yapılıyordu. Ben o zaman tüm baroların görüşünü ortaklaştırdım bölgede. Biz de bir taslak hazırlayacaktık, çözüm için. O zaman “Bu hükümetteki çalışmayı öğrenebilir miyiz? Ne öngörüyor?” diye sormuştum. Milletvekili şunu söylemişti; “Bu bir devlet belgesi, bizim bile ulaşmamız mümkün değilmiş!”

- Hangi milletvekili?

Söylemeyeyim. Polemik olur... Tabii böyle kapalı kapılar ardında yapılan çalışmalar sonuç vermedi. Eğer o zaman AKP Hükümeti sivil toplum örgütleriyle bu işin nasıl olabileceği noktasında bir çalışma içine girseydi belki bugün bu sorunları konuşmayacaktık. Gaziantep’te 1 yaşındaki Almina’nın cenazesini kaldırmayacaktık! Diyelim ki hükümet 2004 yılına kadar, kendisinin iddia ettiği şekilde devletin bütün kurumlarına hakim değildi. Kendisine karşı girişimler vardı. Askeri vesayet söz konusuydu. Bu yüzden istediklerini yapamadı. Tamam... Zaten hep bunların arkasına sığındı 2004’e kadar. Peki 2007’den sonra ne oldu? Elini tutan yoktu ki hükümetin! Başbakan ve danışmanları sürekli olarak, “Biz her şeyi yapıyoruz, yaptık. Biz her şeyi biliyoruz, bunlar kim zaten bir avuç çapulcu” diyerek bu noktaya geldi... Yani 1984 ve 1987’deki bir avuç çapulcu anlayışı ne ise Başbakan’da da bu anlayış gelişti.

- İyi ama Habur öncesinde Kürt açılımıyla birlikte iyi niyetli adımlar da atıldı...

İyi ama Habur’u bile yönetemediler. Orada sorun Habur’dan gelenler miydi? Silah bırakmışlar, gelmişler. Çok önemli bir fırsattı bana göre. Eğer iyi yönetilseydi, yargılama faaliyeti Habur’da değil de Diyarbakır’da yapılsaydı bugün bu kadar büyük bir meseleyle karşı karşıya kalmazdık... 100 tane helikopterin var, 3 tanesini tahsis edersin, Habur’dan gelenleri alır, Diyarbakır’a getirirsin. Mahkeme önüne çıkartırsın, bu tür ağır eleştirilere maruz kalmazsın. Demek ki müzakere yapmışsın ki getirtmişsin bunları! O zaman dersin ki, “Türkiye’de halkın tepkisi olabilir, büyük bir karşılama töreni falan istemiyoruz bunu sağlayın.”

- Öngöremediler mi onu?

Hayır. Hükümet Habur’u yönetemedi. O zaman eğer Diyarbakır’daki sivil toplum örgütlerine sorsalardı, 3-5 kanaat önderinden görüş alsalardı, Türkiye bugün başka bir şey konuşuyor olurdu gerçekten. İnsanlar devletin sınır kapısından gelmişler, tel örgüden gelmemişler, silahları bırakmışlar, devletin polisine teslim olmuşlar... Yok çadır mahkemesi, yok mobil mahkeme! Şimdi biz bunu istemiyor muyuz? Silah bırakıp gelseler, “Hayır gelmeyeceksiniz! Dağda kalacaksınız, çatışacaksınız, adam öldüreceksiniz” mi diyeceğiz? Silah bıraktılar ve silahsız geldiler. Ve o krizi bu hükümet yönetemedi. Sonuçta biz dünyanın şu anda devam eden en karmaşık, en kapsamlı, en uzun süreli meselesini, 28 yıldır süren bir çatışmayı konuşuyoruz. Başbuğ ne diyor? “Biz örgütü 6 kez yendik, bitirdik” diyor. Yani şu anda aktif kadrosu 6 bin kişi ise örgütün, 36 bin örgüt üyesini öldürdük anlamında, 6 kez bitirdik diyor... Demek ki örgüt de kendini sürekli üreten, yenileyen, kadro sıkıntısı çekmeyen bir örgüt. Hem siyasi alanda hem askeri alanda... Ankara’dan, İstanbul’dan üniversite öğrencileri bile örgüte katılıyor hâlâ... Dolayısıyla bu sorun Başbakan’ın sadece kendi aklıyla ya da 2-3 danışmanın aklıyla yönetebileceği bir sorun değil. O nedenle biz, “Ortak akıl oluşturalım. Meclis Komisyonu oluşturalım. Meclis’te toplanalım” diyoruz. Yani Meclis’te, her siyasi partinin görüşünü alarak, ne ise çözüm, gerek milletvekilleri üzerinden, gerekse kanaat önderi diyebileceğimiz, toplumun vicdanı olmuş insanların yardımıyla Türkiye’nin geniş kesimlerini ikna edelim diyoruz. Böyle olursa biz gerçekten toplumsal bütünlüğümüzü koruruz, bir arada yaşamamız güçlenir, ortak bir yurttaşlık yaratabiliriz. Biz o nedenle hükümete gittik, öneride bulunduk. Yoksa, “Sayın Başbakan sen bu işi 10 yılda çok iyi bir noktaya getirdin. Hadi el ele verelim, beraber daha iyi noktaya gidelim” diye gitmedik.

- Niye gittiniz peki?

“Şu on yılda bu işi berbat ettin, daha içinden çıkılmaz hale getirdin, bu parlamentoyu bu sorunun çözümünde devreye sokmadın, bize hiçbir şekilde bilgi vermedin, bu mesele siyasetin günlük malzemesi haline geldi. Artık biz bunu günlük siyaset konusu yapmayalım” diye gittik. Başbakan ilk günden bize, “Tamam gel beraber yapalım” dedi... Ama yine ilk günden bizim yolumuzu kapattı, “Gidin önce MHP’yi ikna edin” dedi... Sanki MHP’yi ikna etmek görevi, bu sorunun sahibi, mesuliyeti CHP’deymiş gibi... Bunu diyerek MHP’ye de yol gösterdi... “İkna olma, bu iş böyle gitsin, sen ırkçılık ve milliyetçilik yap, ben de bu işi sürdürebilir bir çatışma, sürdürülebilir bir çözümsüzlük politikasıyla götüreyim” dedi. Yani “İdare etmeye devam edeyim bu sorunu” dedi, “Çözeyim” değil!

Başbakan’ın Muş konuşmasından sonra iki toplum iyice ayrıştı

- Başbakan bu meseleyi çözmeye değil, idare etmeye çalışıyor dediniz ama sizce idare edilecek bir hali kaldı mı bu meselenin? Nereye kadar böyle gider?

Böyle görüyor, idare etmeye çalışıyor... Sorunu çözmeye çalışmıyor.

- Ama vardı öyle bir niyeti. Diyarbakır konuşması bile bunu kanıtlıyor...

Niyetin ipuçları vardı diyelim... İyi de 2005’te konuştu, geldik 2012’ye... O gün “Kürt sorunu var, bu sorun benim de sorunum” dedi, sonra “Kürt sorunu diye bir sorun yoktur, terör sorunu vardır” noktasına geldi ve öfkeli, kutuplaştırıcı bir dil kullanmaya başladı. İşte 2011’in Nisan ayındaki Muş konuşması. Ürkütücü bir dil kullandı orada. Ne anlama geleceğini kendisi belki fark etmedi ama ben o sözlerin bölgedeki Kürtler üzerinde yarattığı duyguyu bilirim. İnanın çok ayrıştırıcı bir etkisi oldu o konuşmanın.

- ‘Artık Kürt sorunu yok, benim Kürt kardeşlerimin sorunu var. Açık söyleyeyim, APO’yu Peygamber gibi görenlerle benim işim olmaz’ demişti...

Evet. Kucaklayıcı bir dil kullanmadı, milliyetçi ve ırkçı bir söyleme büründü. Türkiye’nin her yerinde, seçim kampanyası boyunca ve ondan sonra da... Bunu o dönemde seçim atmosferine yordu toplum, milliyetçi kesimlerden oy alacak, o yüzden böyle bir dil kullanıyor diye. Ama 12 Haziran’dan sonra hiç geçmedi Başbakan’ın bu öfkesi... Dolayısıyla ben Başbakan’ın bu sorunu çözme konusunda bir iradeye, bir zihniyete sahip olduğunu artık düşünmüyorum. Bir kere önünde 2014 seçimleri var. Cumhurbaşkanlığına, başkanlığa odaklanmış... Başkanlığa odaklandığı için de Kürt meselesinde sürdürülebilir bir çözümsüzlük politikasından yana kendisi. Bu sorunu idare etmeye çalışacaktır o tarihe kadar. Çünkü ilk turda yüzde 50 ile seçilmek istiyor. Yüzde 2-3’lük bir oy oranı bile kendisi için çok önemli.

- Yani milliyetçilerden gelecek oylar?

Evet. Ölümler üzerinden, bu oluşan milliyetçilik üzerinden...

- Çok ağır bir itham bu?

Değil. O yüzden bu şekilde politika yapıyor. Ne diyor Bahçeli, “Bütün ülkücüler senin arkanda, sen devam et Başbakan” diyor... Başbakan da, AKP de giderek MHP’leşiyor. Neredeyse 12 Eylül dönemini yaşıyoruz. O zaman MHP’liler şunu söylemişlerdi; “Biz hapisteyiz ama fikrimiz iktidarda!” Cuntayı kastediyorlardı. Şimdi yakında MHP bunu söylerse şaşmayalım; “Biz muhalefetteyiz ama fikrimiz iktidarda!” O yüzden Başbakan’ın Bahçeli’ye teşekkür etmesine gerek yok. Aslında Bahçeli’nin Başbakan’a teşekkür etmesi lazım, “Bizim politikalarımızı uyguluyorsun” diye. İşte bu kadar çok milliyetçi, hatta ırkçı diyebileceğimiz bir söylem içerisinde Başbakan. O yüzden de İdris Naim Şahin’in ırkçı, ayrımcı, nefret saçan çıkışları, Hüseyin Çelik’in “Birkaç Mehmet öldü diye Meclis’in acil toplanamayacağı” şeklindeki sözleri ve AKP yönetiminin bunlar karşısındaki sessizliği, bu zihniyetin partinin ana siyasi rotası haline geldiğini gösteriyor. Maalesef insan ölümü üzerinden, insanın ölümünün sıradanlaşması üzerinden politika yapılıyor, kötü olan da bu...

Bugün başlarsak, Kürt meselesi 5-6 yılda çözülür

- Peki sihirli bir söz, bir adım var mı? Ne olursa silahlar susar?

Artık sihirli adım şudur; başka bir çaremiz yok, gideceğiz, Meclis’te toplanacağız. Neyi bekliyoruz Allah aşkına! Şimdi bizi, Türkiye’nin dört siyasi partisini ve MİT’i, Genelkurmay’ı Obama mı çağıracak, “Gelin burada Beyaz Saray’da konuşun, anlaşın” mı diyecek? Onu mu bekleyeceğiz? Öyle bir şey olmayacağına göre, sihirli olacak tek şey var gerçekten, Meclis’te bir çözüm iradesi ortaya koymak. Nasıl çözüleceğini orada konuşmak. Herkes kendi bagajını bir tarafa bırakacak, açıklıkla görüşlerini ifade edecek, Meclis’te oturacağız, devletin kurumları bilgi verecek... Ne oluyor, hangi aşamada bu sorun, kaç insan etkileniyor, ne yapılırsa nereye kadar gidilir? Bu konuda devlet kendi öngörüsünü, kendi bilgisini siyasi partilerle paylaşacak. Siyasi partiler de ona göre kendi hazırlıklarını yapacaklar. Çözüm için kendi kitlelerini ikna etmeye çalışacaklar... Türkiye’de milliyetçilik üzerinden gerçekleşen kutuplaşmayı aza indirmeye çalışacaklar. Ancak böyle olur. Bunun başkaca hiçbir sihirli formülü yok maalesef... Bu aşamadan sonra yok. Şunu yaparsanız eğer, her şey biter, güllük gülistanlık olur diye bir şey yok. Bugün başlarsa çözümle ilgili bir irade, bu en az 5-6 yıl devam edecek bir süreçtir. Yani tamamen örgütün silahsız hale gelmesi, Türkiye bakımından tehdit aracı olmaktan çıkması en az 5-6 yıl süre alır. Onu bizim topluma göstermeliyiz, evet artık Meclis’te çözülüyor demeli toplum. Meclis’te o iradeyi göstermeliyiz ki artık Kürtler sadece “Bizim çocuklarımız”, Türkler sadece “Bizim çocuklarımız” demesin.

YARIN: Kürt halkı neden örgüte karşı bir irade ortaya koymuyor, sessiz kalıyor? Gaziantep’teki cenaze tablosunda yanlış olan neydi? CHP’nin mütedeyyin açılımında neler var?

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)