İmam hatip furyası


Sevgili okuyucularım, AKP iktidarı Türkiye’de açıkça intikam süreci başlattı. Bunun adına inatlaşma da diyebilirsiniz. İşin temelinde din sömürüsü din ticareti yatıyor.Şimdi küçücük çocuklar bile imam hatip okullarına gönderiliyor.Türkiye’de yılların okulları imam hatip okuluna dönüştürülüyor.Polis okullarına imam hatip mezunları alınıyor.Yeni çalışmalar başlatıldı. Harp Okulları’na da imam hatip mezunları alınacak.

Tayyip öğretim yılını Denizli’de bir imam hatip okulunda açıyor ve nutuk
atıyor:
“Siz geçmişte imam hatip okullarını anarşist, terörist yetiştirmiyor diye mi kapattınız?”
Şu lafa bakın, hizaya gelin! Adamın mantığı en baştan sakat. İmam hatip mezunu
olmayan milyonlarca insan anarşist ve terörist! Bu mantığa kargalar bile güler.
Yine bu adamın mantığını izleyecek olursak, ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor:
“Ya imam hatip bitireceksin, ya terörist olacaksın!”

* * *

Burada işin başka bir püf noktası daha var:
İmam hatip okullarını bitirenlerin hemen hiçbiri imam olmuyor. İmam olmak akıllarından bile geçmiyor.
Bunlar daha sonra çeşitli fakültelere gidiyor. Kendilerine verilen talimat doğrultusunda, üniversitelerde özellikle hukuk ve siyasal bilimler okuyorlar.
Amaç bunları devlete hakim, savcı, kaymakam olarak sokmak.
Şimdi bakınız devlet yapısına, hakimlerin, savcıların, geleceğin valisi olan kaymakamların önemli bir bölümü din eğitimi almış olan imamlardan oluşuyor.

* * *

10 yıllık iktidarlarında bütün devleti ele geçirmeyi başardılar.
İmamların ele tam olarak geçiremediği iki kurum kalmıştı:
Polis ve askeriye. Şimdi yaptıkları düzenlemeyle polise de imamları sokacaklar.
Ama işin en ciddi boyutu, karşımızda kapı gibi duruyor:
İmamlara Harpokulu kapılarını açıyorlar.
Amaç, bugüne kadar Atatürk ilkelerinin ve Cumhuriyet rejiminin koruyucusu olan Türk Ordusu’nu bu yolla ele geçirmek.
Düşünün, bir süre sonra imam hatip mezunu karacı, havacı, denizci
teğmenler…
Ve daha uzun bir süre sonra imam hatip mezunu general ve amiraller!..
Aynen İran, Suudi Arabistan, Katar orduları gibi.
Milli Savunma Bakanlığı bu konuda çalışma başlattığını resmen açıkladı. Bu işler öyle bir günde olmaz. Şimdi yaptıkları plana göre, Harpokullarına gelecek yazdan itibaren imamları almaya başlayacaklar.
Bunlar kamuoyuna resmen yansıyan bilgiler.

* * *

Peki ama hükümet bütün bu adımları tek tek atarken, sıra artık Türk Ordusu’nu imamlarla ele geçirmeye gelirken, Genelkurmay Başkanı Necdet Bey ne yapıyor?
Ortaya herhangi bir tepki koydu mu?
Koymadı.
Bundan sonra koyar mı?
Hiç sanmıyorum.
Cumhuriyet ordusunun çok uzun yıllar içerisinde oluşmuş olan gelenekleri vardır. Yasaları, yönetmelikleri falan bırakın bir yana çünkü bunları değiştirmek hele bu dönemde bir saatlik bir iştir.
Ama gelenekleri altüst etmek zordur. Tepki gelir.
Oysa bir bakıyoruz, tepki vermesi gereken Genelkurmay Başkanlığı, bu gelişmeleri de sessizce izlemekle yetiniyor.
Bilemiyorum, imamların Türk Ordusu’na doldurulması, laik, çağdaş ve Atatürkçü subay yapısının ters yüz edilip yıllar içerisinde bu yapının imamlara devredilmesi, belki bugünkü Genelkurmay’ın da onay verdiği bir konudur.
Yanılmış olmayı dilerim.
Aksi takdirde yakın gelecekte askeri liselerin örneğin Kuleli Askeri İmam Hatip Lisesi’ne, harp okullarının örneğin İmam Hatip Kara Harpokulu’na dönüşmesini hep birlikte izlemeye başlarız.
Ya da ordumuzda “İmam subaylar-imam olmayan subaylar ayırımı başlar ki, hep birlikte dövünmeye ve haykırmaya başlarız:
“Toplum o kadar sessiz, sinik, korkak ve tepkisizdi ki, biz bunları hak etmiştik.”

TURGUT ÖZAL’IN MEZARI
Bir cumhurbaşkanının mezarının “Onu zehirlediler, o yüzden öldü” safsatasıyla açılacak olması, Türk milleti adına bir utanç sayfasıdır.
Özal, 1993 yılında vefat etti. Hemen ardından ailenin bütün bireyleri medyada boy gösterip ağlaşmaya, yakınmaya başladılar.
Semranım, birader Korkut Özal ve oğlu Ahmet Özal!..
Hepsi aynı sakızı çiğniyordu:
“Onu zehirlediler!..”
Semranım konuşuyordu:
“Öldükten sonra saç tellerini aldık. Zehirlendiği bu tellerden ortaya çıkacaktır!..”
Ahmet konuşuyordu:
“Babamın bana emanet ettiği bazı ses kasetleri var. Orada her şey açık seçik belli!..”
* * *
Öylesine bir yaygara kopardılar ki,
Ankara Cumhuriyet Savcılığı bu konuda soruşturma başlatmak zorunda kaldı. Çok sayıda tanıklar ifade vermeye çağrıldı.
Onlardan biri de bendim. Savcıya aynen şunları söyledim:
“Bu aile, isimleri gündemde kalsın diye ve kendilerini acındırmak için tantana yapıyor.”
Her şey o kadar belliydi ki.
Geçenlerde Özal‘ın en yakınlarından olan Cumhurbaşkanlığı Basın Sözcüsü
Büyükelçi Kaya Toperi ile rastlaştığımızda ona sordum:
“Abi nedir bu olayın aslı?”
Toperi öldüğü gün bile Özal‘ın yanındaydı. Aynen şöyle dedi:
“Aile tamamen masal okuyor.
Normal, kalpten bir ölümdür. Asla zehirlenme falan yoktur.”
Hacettepe’nin, öldüğü gün yanında olan bütün hocaları da savcılara aynı şeyi
söylemişti.
* * *
Savcılık ne yapsın, bunca tantanadan sonra ister istemez mezarın açılmasına karar verdi. Mezar yakında kameralar önünde açılacak, Cumhurbaşkanının kemikleri alınacak, Adli Tıp Kurumu’na gönderilecek ve üzerlerinde inceleme
yapılacak.
Bu arada dün ortaya çıkan acı bir gerçek daha oldu:
Meğer aile, ısrarla istenmesine karşın, Semranımla ve Ahmet’in sözünü ettiği saç tellerini ve ses kasetlerini savcılığa vermeyi reddetmiş!
Üstelik şimdi mezarın açılmasına da karşı çıkıyorlarmış!
Şimdi o tantanayı yapan aile bireylerine sormak gerekiyor:
“Rahmetlinin zehirlendiği iddiaları bu durumda nasıl kanıtlanacak?”
Bir halt ettiler, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Adamcağızı mezarında bile rahat bırakmadılar.
Hele mezar bir açılsın, kemikleri naylon torbalara konulup götürülsün, en acıklı manzaralar karşımıza o zaman çıkacak ama iş işten geçmiş olacak.
Turgut Özal ve aile bireyleri hakkında yüzlerce yazı yazdım, satış rekorları kıran “Turgut Nereden Koşuyor” kitabımda onların gerçek kimliğini sergiledim… Ama bu kadarını yapacaklarını, onu mezarda bile rahat bırakmayacaklarını doğrusu
aklıma bile getiremezdim.
Kim getirirdi ki!


Emin Çölaşan

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)