İnsaf!...


Gazetelere baktım: RTE’nin kendinden başka herkesi küçük gören, muhalefeti, medyayı, köşe yazarlarını karalayan bir demecine rastlamadım.

Medyada; Libya’da yanarak öldürülen

ABD Büyükelçisi ve sefaret çalışanları ile değişmez konular arasında yer alan 12 Eylül’ü yerden yere vuran yorumlar, haberler baş köşede.

Darbe günlerinin ıstırap verici olaylarını tartışalım, suçluları arayalım...

Fakat askeri; darbe yapmanın eşiğine getiren, hâlâ neden müdahale etmiyorsunuz diyen siyasal girişimlerden, medyatik destekten ve sokağa dökülen gruplardan hiç söz etmeden... önceki yıllara özgü koşulları, olayları göz önünde tutmadan...

...27 Mayıs’tan 28 Şubat’a kadar müdahalelere yalnız askeri suçlayarak gerçekçi bir teşhis koyabilir miyiz?

***

27 Mayıs devriminden bu yana; darbe öncesi ve sonraki günlerde toplumsal, siyasal olayları bire bir yaşayanlar, bugün hâlâ o günleri bütün canlılığı ile anımsıyor.

Örnekler saymakla bitmez.

1960-65 aralığında devrilen Demokrat Parti’ye uzak yakın ilgili olanların arkasından sokaklarda “Kuyruk! Kuyruk!” diye bağırıldığı, yazıldığı günler yaşandı.

1950’lerden hatta 60’lara kadar yalakalık yaptıkları, destekledikleri Adnan Menderes’in asılmasına ses çıkarmayan kafa; son yıllarda Menderes’i demokrasi yıldızı diye göklere çıkarıyor.

Bugün darbelere amansız biçimde karşı olan anlı şanlı medya, Adnan Menderes’in boynunda idam ipi ve boynu kırık fotoğrafını yayımlamakta duraksamadı.

***

1954-55’lerde Demirel’in liderliğindeki Adalet Partisi’nin tek başına iktidara gelmesini bir türlü sindiremeyen zamanın ana muhalefet partisi önde gidenleri ile kimi aydınlar; ikide bir yeni iktidarı, otomatik tabancalar Mr. Sten ve Mr. Thomson gelir ha diye yıllarca tehdit ettiler.

AP’nin memleketi istenilmeyen amaçlara sürükleyeceğini sürekli işleyerek askeri, 12 Mart darbesine kışkırttılar.

O günlerde milletin seçtiği iktidarın silah zoruyla düşürülmesine karşı çıkanları olmadık biçimde eleştirenler ve orduyu savunanlar...

... bugün orduya söylemediklerini bırakmıyorlar.

***

12 Eylül 1980’den sonraki kapalı rejimde yaşananları elbette savunmak olanaksız.

Ama insaf! 1980’den önceki sağ-sol arasındaki kanlı çatışmaları, sokağa çıkılamadığı günleri geceleri, partilerin ve liderlerin birbirinin gırtlağına sarıldığı, parlamentonun olaylara önlem üretemediği, cumhurbaşkanı seçemediği, uzlaşma kültürünün anımsanmadığı günler ve yıllardan sonra…

...12 Eylül’de istenilen, beklenilen darbeden sonra; elbirliğiyle devrilen, hapsedilen Başbakan’la ana muhalefet liderini savunan, orduya demokrasiye neden müdahale ettin diyen tek bir kişi yoktu!

İkinci kez 1969’da millet iradesiyle, demokratik yoldan tek başına iktidara gelen AP ve liderinin 12 Mart 1971 darbesinden sonra da savunan, ordu komutanlarını eleştiren tek bir Allah’ın kulu yoktu.

Her darbeden sonra muteber slogan: İktidar tuu kaka, ordu çok yaşa!

***

Son müdahale diye anılan 28 Şubat’ta askerden medyaya herkes suçlu.

Ama 28 Şubat’a gelmemizin başlıca etkeni, hatta temel öğesi, bugün iktidardaki dinci partinin önderi, yalakalarla medyanın bugün birlikte yıldızlaştırdığı, oysa laik Cumhuriyet karşıtı Erbakan, şimdi demokrat mı demokrat. Sütten çıkmış ak kaşık!

Slogan aynı: Darbeler öncesi yaşanların üstünü ört! Darbe sonrası hesabını yalnız askere yükle!

***

Darbelerin hesabını soralım. Lakin, önceki günleri ıska geçmeden, sonrasında olup bitenleri gerçek yüz ve yanlarıyla ortaya çıkaralım...

Araştırma komisyonu, darbeleri adeta tek yanlı sorgulayan bir görev üstlenmiş izlenimi veriyor.

Güncel rüzgâra kapılmış günü birlik yol alanlar iletişim alanına egemen.

İnsaf sahibi bir kişi ve kişiler çıkıp, “Yahu hırsızın hiç mi suçu yok” diye darbe öncesi yaşananların üstüne gitmiyor.

***

Namık Kemal; boşuna “Edepsizlikte tekleriz/ Kimi görsek etekleriz” dememiş!

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)