AKP ve Devlet...


Başbakan, uzunca bir süre AKP iktidarı ile devlet kurumlarını birbirinden ayrı tuttu. Ortada şöyle bir durum vardı:

Hükümet olarak AKP bir tarafta, devlet kurumları başka bir tarafta.

Başbakan bunu adeta istedi, hatta yarattı. Bu kurumların önünde iki seçenek vardı:

Ya tümüyle AKP’leşecekler ya da bitecekler.

Bu ikilemi sık sık toplumla da paylaşan Başbakan, çerçeveyi şu tür demeçlerle çizdi:

“Bürokrasi önümüzde engel oluyor.”

“Kurumların çoğu hantallaşmış, bizim hızımıza ayak uydurmaktan uzak.”

“Bizimle çalışacak olanlar vücut dilimizden anlamalı.”

İktidarın bunları dönüştürmekte uyguladığı yöntem de şuydu:

Önce kurumların sorunlu olduğunu topluma kabul ettirmek, sonra istenilen biçimde değiştirmek.

***

Bu yöntem uygulamadan kalktı. Nedenini öngörmek zor değil. Öyle anlaşılıyor ki iktidar, artık tüm kurumları kendileştirdiğini düşünüyor.

Kestirme söylemek gerekirse AKP şöyle diyor:

Devlet benim!

Bir başka deyişle devlet, AKP’nin koruması ve kontrolü altında.

Bu tablonun destekçileri şöyle bir yorum yapabilir:

“Kardeşim, devlet kurumları arasında kavga olunca eleştiriyorsunuz, bu kurumlar iktidarla ters düşünce eleştiriyorsunuz, şimdi hepsi bir olmuş yine eleştiriyorsunuz...”

Öyle değil... Bugünkü tablo uyumlu çalışmanın tarifinden çok iktidar partisinin devletleştirilmesidir.

Başbakan bu yüzden herhangi bir kuruma yönelik eleştiriyi doğrudan kendisine yapılmış bir saldırı olarak değerlendiriyor.

Saldırıya nasıl karşılık verilir?

Saldırıyla... Başbakan da öyle yapıyor.

Devletin kendi içindeki denetim organları büyük ölçüde kaldırıldı, etkisizleştirildi ya da iktidarla “uyumlu” hale getirildi.

Geriye iki yol kaldı:

Siyasi partilerin ve medyanın varlık nedenini oluşturan toplum adına denetim işlevi.

Başbakan bu yolları da tüketme arayışında. Bulduğu yöntem de ürkütücü:

Eleştiri yapan herkes ihanet içinde ya da terör örgütünün izinde...

Hafta sonları dahil, günde birkaç kez canlı yayınlarla halka hitap eden Başbakan konuşurken ekranın sol üst köşesine “18+” yaş uyarısını koymak abartı olmaz!

Başbakan, bu ülkenin yazarları, siyasetçileri için öyle ifadeler kullanıyor ki, bunun uluslararası alandaki tanımı şudur:

Nefret konuşması!

Devletin en tepesinde böyle bir söylem oluşursa toplumsal katmanlar birbirine ne demez.

Başbakan, bu konuşmaları özel okuma cihazına bakarak yani hazırlanarak yaptığına göre, politikasını bu söyleme oturtmuş.

Bunun siyaset dilindeki adı şu:

Karşıtlık üreterek güç kazanmak.

Bu yöntemin, dozunda olmak koşuluyla siyasette yeri var. Ancak Başbakan işin dozunu kaçırmış görünüyor.

Neredeyse karşıtlık değil, düşmanlık üretiyor.

Bu politikanın simetrisinde şu var:

Herkes kayıtsız şartsız teslim olmak koşuluyla bizim saflarımıza katılabilir. Bizim şemsiyemiz altında, gücü ve yetenekleri doğrultusunda koltuklar edinebilir.

AKP’ye son katılımlar bu çerçevede görünüyor.

30 Eylül’deki AKP kongresi öncesinde Soylu ve Kurtulmuş gibi figürlerle iktidar partisi dışındaki siyasi yelpazenin daraltılması planlanıyor.

***

Siyasi yelpaze demişken, daha genel ölçekte baktığımızda Ankara’nın görünümü şu:

Cumhurbaşkanlığı seçimine giden yolda siyaset yeniden biçimlendirilmeye çalışılıyor.

Bu durum siyasetimizin genel hastalığı olan, insanın makama değil, makamın insana uydurulması arayışının sürdüğünü gösteriyor. Öylesine bir arayış ki, onu engelleyebilecek her şey yok ediliyor, onu besleyecek her şey baştacı ediliyor.

Buldozerle açılan yeni Çankaya yolu güzergâhında ne kadar hasar yaşanacak?

Bunu şu aşamada kestirmek zor.

AKP, kendi planlaması dışındaki tüm siyaset unsurlarını etkisizleştirebilir mi?

Can alıcı soru bu.

Yakın tarihimizde çok yaşanmıştır; bütün iktidarlar seçeneksizliğe oynarlar. “Alternatifimiz yok” demecini dillerinden düşürmezler.

Çoğunda parti katlarındaki hesap topluma uymamıştır.

Kuralların yok sayılması, ortamın gerilmesi, iktidarın acımasızlaşması bu sonucu çok fazla etkilemez.

Zira halkın hakemliği sessizdir, bazen de gecikebilir ama hep gerçekçidir.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)