AKP’ye Güvenmek Ne Mümkün!..


Tarihçiler, Türkiye siyasi tarihini yazarken sıra AKP ve iktidarına geldiğinde “Hile, desise, şaibe, komplo” sözcüklerini sıkça kullanmaktan kendilerini alıkoyabilecekler midir, merak ediyorum. Bütün bu sözcükler burjuva siyasetine mündemiçtir (içkindir) , o arenaya çıkmış, o oyuna katılmış neredeyse her aktör için bu kesin. Ama AKP kadar bunu içselleştirmiş kaç iktidar partisi sayabilirsiniz? Ergenekon’undan Balyoz’una, Oda TV’sinden KCK’ye kadar, gerçekleştirilen ve süren yargılamalara, YÖK’te, yargıda,TSK’de, iş âleminde gerçekleştirilenlere bakmak yeterli, olan biteni görmek için…

Bunca hile, desise, şaibe içinde hangi siyasi parti, Türkiye’nin acil sorunlarıyla ilgili olarak AKP ile işbirliğine girer, mesela Kürt sorununu çözme konusunda kim, nasıl AKP’ye güvenir? CHP, nasıl güvenip el uzattı? En çok da hayret ettiğim, bunca hile hurdayı izleyen Batılı dış sermaye sahipleri, yatırımcılar, buradaki yargı uygulamalarını, hukuksuzluğu göre göre Türkiye ile nasıl iş yapar?..

***

Kürt meselesinden ilerleyelim… Nalıncı keseri, hep kendisine yontuyor. Oslo dahil, şimdiye kadar el attığı her sorunu çözmekten çok, süreçten nemalanmayı önplanda tutan bir siyaset var karşımızda. Bugün de ortaya serpiştirilen demeçlere bakın. RTE, daha birkaç ay önce Abdullah Öcalan ve PKK’yi devre dışı bırakarak Kürtleri Meclis’te temsil ettiğini onadığı BDP ile konuşacağını açıklamıştı. Temmuz sonrası Hakkâri’de “Alan savunması” ile AKP rejimini fena halde silkeleyen PKK’nin pratiği karşısında şimdi AKP, Öcalan ve PKK’yi masaya çağırır oldu. Ama RTE, şimdi de BDP ile görüşmem diyor. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, “Biz Türkiye’nin birliğini, bütünlüğünü, kardeşliğini ve o bütünlük içinde huzurla büyük Türkiye olarak yoluna devam etmesi için gerektiğinde yine (Oslo’da) o tür görüşmeler de yaparız, çalışmalar da yaparız” diyor. Aynı sıralarda Adalet Bakanı Sadullah Ergin de şöyle konuşuyor: “Oslo tartışmaları benim içimi kanatıyor. Bu sorunu... siyaset ve demagoji yapmadan, doğru zeminde konuşmamız gerekiyor. Bir devlet, karşı karşıya olduğu bir sorunu çözmek için elindeki enstrümanların hepsini kullanır. Abdullah Öcalan’ın da bu sürece girmesi konusunda ayrım yapmıyorum. Bu sorunu çözecek tüm enstrümanlar vardır. Değişen şartlar ve ortama göre, istihbarat birimi, siyaset kurumu, güvenlik bürokrasimiz oturup karar verirler. Bunu yapmamaları bir eksikliktir. Bu milleti, bu devleti bu illetten kurtarmak için gerekli görülen adımları atmak bir görevdir.” Şimdi bu çelişkili açıklamaların anlamı ne?

***

RTE, 11 Haziran 2011 seçimlerinden önce, hükümeti ile PKK arasındaki görüşmeyi, seçim öncesi hırgür çıkmasın diye yaptı ve deyim yerindeyse Oslo ile Kürtlere kazık attı. Seçimlerden hemen sonra şiddeti seçti ve KCK operasyonları ile Kürt siyasetinin üzerine yürüdü. PKK de aynı dilden karşılık vermeyi özellikle bu yaz tırmandırdı. Davutoğlu’nun tarihi gafları sonucu Suriye ile İran, PKK’nin yanına geçti. Bundan da yararlanan PKK, şiddeti görülmemiş bir düzeye tırmandırdı ve AKP rejimini gerçekten de sersemletti. AKP’nin büyük prestij kaybına uğradığı çok açık. Şimdi Oslo’ya geri dönme fikrine hazırlanıyorlar. Ama, yine hile, yine oyalamaca... AKP’nin çözüm konusunda samimi olmadığı bir kez daha görülecek. PKK, yediği kazıktan sonra bunu pek iyi bildiği için hiç acele etmiyor. Zaten şartlar da şu anda kendi lehine seyrediyor.

Karanlık siciliyle AKP’nin bu en yakıcı sorunu çözmede atıyor göründüğü her adımın arkasında “kendine Müslümanlık” var. RTE, siyasi bedel ödeyeceği hiçbir adımı atmamaya, kendi başkanlık hedefleri ile uyumlu olduğu, ona hizmet ettiği sürece çözüme yakınlık gösterip hedefine yakınlaştığı anda da sık sık yaptığı gibi kazık atmaya devam edecektir. Hiçbir ahde vefa göstermeyecektir, bu kesin.

***

RTE AKP’sinin bu güvenilmez kimliği, dış politikada şimdiye kadar başını çok ağrıttı ve geleceğe dönük büyük yükler yıktı Türkiye’nin sırtına. Bu güvenilmez yönetim biçiminin dış ekonomik ilişkilere yansıması da ayrı bir bahistir. Ancak ve ancak dış kaynak girişiyle büyüyen Türkiye ekonomisine bu güven vermekten uzak duruşu, hukuk tanımaz kimliği ile dış yatırımcı ne kadar, ne süre itibar edebilir? Örneğin Balyoz duruşmalarını izleyen yabancılar, delil incelemeden, tanık dinlemeden peşin verilmiş hükümleri uygulayan mahkemelere güvenerek nasıl yatırım yapabilirler? Ticari anlaşmazlığa düştükleri takdirde gidecekleri mahkemelerde Balyoz mağdurlarının başına gelenlerin kendi başlarına gelmeyeceğinden nasıl emin olabilirler?

RTE ve adamları, İstanbul’u küresel sermayenin üssü yapmaya, finans merkezleri, kontrol kuleleri kurmaya heves ediyorlar. Kim güvenir, nasıl?

Türkiye kapitalizminin yeni bir büyüme patikası oluşturmasının, döviz açığı, yani cari açığı makul düzeyde tutmasının yolu, doğrudan yabancı sermaye çekmesine bağlıdır. Borsaya, devlet kâğıdına gelen sıcak para ile ve/veya borç yükünü artıran yabancı banka kredileri ile o pek dile pelesenk edilen orta gelir tuzağından kurtulmak mümkün değildir. Doğrudan yabancı sermaye, taşın altına elini koyandır. TÜSİAD’ı her muhalif çıkışında 28 Şubat faili gören ve azarlayan, kendi yandaş sermayesine kamu kaynaklarını sınırsızca peşkeş çeken bir iktidar, yabancı sermayeye nasıl güven telkin edebilir ki? Yatırım niyetiniz varsa bile, yargıyı bu kadar bağımlı hale getirmiş, eğip büken kendi sermayedarına özel alanlar açan ve hukuk sistemini buna göre oyun hamuruna dönüştüren bir rejime niye yabancı yatırımcı gelsin ki?

Işıklar içinde yatsın; Neşet Ertaş’tan duymuştum: “Abdalın dostluğu köy görünceye kadar…” RTE’ninki de öyle…

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)