Çok ararsınız, Türkiye’yi


Yüzde elli oy almış bir partinin bir siyaset sorumlusu bir yazarı bir seçmeni, bir kişi olsun, bir kişi çıkıp da ‘yahu nerde hata yapıyoruz’ diyemiyor, ‘şurda burada şöyle. yanlış yaptık’ diyemiyor.

‘Tek tip insan’ işte bu. Hepsi tek ve aynı ‘üniformayı’ giymiş işte buna denir. Gazeteleri, politikacıları, seçmeni, tıpkısı aynısı.

Eski kitaplar anlatır, kudurmuş şehvetin azgınlığından kurtulmanın tek yolu olarak buruna katır pisliği tutulurmuş. Birileri ama kim bu geniş kitlelerin burnuna katır pisliği tuttu. Cami önlerinde kuduruyorlardı, manşetlerde şaha kalkıyorlardı, masumdular, mazlumdular, mağdurdular, ezilmiş sindirilmişlerdi.

Peki şimdi kim ‘sindirdi’ bu kitleleri.

Şehit cenazesi haberi yasak, Türk bayrağı açmak yasak, şehitlere ağlamak yasak, sokağa çıkmak yasak, yazısını yazmak yasak, eleştirisini yapmak Allah korusun anında içerdesin.

Daha dün PKK cenazesi geçerken Türk bayrağını indiren bunlar, bugün iki, Suriye sınırında halkımıza anons yapılıyor, Suriye jetleri geliyor, kaçın, sokağa çıkmayın.

Askerimiz yolda yürürken şehit oluyor, minübüs’le giderken şehit oluyor, mühimmat deposunda sayım yaparken şehit oluyor, terhis olurken şehit oluyor, birliğine giderken şehit oluyor, sanki siyasi sorumlu birileri birileriyle anlaşmış Türkiye halkını ‘toprak vermeye’ ikna için karşılıklı düğmeye basmış gibi, yarına kalmaz, çay içerken sekiz askerimiz daha şehit olursa şaşırmayın, Güneydoğu’yu en iyi bilen tecrübeli askerlerimizi kimler istedi diye içeri tıktınız, cevap yok.

Şu üçüncü sınıf gazinoların önüne koyulan ‘aslan’ heykelleri, bu toprakların en eski kültürü Hititler’den kalmadır, Hattuşaş’da ortaya çıkarılan Hitit saray ve tapınaklarının önünde de ‘aslan’ heykelleri vardı, arkeologlar bu yola ‘Aslan kapısı’ adını verdiler, bugün Anıtkabir’e giden yolun da adı: Aslanlı Yol’dur.

Aslan, bir soyluluk nişanı, düşmanı korkutan demek.

Hititler Kızılırmak’ın koynunu başkent yaptılar, Mısır’ın Firavunları Babil’in krallarıyla baş edip ülkelerini korudular ama hiç beklemedikleri bir yerden ‘veba’ya yenik düştüler.

Başbakanımız ‘imam hatipleri’ överken aklıma geldi, bu kadar sessiz, tek bir eleştirisi, tek bir dürüst namuslu sesi dahi olmayan bu insanların ideolojileri kendileri neye benziyor?

Veba, Orta-doğu’yu ve ülkemizi mahveden İslamcılık’ın ta kendisi.

Veba sadece Cumhuriyet’i huzuru dirliğimizi bozup, ülkenin bekasını Suriye muhalifi denilen piskopatların eline bırakmadı, binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan tertemiz Müslümanlığın da cılkını çıkarıp rezil kepaze etti.

İslamcılık politik veba’nın ta kendisi, sayelerinde sınırlarımızdan ülkemize çoktan sızdı, kitleleri çoluk çocuğu askerimizi yazarlarımızı dirliğimizi perişan etti, ülkemiz, kuruluş günlerinden bugüne bu kadar savaşların içinde bu kadar felaketlerin oyuncağı olmadı.

Hergün ama hergün baykuşlar kara haberler getiriyor.

Ancak başbakanımız daha dün Şam’da kılacağı namazın hülyalarıyla veba felaketine bulaşmış kitlelerin hayallerinden istikbalimize ekmek çıkartmaya hala devam ediyor.

Trabzon havaalanında linç edilen Türk bayrağı taşıyan kadına, polis, sen o bayrağı niye taşıdın, diye soruyor. Niçin taşısın, yurtta sulh cihanda sulh, için, yurdumuza düşmanlar ayak basmasın, diye. O polise biz soralım: Sen o bayrağı niye taşımıyorsun, taşıyamıyorsun, kimden korkuyorsun, kimle anlaşma içindesin?

Neresinden tutacaksın, daha dün ‘habervaktim’ sitesinin Ali Bayramoğlu’nun soyu sopuyla ilgili iftiralarını manşete çeken yazarların ta kendileri şimdi İlhan Selçuk’un soyu sopuyla ilgili yazılar yazıyor.

Avustralyalı Aborjin yerlilerinde doğum kültünü inceleyen antrapolog, aborjinli kadınların hamile kalmak için balık kızarttıklarına şahit olur, bilim adamının yanında bir de misyoner vardır, balık kızartmasıyla hamile kalma olayına şahit olunca dalga geçerek gülmeye başlar, antropolog cevap verir: Niye şaşırıyorsun, Meryem balık da kızartmamıştı.’

Siyasetçisinden yazarına bir ülkenin Suudlar’ın hamam parasıyla yaşayacağı yalancı cennet buraya kadar.

Ülkemize dair haberleri yine 12 Eylül günleri gibi ‘dış basın’dan öğreniyoruz, İngiliz gazeteleri yazıyor biz de öğreniyoruz. On yıllar önce bir otelin lobisinde oturuyorduk, korumalar ve otel görevlileri birden bizleri derdest edip ite kalka bir odaya kapattı, neler oluyor diye şaşırıp kaldık, olay şu, Suud prensesleri odalarından çıkmış arabalarına binecekmiş hani mahrem ya bizden kimse onları görmesin diye, ancak etrafta yabancı turistler de vardı, onlar prensesleri hem gördü hem fotoğraflarını çekti, bizim günahımız ise yabancı turist güruhundan olmamak.

Ne diyor İngiliz yorumcular tıpkı dün bizim yazdığımız gibi konuşuyor, Suriye sınırından aleni silah sevkiyatı insanlık mahkemelerinde aradan yirmi yıl geçse de yargılanacak, diyor.

Nerde kalmıştık, Hititler’de.Bilirsiniz, Nisan aylarında başlar Ankara kırsalında büyük fırtınalar. Fırtına Tanrısı, Hititler’in Güneş Tanrısı’ndan sonra gelen ikinci büyük tanrısdır.

İnsanlar tapınaklarına gider Fırtına Tanrıları’na dua eder, kurban adar, Fırtına Tanrısı’nın felaketinden korunmak için. Hitit inancına göre, bir insan gizli saklı da olsa bir kötülük yapmışsa Fırtına Tanrısı onu birgün mutlaka cezalandıracak, hatta bir insan tertemiz günahsız olduğu halde başına yine bir felaket geliyorsa, bilmeli ki Fırtına Tanrısı babasından dedesinden kalma bir günahın hesabını soruyor.

Hepimiz artık o büyük hesap gününe hazırlanıyoruz, bugün sesini çıkartmayan hiç kimse, ben karışmadım, ben masumdum, bana ne, diyemeyecek.

Voltaire’nin lafıdır, bildiğim kadarını değil cesaret edebildiğim kadarını yazabiliyorum, diye. Bir cesaretiniz varsa bugün deneyeceksiniz.

Kuruluş günlerinden bugüne, ülke tarihimizin en kabus en karanlık bugününde.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)