6-7 Eylül olayları


Eylül hüzün mevsimidir. “Güz” deyiminde bile hüzün saklıdır. Sararmış yapraklar, yerlerde halı gibi serilidir, yazın sımsıcak günleri geride kalmıştır. Romantizmin altın aylarıdır. Orhan Veli “Beni böyle havalar mahvetti” derken o aylar sonbahar mıdır, yoksa ilkbahar mı? Aşk şiirlerine, romanlarına bakın, hepsi romantizmin gerçek dışı benzetmeleriyle doludur.
Cumhuriyet tarihinde “eylül”le ilgili olaylar da vardır.
Bunların içerisinde sıradan olaylar olduğu gibi rejime darbesini vuran darbe de vardır; “12 Eylül darbesi”...
* * *
Elbette “eylül”ün siyasi tarihimizde önemli bir yeri vardır. En utanç vericisi “6/7 Eylül olayları”dır.
Siyasi iktidarın kışkırttığı militanlarca, azınlıklara, Rumlara, Ermenilere, Yahudilere karşı İstanbul tahrip ve talan edilmiş, saldırılmış, tecavüz edilmiştir.
Onun için Cumhuriyet tarihinin en kara sayfası “6/7 Eylül olayları”dır.
* * *
O olayları yaşamış genç bir gazetecinin siyasi iktidarlara karşı bir tespiti vardır:
“Hangi konuda olursa olsun, halkı kışkırtmayın, duyguları sömürerek siyaset yapmayın...”
Çünkü “6/7 Eylül olayları” o günkü siyasi iktidarın tertip ve kışkırtmasıyla korkunç boyutlara ulaşmıştır. Londra ve Kıbrıs görüşmelerine baskı yapmak için...
* * *
Peki, bütün bunlar olurken halkın sessiz çoğunluğu ya da bir bölümü seyretmekle yetinmiş midir?
Hayır, olaya tanık olanlardan Aleksan Dadyan o meşum geceyi şöyle anlatır:
“Feriköy’de oturuyorduk. Olaylar başlamadan birkaç gün önce, Taksim’de miting yapılacağını duymuştuk. Bir sabah kalktık ki bizimki dahil, ne kadar gayrimüslim varsa hepsinin kapılarına kırmızı boyayla haç çizmişler. Sonradan anladık, saldırılacak evleri önceden belirlemişler. 6 Eylül akşamı, ilk hedef Beyoğlu oldu. İstiklal Caddesi’ne girip dağıttılar. Kuyumcuları, elbise, ev aleti satan mağazaları talan ettiler. Beyoğlu’ndan sonra Harbiye’ye geldiler. Sırada Feriköy ve Şişli vardı. Derken, gayrimüslimlerin mezarlarına saldırıp, ölüleri çıkardılar. Bunu hem zarar vermek, hem de takı ya da altın diş gibi değerli bir şeyler bulmak için yaptılar. Pek çok kadına tecavüz ettiler. Kiliselere saldırdılar. Dayak yiyenler oldu. Bizim semtte iki, üç bin kişi, evlere saldırmaya başladı. Yağmacılar kamyonlarla gelmişti. Demek ki tasarlanmış bir şeydi. Saldırganların ellerinde kazma, balta, kürek, bıçak ve sopalar vardı. 13 yaşımdaydım ve çok korktum. Yaşananlar büyük bir vahşetti. Bütün semt korkuyordu. Müslümanlar da korkuyordu. O gün babam yanına iki silah aldı. Kapının önüne bir masa koydu. Üzerine silahlarını, bir Türk bayrağını ve Atatürk’ün fotoğrafını yerleştirdi ve o şekilde beklemeye başladı. Evin önüne gelen, babamı görüp uzaklaşıyordu. Bu arada babam, İETT’nin 400 kişilik ekibinin ustabaşıydı. Yağmacılar saldırırken, bir baktık ki yukarıdan bir grup daha geliyor. Babamın ekibindeki işçiler toplanıp, bizi kurtarmaya gelmişler. Bu işçiler başka evleri de korudu. Müslüman komşularımız da bizi evlerinin arkasındaki bahçelerine alıp, sakladılar. 20 Müslüman komşu, olaylar sırasında 50 gayrimüslim komşusuna sahip çıktı. Evlere saldıranların bazılarını tanıyordum. Pangaltı tarafından gelmişlerdi.”(*)
* * *
Evet, Cumhuriyet’in yüz karası olayın içinde böyle insanlar da vardır ve hep olacaktır.
———————————
(*) Tempo Eylül 2012

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)