Komşularla Sıfırı da Tüketiyoruz!


Dünya tarihi bir yana, ülkemizin tarihi büyük devletlerle aynı siyasete girmenin ne tür sonuçlar doğurabileceğine ilişkin

sayısız örneklerle doludur. Çünkü bu devletlerin kendi aralarında ayrı bir dil vardır, ayrı çıkar dengeleri vardır. Onlar için öncelikli olan da budur.

Bu anlamda iki büyük devleti karşı karşıya getirebilecek tek şey, kendi çıkarlarıdır. Yani üçüncü bir devletin durumu, ona verilen herhangi bir söz ya da benzer bir şey değildir. Bunda da yadırganacak bir şey yoktur. Zira uluslararası ilişkilerde duygulardan çok bulgular vardır.

Anadolu insanı bu gerçeği şu sözle özetlemiş:

“Atlıyla yaya arkadaş olamaz.”

***

Suriye politikamızın başarılı olup olmadığına ilişkin uzun irdelemeler yapmaya gerek yok. Son 15 gün içinde yaşananlardan sadece birkaçını paylaşmak yeterli. Birleşmiş Milletler’de, Dışişleri Bakanımızın uluslararası toplumdan daha çok destek istediği toplantıda, Suriye temsilcisi Türkiye için şunu diyebildi: “Celladımızsınız!”

Her şeyden önce kimsenin Türkiye’ye bu kadar ağır bir söz söylemeye, hiçbir Türk temsilcisinin de ülkemizi böylesine aşağılatmaya hakkı yok.

Uluslararası kurumlar deyince akla ilk gelenlerden biri NATO. Bizim de üyesi olduğumuz NATO’nun Genel Sekreteri Rasmussen’in 5 Eylül’de yayımlanan demeci şöyle:

“Suriye’ye müdahale etmek için planımız yok. Türkiye’yi korumak için tüm önlemleri alacağız.”

Söylemeye dilimiz varmıyor ama, bu tablo NATO’nun bir Suriye sorunu değil, “Türkiye sorunu” olduğunu ortaya koyuyor.

Oysa bölgemizdeki öteki ülkelere baktığımızda, hiçbiri kendisini Türkiye kadar sorunun göbeğine koymuyor. Mısır’ın yeni devlet başkanı Mursi, ilk dış gezi programına Çin’i koyarken, Tahran’daki bağlantısızlar toplantısında dengeli bir dil kullanmaya özen gösteriyor. Hem kendince yeni bir dil bulmaya çalışıyor, hem de Mısır’ın geçmişte ABD ile kurduğu ilişkileri gözardı etmiyor.

Ürdün, en az Türkiye kadar mülteci akınıyla karşı karşıya olduğu halde, sorunun üzerine sıçramaması için çaba harcıyor.

İran şöyle düşünüyor: Suriye’den sonra sıra Türkiye’ye gelecek, ardından bana. O zaman ben cepheyi Suriye’de açayım. Zira Suriye’de oluşacak yapı beni doğrudan etkileyecek.

Irak yönetimi de daha yeni yeni kendi hükümranlığını kurarken hemen dibinde kendisini de zora sokacak bir belirsizlik istemiyor.

Bu yelpazenin içinde Suriye ile en uzun sınıra sahip ülke olarak biz ne yapıyoruz?

Uluslararası kurumları Esad yönetimi aleyhine karar almaya zorlamaktan, Suriye’deki muhalifleri her bakımdan desteklemeye kadar akla gelecek ne varsa yapıyoruz. Türkçemizdeki “Ev alma komşu al” ile başlayan bir dizi deyimden, atasözünden esinlenerek söylemek gerekirse, güney komşumuzun tam bir demokrasi içinde yönetilmesini elbette hepimiz isteriz. Ancak bugün Suriye’deki muhalif yapının aktif savaş unsurları içinde El Kaide’ye kadar uzanan çok değişik gruplar olduğu dikkate alınırsa, Esad’dan sonra şöyle bir yönetim gelir demek de olanaksız.

***

Gelelim Suriye tartışmaları arasında daha da alevlenen asıl sorunumuza... Yani terör belasına...

Şehit sayısının iki haneli rakama ulaşmasının ardından aşağıdaki başlıklar hükümete yakın-uzak pek çok gazetede yer alıyordu:

“Terör örgütü İran’dan da destek alıyor.”

“Suriye’nin kuzeyinde doğrudan terör örgütüne yakın birimlerin kontrolündeki yerleşim yeri sayısı artıyor.”

“İranlı ajanlar tutuklandı.”

“Terör örgütünün Irak’taki unsurları Suriye’deki psikolojik etkisini artırıyor.”

Esad yönetimi 1980’li-90’lı yıllarda da terör örgütüne değişik şekillerde destek verirdi. Türkiye 1998 Adana Mutabakatı’yla Şam yönetimini belli bir noktaya getirdi. En azından Suriye yönetiminin ve topraklarının terör örgütüne zemin olmaktan uzaklaşmasını sağlayacak bir anlaşma yapıldı. Daha önemlisi, sürdürülebilir bir mekanizma kuruldu.

Bunların hepsi anlamını yitirdi. Bölgeden gelen haberler sınır güvenliğinin de kalmadığını gösteriyor.

Bütün bu tablo şöyle özetlenebilir:

Artık sıfırı da tükettik!

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)