İki 12 Eylül


Dün, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin 32’nci, 12 Eylül 2010 Anayasa-Yargı referandumunun 2’nci yıldönümüydü.

“Türkiye’nin Sorunu” açısından tarihimizdeki bu iki 12 Eylül olayının da sorumluluğu büyüktür:

Birinci 12 Eylül, 12 Eylül 1980 darbesi, birkaç açıdan “Türkiye’nin Sorununun” büyümesine katkıda bulunmuştur:

1) Kürt kimliğini toptan inkâr etmiştir.

2) Pek çok demokratla birlikte Kürtlere, çeşitli haksız ve adaletsiz uygulamalar ve hatta işkenceler yapmıştır.

3) Sorunu çözmeye katkıda bulunacak demokratik mekanizmaları zedelemiştir.

4) Sorunun demokrasi ve insan hakları çerçevesinde irdelenmesine ve çözümüne katkıda bulunacak sivil toplum örgütlerini tasfiye etmiştir.

5) Bireysel temel hak ve özgürlükleri, devlet denetimi adına sınırlamış ve kısıtlamıştır.

6) Bütün bunları “Atatürkçülük” kisvesi altında yaptığı için, akıl ve bilim yolu olan Atatürkçülüğe büyük bir zarar vermiş, toplumu bir arada tutan en önemli faktörlerden birini yok etmiştir.

7) Toplumun ve siyasetin din temeline göre örgütlenmesine zemin hazırlamış, böylece sorun çözme yöntemi olarak demokratik süreçlerin işlemesini engellemiş, dogmatik, tekilci, baskıcı yöntemlerin önünü açmıştır.

***

İkinci 12 Eylül, birinci 12 Eylül’den tam otuz yıl sonra, birinci 12 Eylül’ün ürünü ve devamı olarak, adalet mekanizmasını tümüyle siyasal iktidarın etkisine açık hale getiren Anayasa Referandumu ile “Türkiye’nin Sorununun” daha da büyümesine yol açmıştır:

1) Yargı mekanizmasını tümüyle siyasal iktidarın etkisine açık hale getirerek, adalete olan güveni sarsmış, böylece sorunun çözümünde hukuk yollarının etkin bir biçimde kullanılmasının önünü kesmiştir.

2) Siyasal iktidarın sık sık politika değiştirmesi ve adeta birbirine zıt olan bu politikaların hepsini, baskıcı ve otoriter bir biçimde dayatması sonunda, yargı, birbiriyle çelişen ve hiçbiri evrensel ve ulusal hukuk sistemi ile uyumlu olmayan kararlar almak zorunda bırakılmış, böylece sorunun hukuk yoluyla çözümü iyice engellenmiştir.

***

Aslında bu iki 12 Eylül arasındaki etkileşim ve Türkiye’nin birinci 12 Eylül ile içine sokulduğu süreç, Zülfü Livaneli’nin 9 Eylül günü Vatan’da yayımlanan makalesinde, çok güzel ve çok açık bir biçimde özetlenmiştir.

Bu nedenle bu yazıdan bazı satır başlarını okurlarımla paylaşmak istiyorum:

Yazının başlığı bir edebiyat tınısı taşımaktadır:

“Ressam Kenan Evren’in son tablosu.”

Livaneli yazısının girişinde, son günlerde meydana gelen Afyon’daki patlama, kilim armağanı, Uludere, düşen ya da düşürülen uçak, Şemdinli’deki durum, Hatay kampları olaylarına gönderme yaptıktan sonra şöyle diyor:

“Bu durum siyasetiyle, medyasıyla, askeriyle, siviliyle, yargısıyla, eğitimiyle toptan iflas etmekte olan bir ülke tablosudur ve bu tablonun ressamı Kenan Evren’dir.”

Daha sonra bu satırlarının gerekçesini açıklıyor:

“Benim derdim ‘Artık ölmek istiyorum ama ölemiyorum’ diyen yaşlı bir adamla uğraşmak değil.

Bir anlayışa, bir bakış açısına, ülkemizi mahveden bir zihniyete dikkat çekmek istiyorum ve Kenan Evren’le başlayan ‘depolitizasyon ve cahilleştirme’ sürecini itham ediyorum.”

Bu satırlardan sonra bu “depolitizasyon ve cahilleştirme” sürecini, büyük bir yetkinlikle ve ayrıntılarıyla anlatıyor.

Keşke olanaklı olsa da yazıyı aynıyla alıntılayabilseydim.

Mutlaka okunması, hatta kesilip saklanması gereken belge niteliğinde bir yazı yazmış Livaneli.

Yazısına şu satırlarla son veriyor:

“Şu anda motorları durmuş bir uçak gibi hem sarsılıyoruz hem düşüyoruz.

Eğlence alışkanlığıyla afyonlanmış halk yine göbek atmak, yine dizilerle uyuşturulmak, yine maçlarda birbirini doğramak istiyor ama bu sefer camları döven fırtına çok kuvvetli.

Kulaklarını tıkasa bile gümbürtüleri duyuyor.

İşte Kenan Evren zihniyetinin ülkeyi getirdiği nokta bu.”

***

İkinci 12 Eylül’ün de birincinin bir sonucu olduğu ve bu tabloya son rötuşları yaptığı düşünülürse, her iki 12 Eylül’ün “Türkiye’nin Sorunu” açısından oynadığı büyük roller ve taşıdıkları büyük sorumluluklar daha iyi anlaşılır.

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)