Hukuka Virüs Bulaştı!


Odatv davasında, iddianamenin başlıca dayanak noktasını oluşturan dijital verilerle ilgili TÜBİTAK’ın

hazırladığı raporun özü şu:

Bu veriler, bir ceza davasının delili olamaz!

Neden?

Çünkü ceza davalarında delillerin hiçbir şüpheye yer vermeyecek ölçüde sağlam olması gerekir. Oysa 339 sayfalık rapor baştan sona şüphelerle, acabalarla, olasılıklarla, her ihtimale açık belirsizliklerle dolu.

Yer yer net ifadeler de var. Onlar da şu:

- Bilgisayarlarda zararlı virüslerin olduğu kesin.

- Bilgisayarların hedef gözeterek sosyal mühendislik saldırısına uğradığı kesin.

- Bilgisayarlardaki kimi “değiştirilmiş” dosyaların, dava sanıklarınca hiç açılmadığı, kullanıcılar tarafından oluşturulmadığı kesin.

- İddianamenin belkemiğini oluşturan “Ulusal Medya 2010” belgesinin virüsle gönderildiği; belgenin sanıklar tarafından oluşturulmadığı, açılmadığı ve değiştirilmediği kesin.

Bunca kesinliklerden sonra yapılacak saptamaların dava açısından bir anlamı yoktur. İddianame bilimsel olarak sakatlanmıştır.

***

Ortadaki asıl sakat durum şu:

İddia makamı sanıklara yüklediği suçu kanıtlamak için uğraşmıyor. Sanıklar masum olduklarını kanıtlamak için adeta çırpınıyor.

12 Eylül döneminin işkence aletlerinin yerini bugün iddianameler aldı.

O dönemde bir kişiye suç kabul ettirmek için her türlü işkence yapılıyordu.

Bugün o tür işkenceler yok.

Çünkü gerek yok!

İddianamede yığıyorsun bütün suçları önüne, atıyorsun cezaevine, sonra da sesleniyorsun gerine gerine:

“Bak, sana kendini aklama hakkı tanıyoruz. Hukukun bu kadar geniş kullanımını başka ülkede bulamazsın. Cezaevinde zamanın da var, masum olduğunu kanıtla, biz de ona göre adil bir karar verelim...”

Türkiye’de yaşanan bu. Kamuoyunun yakından izlediği, daha doğrusu ne olduğunu bilmeden sadece adını ezberlediği davaların özü bundan başka bir şey değil.

Davaların başlıca dayanak noktası da Odatv örneğinde olduğu gibi dijital veriler.

TÜBİTAK’tan önce ODTÜ’den Boğaziçi Üniversitesi’ne, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden uluslararası bilimsel araştırma kuruluşlarına kadar pek çok uzmanlık merkezi, dijital verilerin hangi koşullarda delil değeri taşıyacağına ilişkin raporlar verdiler.

Özel yetkili mahkemeler (ÖYM) bilime direnmeye devam ediyor.

Gelinen noktada TÜBİTAK da şüpheli durumların altını çizmeden edemiyor.

***

Şüphe deyince duralım...

TÜBİTAK’ın Odatv raporunun en son cümlesi şöyle:

“Bu sebeple bu dosyaların zararlı yazılımlar vasıtasıyla geldiğine veya gelmediğine dair kesin bir yargıya varılamamıştır.”

Her şeyi bir yana koyalım, başında bir bakanın sorumlu olduğu kurum böylesine şüpheli, kesin yargıya varamayan cümle kuruyorsa, başta vurguladığımız gibi iddialar çökmüştür.

Evrensel hukukun, yüzyıllar süren deneyimin ışığında tek cümleyle özetlediği gerçek şu:

“Şüpheden sanık yararlanır.”

Bizde ÖYM’lerin tersine çevirdiği tablo ise şu:

“Şüpheden savcı ve hâkim yararlanır.”

Eğer Türkiye’de zerre kadar hukuk devleti ilkeleri olduğunu düşünüyorsak, ÖYM’lerin bu çağdışı tutumunu reddetmek, bunu yüksek sesle haykırmak gerekiyor.

İddianame yazım biçiminden yargılama usullerine, basmakalıp tutuklama kararlarından “delil” çöplüklerine kadar geldiğimiz noktanın özeti şudur:

Hukuka virüs bulaşmıştır.

Böyle bir virüsün ne zaman, kime, nasıl zarar vereceği hiç belli olmaz.

Bugün kendilerini çok güvende hissedenler, şüpheleri büke büke meslektaşlarının boynuna sicim olarak geçirmeye soyunanlar, bütün bu tabloya bakıp “Bırakın hukuk işlesin” diyenler...

Sözüm size!

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)