En Özgür Yayın: Tutuklu Gazete!


Temmuz 2011’de Tutuklu Gazete’nin ilk sayısı yayımlandığında ortak dilek şu olmuştu:

İlk ve son olsun!

Olmadı.

Ocak 2012’de Tutuklu Gazete’nin ikinci sayısı yayımlandı. Dilek yine aynıydı:

İlk sayı tamam, bu ikinci ve son sayı olsun.

Yine olmadı.

1 Eylül’de Tutuklu Gazete’nin üçüncü sayısı da yayımlandı. Dilek yine aynı:

Bu son olsun.

Olur mu?

İyimserlik, kötümserlik duygularından öte, karşıtlık yaratarak güç kazanma ve bu yolla iktidarını sürdürme anlayışı devam ettiği sürece, son olmaz. Ama hemen şunu da eklemeliyim:

Bu ülkede Tutuklu Gazete çıkaracak irade ve direnç olduğu sürece umut da tükenmez, özgürlük kavramı da demir parmaklıkların içi ya da dışı ile tarif edilemez.

***

Tutuklu Gazete’nin sayfalarında gezinirken ilk gözlemlerimden biri şu oldu:

Türkiye’nin, belki de dünyanın, yelpazesi en geniş, en özgür gazetelerinden biri.

Farklı fikirler, aynı sayfanın değişik sütunlarında yan yana sıralanmış. Tümünün ortak paydası şu:

İnsanın insanca yaşaması.

Bu üç sözcüğü ifade ediş biçimi de farklı olmuş; cezaevi koşullarından dosya içeriklerine kadar pek çok gerçek dile getirilmiş.

Cezaevi yazıları Edirne’den Rize’ye kadar uzanıyor. Cezaevleri haritasına bakınca mırıldanmadan edemiyorsunuz:

Memleket baştan başa demir parmaklıklarla örülmüş.

Zindanların içinden ve dışından yazılanları birleştirince ortaya şu çıkıyor:

Memleket kapalı ve açık cezaevi olmak üzere ikiye ayrılıyor.

Sık vurgulanan bir söylem vardır; gerçek toplum örgütlü toplumdur.

Türkiye’de insanların kimi konular etrafında bir araya gelmesi, örgütlenebilmesi zordur. Bunu başarsa bile sürdürmesi daha zordur.

Tutuklu Gazete’ye yazı gönderen kimi gazetecilerin nasıl cezaevine konduğunu, nasıl örgüt üyesi yapıldığını okuyunca şu yorumu yapmadan edemiyorsunuz:

Türkiye’de en kolay örgüt, mahkemeler tarafından kurulur!

O kadar kolay kurulur ki, kimi sanıklar bir örgüt üyesi olduğunu, hatta yönettiğini savcılıkta öğrenir.

Bununla bitmez... Cezaevi ortamında da örgütsel faaliyet içinde olduğunu yönetimin tutanaklarından fark eder. Diyelim ki, görüşte ya da yemek dağıtımında bir sorun çıktı ve tutuklular bunu değişik yöntemlerle kurum yönetimine duyurdu.

İşte bu hak aramanın yorumu:

“Örgütsel bağlantılarını sürdürdüğü, bu yönde faaliyet yürüttüğü...”

Bu gidişle savcılarımız, yöneticilerimiz memleketi baştan başa örgütlü toplum haline getirecek.

***

Medyamızın bütününe bakıldığında Tutuklu Gazete’nin sonuna küçük bir ek yaparak durumu özetleyebiliriz:

Tutuklu gazetecilik!

Artık geleneksel bir tavır oldu; memleketteki bütün sorunların kaynağı medya.

Yazmasa her şey daha güzel olacak...

Haberi öyle değil böyle verse olayların seyri değişecek...

Bu istek şuna benziyor:

Horozlar ötmese sabah olmaz.

Oysa horozlar öttüğü için sabah olmaz, sabah olduğu için horozlar öter.

Erken öter, geç öter, o ayrı!

Bugün medya öyle bir noktaya geldi ki; tümüyle hükümet çizgisindeki yayın organlarının bile iktidarın istediği gibi gazetecilik yapması olanaksız. Çünkü iktidar, hem medyanın hiçbir gerçeği yazmamasını hem de çok etkili olmasını istiyor.

Bu, yumurtasız omlet istemek gibi bir şey. İktidar konunun şu yanını da gözardı ediyor:

Medyanın iktidarlarca kontrol altında tutulmak istendiği dönemlerde öyle bir yayın organı belirir ki, tirajı milyonları bulur. O yayın organının adı; fısıltı gazetesidir.

Tutuklu Gazete’nin bu tartışmaların ortasında yayımlanması da çok anlamlı oldu. 1 Eylül 2012’nin en özgür gazetesi olarak yayın tarihindeki yerini aldı.

Başta Ercan İpekçi ve çalışma arkadaşları olmak üzere Tutuklu Gazete’ye emeği geçen herkesin eline sağlık.

Tutuklu Gazete, “Bedenleri hapsedebilirsiniz ama beyinlere kelepçe vuramazsınız” sözünün bayrağıdır.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)